Balkondaki Adam. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Balkondaki Adam - Пер Валё страница 2
“Her zamanki gibi lavaboda.”
Melander’in arandığında lavaboda olabilme yeteneği dillere sakız olmuş bir espriydi. Hoş gerçi bunda doğruluk payı vardı ve Martin Beck buna sinir oluyordu.
Gelgelelim, sinir oluşunu çoğunlukla kendine saklıyordu. Masada oturan adama sakin gözlerle sorgulayan bir bakış attı.
“Canını sıkan da ne?”
“Sence ne olabilir? Gasp olayları tabii ki. Dün gece gene Vanadis Parkı’nda bir olay olmuş.”
“Duydum.”
“Bu sefer, köpeğini gezdirmeye çıkaran emekli biri. Arkadan başına vurmuşlar. Cüzdanında yüz kırk kronu varmış. Beyin sarsıntısı geçirmiş. Hâlâ hastanede. Hiçbir şey duymamış. Hiçbir şey görmemiş.”
Martin Beck sessiz kaldı.
“Son iki haftadır bu sekizinci vaka. Adam sonunda birisini öldürecek.”
Martin Beck suyun hepsini içip bardağı yerine koydu.
“Yakında biri enselemezse tabii ki,” dedi Gunvald Larsson.
“Biri derken, kimi kastediyorsun?”
“Polisi tabii ki, Tanrı aşkına bizi. Kim olursa artık. Dokuzuncu bölgenin koruma ekibinden devriye gezen bir sivil polis olaydan on dakika önce oradaymış.”
“Peki olay olduğunda? O sırada neredelermiş?”
“İstasyonda oturup kahve içiyorlarmış. Her seferinde aynı hikâye. Vanadis Parkı’ndaki her çalının arkasında saklanan bir polis varsa, o zaman olay Vasa Parkı’nda yaşanıyor. Hem Vanadis Parkı’nda hem de Vasa Parkı’nda her çalının arkasında birer polis olsun, bu sefer de adam Lill-Jans Korusu’nda ortaya çıkıyor.”
“Peki orada da her çalının arkasında bir polis olsa?”
“O zaman göstericiler Amerikan Ticaret Merkezi’ne zorla girip Amerikan büyükelçiliğini ateşe veriyorlar. Bu işin şakası yok,” diye ekledi Gunvard Larsson kasılarak.
Martin Beck gözlerini adamdan hiç ayırmayarak, “Şaka yapmıyorum ki. Sadece merak ettim,” dedi.
“Bu adam işini biliyor. Sanki radarı var. Ne zaman iş üstünde olsa etrafta hiç polis olmuyor.”
Martin Beck başparmağı ve işaret parmağıyla burnunun köprüsünü ovuşturdu.
“Şeyi gönder…”
Larsson hemen atladı.
“Neyi göndereyim? Kimi? Neyi? Köpek arabasını mı? Ve o kör olasıca köpeklerin sivil devriyeyi parçalamasını mı seyredeyim? Dünkü kurbanın köpeği varmış zaten, o da ayrı mesele. Ne işe yaramış ki?”
“Ne cins bir köpekmiş?”
“Nereden bileyim be? İstersen bir de köpeği sorguya çekeyim, ha? Köpeği buraya getirteyim, tuvalete göndereyim de Melander sorguya çeksin, olur mu?”
Gunvald Larsson bunu büyük bir ağırbaşlılık ve ciddiyetle söylemişti. Yumruğunu masasına indirip devam etti:
“Manyağın teki parklarda kol geziyor, milletin kafasına arkadan vuruyor, sense tutmuş bana köpeklerden bahsediyorsun!”
“Aslında onu diyen ben değil…”
Gunvald Larsson yine lafını ağzına tıktı.
“Neyse, dedim ya, adam işini biliyor. Sadece savunmasız yaşlı adamları ve kadınları seçiyor ve hep arkadan yaklaşıyor. Geçen hafta ne demişti birisi? Ha, evet: ‘Çalıların arasından panter gibi fırladı.’”
“Tek yolu var,” dedi Martin Beck tatlı bir sesle.
“Neymiş?”
“Kendin çıkacaksın. Savunmasız yaşlı bir adam kılığına gireceksin.”
Çalışma masasında oturan adam başını çevirip ona ters ters baktı. Gunvald Larsson bir doksan beş boyundaydı ve yaklaşık yüz kiloydu. Ağır sıklet boksörlerinki gibiydi omuzları ve iri elleri kıvırcık sarı kıllarla kaplıydı. Saçları sarıydı, tam arkaya yatırılmıştı ve gözleri huzursuz, berrak maviydi. Kollberg genellikle bu tarifi, ‘tam bir motorsikletçi gibi bakıyor’ diyerek tamamlardı.
Şu anda o mavi gözler Martin Beck’e her zamankinden daha fazla sıkıntılı bakıyordu.
Martin Beck omuz silkip konuşmaya başladı:
“Şaka bir yana…”
Ve Gunvald Larsson lafını bir kez daha kesti.
“Şaka bir yana, ben burada komik bir şey göremiyorum. Ben burada karşılaştığım en berbat soygun vakasıyla cebelleşiyorum, sense kalkmış bana köpek möpekten bahsediyorsun.”
Martin Beck, diğer adamın, şüphesiz kasıtsız bir şekilde, yalnızca birkaç kişinin başarabildiği bir şeyi yapmak üzere olduğunu fark etti: Onu çileden çıkartacak kadar sinir ediyordu. Her ne kadar bunun düpedüz farkında olsa da dosya dolabının yanında elini kaldırıp konuşmadan edemedi:
“Bu kadarı yeter!”
Neyse ki tam aynı anda Melander yandaki odadan içeri girdi. Ceketini çıkarmış, gömlekliydi, ağzında bir pipo ve elinde açık bir telefon rehberi vardı.
“Merhaba,” dedi.
“Merhaba,” diye selamladı Martin Beck.
“Sen telefonu kapatır kapatmaz ismini düşündüm,” dedi Melander. “Arvid Larsson. Telefon rehberinde de buldum. Fakat adamı aramanın bir faydası olmaz. Nisan ayında ölmüş. Kalpten. Fakat hep aynı iş kolunda çalışıyormuş. Güney tarafında bir eskici dükkânı varmış. Şu anda kapalı.”
Martin Beck rehberi aldı, bakıp başını salladı. Melander pantolonunun cebinden bir kutu kibrit çıkarıp özenle piposunu yakmaya başladı. Martin Beck odada iki adım attı, rehberi masaya koydu. Sonra tekrar dosya dolabının yanına döndü.
Gunvald Larsson şüphe içinde, “Siz ikiniz neyle meşgulsünüz?” diye sordu.
“Hiç,” dedi Melander. “Martin, on iki yıl önce enselemeye çalıştığımız birinin adını unutmuştu da.”
“Sen de mi unuttun?”
“Hayır,” dedi Melander.
“Hatırladın yani?”
“Evet.”
Gunvald Larsson rehberi önüne çekti, sayfaları karıştırıp şöyle dedi: “Larsson adında bir adamın ismini on iki yıl boyunca nasıl aklında