Gülen Polis. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Gülen Polis - Пер Валё страница 8
Martin Beck sokağın diğer tarafındaki iç karartıcı apartmanlara şöyle bir baktı. Işığı yanan pencerelerin çoğunda birileri duruyordu ve yağmurdan ıslanmış pervazların arkasında, silik beyazlıklar hâlinde cama yapışmış suratlar seçiliyordu. Geceliğinin üstüne yağmurluk, yağmur çizmesi giymiş baldırı çıplak bir kadın kazanın meydana geldiği noktanın tam karşısındaki girişin kapısından çıktı. Sokağın ortasına kadar yürüdükten sonra bir polis memuru onu durdurdu. Polis, kadının koluna girip onu tekrar kapısının önüne götürdü. Polis memuru önden yürüdü ve kadın ıslak beyaz geceliği bacaklarına dolanarak arkasından koşturdu.
Martin Beck otobüsün kapılarını göremiyordu fakat içeride hareket eden insanları görüyordu, adli tıp çalışanlarının çoktan işe koyulduğunu düşündü. Cinayet masasından kimseyi göremedi fakat aracın diğer tarafında bir yerde olacaklarını tahmin etti.
İstemeye istemeye adımlarını yavaşlattı. Birazdan göreceklerini düşündü, ceketinin cebinde ellerini yumruk yapıp sıktı ve adli tıp uzmanlarının gri aracının etrafında genişçe döndü.
Otobüsün açık orta kapısının aydınlattığı yerde uzun yıllar amiri olan ve şimdi emniyet müdürü olmuş Hammar duruyordu. Anlaşılan otobüsün içindeki birisiyle konuşuyordu. Lafını yarıda bırakıp Martin Beck’e döndü.
“Demek buradasın. Seni aramayı unuttular demeye başlamıştım.”
Martin Beck bunu cevapsız bırakarak kapılara doğru yürüyüp içeri baktı.
Midesi sanki düğümlendi. Beklediğinden çok daha kötüydü.
Soğuk parlak ışık her bir ayrıntıyı iğne gibi göze sokuyordu. Otobüsün tamamı yamulmuştu, kanla kaplı cansız bedenlerle dolu gibiydi.
Arkasını dönüp yürüyüp gitmek, bir daha hiç bakmak zorunda olmamak isterdi. Ancak bu düşüncesi, yüzünden belli olmuyordu. Bunun yerine, kendini zorlayarak tüm ayrıntıları zihninde not aldı. Laboratuvardan gelen adamlar sessiz ve metotlu bir şekilde çalışıyordu. İçlerinden biri Martin Beck’e bakıp yavaşça kafa salladı.
Martin Beck cesetleri teker teker süzdü. Hiçbirisini tanımıyordu. En azından bu hâliyle.
“Şuradaki,” dedi birdenbire, “yoksa o…”
Hammar’a döndü ve yerinden fırladı.
Hammar’ın arkasından, karanlıkta Kollberg belirmişti, şapkasızdı ve saçları alnına yapışmıştı.
Martin Beck ona bakakaldı.
“Selam,” dedi Kollberg. “Ben de sana ne oldu diye merak etmeye başlamıştım. Tam seni tekrar aratacaktım.”
Martin Beck’in önünde durup onu yakından inceledi.
Ardından otobüsün içine hızlıca bir bakış atıp midesinin bulandığını belli eden bir bakışla devam etti, “Bir fincan kahve alsan iyi olur. Hemen getiriyorum.”
Martin Beck hayır anlamında başını salladı.
“Evet,” dedi Kollberg.
Uzaklaştı. Martin Beck arkasından bakakaldı, ardından tekrar ön kapıya doğru yürüyüp içeriye baktı. Hammar ağır adımlarla arkasından takip etti. Otobüsün şoförü direksiyonda yığılıp kalmıştı. Başının arkasından vurulduğu belliydi. Martin Beck adamın yüzünü inceledi ve tuhaf bir biçimde, kusacak gibi olmamasına şaşırdı. Yağmurun altında ifadesiz bir suratla dikilen Hammar’a döndü.
“Burada ne arıyormuş?” dedi Hammar tonlamasız bir sesle.
“Bu otobüste mi?”
Tam o saniye, Martin Beck telefondaki adamın kimi kastettiğini anladı.
Üst kata çıkan merdivenlerin arkasında, pencerenin dibindeki koltukta cinayet masasından komiser yardımcısı Åke Stenström oturuyordu. Martin Beck’in en genç meslektaşlarından biriydi.
‘Oturmak’ belki de doğru sözcük değildi. Stenström’ün açık mavi poplin yağmurluğu kana bulanmıştı ve sağ omzu, yanında oturan iki büklüm olmuş genç kadının sırtına dayanmış hâlde koltuğuna yayılmıştı.
Ölmüştü. Tıpkı o genç kadın ve otobüsteki diğer altı kişi gibi.
Sağ elinde polis tabancasını tutuyordu.
7
Yağmur bütün gece yağdı ve güneş sekize yirmi kala doğmasına rağmen, bulutları delecek kadar güçlenmesi ve belli belirsiz, puslu bir ışık yayması saat dokuzu buldu.
Norra Stations Caddesi’nin karşısındaki kaldırımda otobüs on saat evvel durduğu hâlde kalmıştı.
Fakat aynı olan tek şey oydu. Şu ana dek alanı geniş çapta çevreleyen polis kordonunun içine yaklaşık elli adam girmişti ve dışarıda, meraklı izleyicilerin sayısı arttıkça artmıştı. Birçoğu gece yarısından beri orada dikiliyordu ve tek gördükleri polis ve ambulans çalışanları, her çeşit ciyak ciyak sirenli araçlardı. Siren sesleriyle dolu bir gece olmuştu, ıslak sokaklarda arabalar durmadan sebepsizce boş boş gidip gelmişti.
Hiç kimse bir şey bilmiyordu fakat kulaktan kulağa fısıltılar başlamıştı. Çok geçmeden bu fısıltılar kalabalık arasında yayılıp etraftaki evlere ve şehre dağıldı ve sonunda somutlaşarak ülke çapında uçuştu gitti. Şimdi sarf edilen sözcükler sınırları aşmıştı.
Toplu katliam.
Stockholm’de toplu katliam.
Stockholm’de bir otobüste yaşanan şu büyük katliam.
Herkes an az bu kadarını biliyordu.
Kungsholms Caddesi’ndeki emniyet amirliğinde de bundan fazlası biliniyor denemezdi. Hatta soruşturmadan kimin sorumlu olduğu bile bilinmiyordu. Telefonlar mütemadiyen çalıyor, insanlar içeri girip çıkıyor, yerler kirleniyordu. Ter ve yağmurdan yapış yapış olmuş etraftaki insanların sinirleri bozuktu.
“Kim isim listesi üstünde çalışıyor?” diye sordu Martin Beck.
“Rönn galiba,” dedi Kollberg, arkasını dönmeden. Planı duvara bantla yapıştırmakla uğraşıyordu. Taslak çizim üç metreden uzundu, yarım metre genişliğindeydi. Bu yüzden de idare etmesi zordu.
“Bana yardım edebilecek kimse var mı acaba?” dedi.
“Tabii,” dedi Melander sakin sakin, piposunu bırakıp ayağa kalktı.
Fredrik Melander