Kayıp İtfaiye Arabası. Пер Валё

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kayıp İtfaiye Arabası - Пер Валё страница 15

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kayıp İtfaiye Arabası - Пер Валё Martin Beck

Скачать книгу

dedi Skacke.

      “O hâlde başlangıç olarak bize kahve getirebilirsin,” dedi Kollberg. “Bana da üç mazarin kapkek. Sen ne istersin, Martin?”

      Martin Beck ayağa kalkıp ceketini ilikledi.

      “Hiçbir şey,” dedi. “Ben şimdi Adli Tıp’a gidiyorum.”

      Florida paketini ve kibrit kutusunu cebine koyup taksi çağırdı.

* * *

      Otopsiyi sürdüren patoloji uzmanı, yetmiş yaşlarında beyaz saçlı bir profesördü. Martin Beck’in polis memuru olduğu ilk günlerinden beri polis doktoruydu ve aynı zamanda Martin Beck’in Polis Okulu’ndan da öğretmeniydi. O günlerden bu yana, birçok davada birlikte çalışmışlardı ve Martin Beck adamın tecrübesi ve bilgisine muazzam saygı duyardı.

      Solna’daki Adli Tıp’ta patoloji uzmanının kapısını tıklattı, içeride daktilonun tıkırtısını duydu ve cevap beklemeden kapıyı açtı. Profesör cam kenarında oturmuş, sırtı kapıya dönük, daktiloda yazı yazıyordu. İşini bitirdi, kâğıdı makineden çekip çıkardı. Arkasını döndüğünde Martin Beck’i gördü.

      “Selam,” dedi. “Ben de tam sana ön raporu yazıyordum. Nasıl gidiyor?”

      Martin Beck paltosunun düğmelerini açıp ziyaretçi sandalyesine çöktü.

      “Eh işte,” dedi. “Bu yangın işi bayağı gizemli. Bir de üşüttüm. Ama otopsiye hazır değilim.”

      Profesör onu alıcı gözüyle süzüp şöyle dedi:

      “Muayene olmalısın. Durmadan böyle üşütmen iyi değil.”

      “Ah, doktorlar,” dedi Martin Beck. “Şerefli meslektaşlarına saygım sonsuz ama bu sıradan soğuk algınlığının tedavisini hâlâ bulamadılar.”

      Cebinden mendilini çıkarıp altını çizmek istercesine sümkürdü.

      “Eh, evet, hadi şimdi,” dedi. “İlk ve öncelikle ilgilendiğim kişi Malm.”

      Profesör gözlüğünü çıkarıp önündeki masaya koydu.

      “Onu görmek istiyor musun?” dedi.

      “Tercih etmem,” diye cevap verdi Martin Beck. “Bana anlatacaklarınla yeteri kadar mutlu olurum.”

      “Pek görülecek bir yanı yok zaten,” dedi patoloji uzmanı. “Diğer ikisi de öyle. Ne bilmek istiyorsun?”

      “Nasıl öldüğünü.”

      Profesör mendilini çıkarıp gözlüğünü temizlemeye başladı.

      “Maalesef sana onu söyleyemem,” dedi. “Zaten çoğunu anlattım bile. Yangın başladığında ölü olduğunu tespit ettik. Yangın ilk çıktığında yatakta, muhtemelen giysileri üstünde yatıyormuş.”

      “Şiddet görmüş olabilir mi?” diye sordu Martin Beck.

      Patoloji uzmanı hayır anlamında başını salladı. “Sıfıra yakın ihtimal,” dedi.

      “Vücutta herhangi bir yara ya da darbe izi yok muydu?”

      “Vardı, doğal olarak. Pek çok. Sıcaklık çok yoğundu ve adam eskrimci pozisyonunda yatıyordu. Kafası çatlaklarla dolu ama bu çatlaklar ölümden sonra olmuş. Aynı zamanda birtakım çürük ve morluklar vardı, muhtemelen düşen kirişler ve başka şeylerden dolayı olmuş. Isıdan dolayı da kafatası içten patlamış.”

      Martin Beck başıyla onayladı. Daha önce yangın kurbanları görmüştü ve uzman olmayan sıradan birinin, bu yaralanmaların ölümden önce meydana geldiğini zannetmesinin ne kadar kolay olduğunu bilirdi.

      “Yangın başlamadan önce ölü olduğu sonucuna nasıl vardınız?” dedi.

      “Öncelikle vücut yangına ilk maruz kaldığında dolaşımın devam ettiğini gösteren bir iz yoktu. Sonra, ciğerlerinde ya da bronş yollarında duman ya da is lekesi bulamadık. Diğer ikisinin solunum organlarında kurum parçacıkları, zarlarında kan pıhtıları vardı. O ikisine bakacak olursak yangın çıkana kadar ölmedikleri kesin.”

      Martin Beck ayağa kalkıp cama doğru yürüdü. Dışarıdaki yola baktı, karayollarının sarı araçları neredeyse tamamen erimiş gri buzlu çamura tuz atıyordu. Martin Beck iç geçirdi, bir sigara yakıp cama sırtını döndü.

      “Adamın öldürüldüğüne inanmak için iyi bir sebebiniz var mı?” diye sordu profesör.

      Martin Beck omuz silkti.

      “Tam ev yanmadan önce doğal yollardan vefat ettiğine inanmakta güçlük çekiyorum,” dedi.

      “İç organları gayet sağlıklıydı,” dedi patoloji uzmanı. “Tek sıra dışı durum, kanındaki karbonmonoksit oranı biraz yüksekti, hiç duman solumadığı göz önüne alınırsa, bu tuhaf.”

      Martin Beck yaklaşık bir yarım saat daha kaldıktan sonra şehre döndü. Norra Bantorget’te otobüsten inip otobüs terminalindeki kirli havayı solurken şehirde yaşayan ve karbonmonoksit zehirlenmesinden mustarip olmayan bir vatandaşın bile olmadığına kanaat getirdi.

      Bir süre patoloji uzmanının, ölü adamın kanında karbonmonoksit bulunduğunu söylemesi önemli miydi değil miydi diye durup düşündü fakat sonra bu konuyu rafa kaldırdı. Ardından, metronun daha da zehirli olan havasına doğru yürümeye başladı.

      9

      13 Mart Çarşamba günü öğleden sonra, Gunvald Larsson’a ilk kez Güney Hastanesi’ndeki yatağından kalkma izni verildi. Gunvald Larsson hastanenin tedarik ettiği sabahlığa zar zor sığmıştı. Durumdan hiç de hoşnut değildi. Kaşlarını çatarak aynadaki yansımasına baktı. Sabahlık ona birkaç beden küçüktü, rengi solmuştu ve ne renk olduğu anlaşılmıyordu. Sonra Gunvald Larsson ayaklarına baktı. Bir çift tahta tabanlı ayakkabı vardı ayağında. Bu ayakkabılar ya Golyat için yapılmıştı ya da bir sabo üreticisinin kapısına asılmak maksadıyla üretilmişlerdi.

      Bozuk parası komodinin çekmecesindeki küçük bir kutuda duruyordu, böylece Gunvald Larsson birkaç bozukluk alıp en yakındaki hasta telefonuna gitti, polis merkezinin numarasını çevirdi ve hazzetmediği giysinin kolunu dalgın dalgın çekiştirdi.

      “Evet,” dedi Rönn. “Eh, sen misin? Nasılsın?”

      “İyi. Ben buraya nasıl geldim?”

      “Ben getirdim. Kafan bayağı uçmuştu.”

      “En son hatırladığım, gazetede Zachrisson’un resmine bakıyordum sanırım.”

      “Eh,” dedi Rönn. “O beş gün önceydi. Ellerin nasıl?”

      Gunvald Larsson sağ eline bakıp parmaklarını esnetti. Eli oldukça genişti ve uzun, sarı tüylerle kaplıydı.

      “İyi görünüyorlar,” dedi. “Sadece

Скачать книгу