Pis Adam. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Pis Adam - Пер Валё страница 12
Peki ama genel kanı hep bir polisin işinin diğerlerinden çok daha riskli, daha sert ve daha az karşılık gördüğü yönünde değil miydi? Cevap son derece basitti. Evet ama sırf başka meslek gruplarının böylesi bir rol takıntısı yoktu ya da günlük hayatlarını polisler kadar dramatize etmiyorlardı.
Her şey rakamlarla destekleniyordu. Yıllık yaralı polis sayısı, polis tarafından haksız muameleye uğrayan insan sayısıyla kıyaslandığında devede kulak kalıyordu. Vesaire.
Üstelik bunlar sadece Stockholm için değildi. Örneğin New York’ta, her yıl ortalama yedi polis öldürülüyordu, oysaki taksi şoförleri ayda iki, ev hanımları haftada bir kayıp veriyordu ve bu oran, işsizler arasında günde birdi.
Bu kokuşmuş sosyologlar için hiçbir şey kutsal değildi. İngiliz aynasızları efsanesini yani İngiliz polisinin silahlı olmadığından diğerleri kadar şiddete tahrik etmediğini söyleyen efsaneyi bozup doğru düzgün oranlarına indirmeyi başaran bir İsveç ekibi bile vardı. Hatta Danimarka’da bile, sorumluluk sahibi yetkililer bu gerçeği kavramıştı ve sadece istisnai durumlarda polislere silah veriliyordu.
Oysaki Stockholm’de durum hiç böyle değildi.
Martin Beck Nyman’ın cesedine bakıp dururken birdenbire bu çalışmayı düşünmeye başlamıştı.
Şimdi yine aklına gelmişti. O belgede varılan sonuçların doğru olduğunu kavradı ve paradoks olsa da bu sonuçlarla şu anda onu meşgul eden cinayet arasında bir çeşit bağlantı olduğunu sezdi.
Polis olmak tehlikeli değildi ve hatta asıl tehlikeli olanlar polislerdi. Kısa süre önce, bir polisin katledilmiş bedenine bakakalmıştı.
Şaşırtıcı bir biçimde ağzının köşeleri titremeye başladı ve bir an için Martin Beck, Regerings Caddesi’nden Kungs Caddesi’ne inen merdivenlere oturmak ve bu duruma katıla katıla gülmek zorunda kalacağını sandı.
Ancak aynı tuhaf mantıkla, birdenbire en iyisi eve gidip tabancamı alayım fikri aklına geldi.
Bir yıldan uzun bir süredir tabancasına bakmamıştı bile.
Stureplan tarafından boş bir taksi caddeye girdi.
Martin Beck elini kaldırıp taksiyi durdurdu.
Yanları siyah çizgili, sarı bir Volvo’ydu. Bu yeni bir durumdu ve Stockholm’deki bütün taksilerin siyah olması gerektiğini söyleyen eski kuralı rahatlatmıştı. Martin Beck ön koltuğa, sürücünün yanına oturdu.
“Köpman Caddesi sekiz numara,” dedi.
Bunu söylerken daha şoförü tanımıştı. Mesai dışı saatlerinde taksi kullanarak gelirini artırmaya çalışan polis memurlardan biriydi bu. Martin Beck’in adamı tanımış olmasıysa tam bir tesadüftü. Birkaç gün önce, Merkez İstasyonu’nun dışında, sıra dışı bir beceriksizliğe sahip rütbesiz iki memuru, başlangıçta uzlaşmacı olan genç bir sarhoşu öfkeden çıldırtma noktasına getirip sonra da kontrollerini kaybederken seyretmişti. Direksiyonun başındaki adam işte onlardan biriydi.
Yirmi beş yaşındaydı ve son derece çenesi düşüktü.
Muhtemelen anasının karnından konuşarak çıkmıştı ve düzenli mesleği ona arada sırada söylenme fırsatı veriyorsa da bu gediği yan mesleğinde kapatıyor olmalıydı.
Belediye’nin Temizlik Birimi’nin süpür-ve-püskürt kamyonlarından biri yollarını tıkadı. Gece çalışan polis memuru kurtlanarak ilan panosunda Richard Attenborough’nun 10 Rillington Place afişini inceledi.
“Rollington Sarayı 10 numara, hı?” dedi garip bir şiveyle. “İnsanlar da bu saçmalığı izlemek istiyor. Cinayet, sefalet ve manyak insanlar. Bana sorarsan, tam bir rezalet.”
Martin Beck başıyla onayladı. Adam belli ki onu tanımamıştı ve bu baş sallamadan cesaret alıp sesli sesli konuşmayı sürdürdü.
“Ama biliyorsun, bütün sıkıntıyı çıkaran şu yabancılar.”
Martin Beck hiçbir şey demedi.
“Sana sadece bir şey söyleyeceğim, bütün yabancıları hep birlikte bir çuvala koyarak büyük hata yaparsın. Bu taksiyi benimle beraber kullanan adam mesela Portekizli.”
“Ya?”
“Evet ve daha iyi bir adam bulamıyorsun. Kıçından ter akana kadar çalışıyor, asla yan gelip yatmıyor. Ve araba kullanabiliyor! Neden biliyor musun?”
Martin Beck başını sağa sola salladı.
“Evet, işte, Afrika’da dört yıl boyunca tank kullanmış. Biliyorsun, Portekiz orada bir bağımsızlık savaşı veriyor, Angola denen yerde. Orada bağımsızlıkları için deliler gibi savaşıyorlarmış, Portekizliler ama burada İsveç’te bundan haberin bile olmaz. Bu adam da, bu bahsettiğim adam, o dört yıl içinde yüzlerce komünist vurmuş. Ona bakınca ordunun ne kadar iyi bir şey olduğunu anlıyorsun, disiplin falan filan. Adama ne dersen harfiyen uyguluyor, tanıdığım herkesten daha fazla para kazanıyor. Eğer sarhoş bir Finlandiyalı da taksisine binerse, eh, yüzde yüz bahşiş almayı ihmal etmiyor. Refah ülkesine üşüşen bu beleşçilerin geleceğini gördüler.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.