Pis Adam. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Pis Adam - Пер Валё страница 8
Aralarında herhangi bir iletişim yoktu ve Martin Beck, sessizliği bozma görevinin ona düştüğünü hissetti.
“Bu koğuş her yeriyle eski moda, değil mi?” diye sordu.
“Evet,” dedi Rönn. “İki gün sonra boşaltılması gerekiyormuş, modernize edilecek ya da başka bir şeye dönüştürülecekmiş. Hastalar ana binadaki yeni koğuşlara taşınacakmış.”
Martin Beck’in düşünceleri anında yeni istikametlere yol aldı.
“Acaba ne kullandı?” dedi bir süre sonra, kendi kendine konuşur gibi. “Belki bir pala ya da bir samuray kılıcı olabilir.”
“İkisi de değil,” dedi Rönn, odaya yeniden girerek. “Silahı bulduk. Dışarıda, pencereden yaklaşık dört metre uzakta duruyor.”
Dışarı çıkıp baktılar.
Bir spot ışığının soğuk beyaz aydınlığının altında geniş bıçaklı bir kesici alet duruyordu.
“Süngü,” dedi Martin Beck.
“Evet. Aynen. Mauser tipi karabina ucuna takılanlardan.”
Altı milimetrelik karabina sıradan bir ordu silahıydı, çoğunlukla topçu birliği ya da süvariler tarafından kullanılırdı. Martin Beck de askerliğini yaparken eline bundan verilmişti. Silah muhtemelen artık kullanımdan kalkmıştı ve levazım subaylarının kayıt defterlerinden silinmişti.
Bıçağın üstü tamamen pıhtılaşmış kanla kaplıydı.
“O sapından parmak izi alabilir misin?”
Rönn omuz silkti.
Her kelime ağzından cımbızla alınmak zorundaydı, zor kullanılmasa da sözel baskı şarttı.
“Hava ağarıncaya kadar burada böylece kalacak mı?”
“Evet,” dedi Rönn. “İyi bir fikre benziyor.”
“En kısa zamanda Nyman’ın ailesiyle konuşmak isterim. Sence karısını bu saatte yataktan kaldırabilir miyiz?”
“Evet, sanırım,” dedi Rönn hiç ikna edici olmayan bir sesle.
“Bir yerden başlamak zorundayız. Geliyor musun?”
Rönn bir şeyler mırıldandı.
Martin Beck, “Ne dedin?” diye sorup burnunu sildi.
“Buraya bir fotoğrafçı getirmek lazım,” dedi Rönn.
“Tamam.” Ama hiç umurundaymış gibi konuşmamıştı.
8
Rönn arabaya yürüdü ve sürücü koltuğuna oturup Martin Beck’i bekledi, Martin Beck tatsız görevi üstlenerek dul kadını aramaya gitmişti.
“Ona ne kadarını anlattın?” diye sordu Rönn, meslektaşı yanına oturunca.
“Sadece öldüğünü. Anlaşılan çok ağır hastaymış, belki de kadına sürpriz olmadı. Ama tabii ki şimdi bizim ne alakamız olduğunu merak ediyor.”
“Sesi nasıl geliyordu? Şoke oldu mu?”
“Evet, tabii ki. Bir taksiye atlayıp soluğu hastanede alacaktı. Şimdi bir doktor onunla konuşuyor. Umarım kadını evde beklemeye ikna edebilir.”
“Evet. Asıl şu anda görse gerçek şoku yaşardı. Zaten söylemesi yeterince zor.”
Rönn, Dala Caddesi üzerinden kuzeye, Oden Caddesi’ne doğru ilerledi. Eastman Enstitüsü’nün dışında siyah bir Volkswagen bekliyordu. Rönn başıyla gösterdi.
“Hem park yasağı olan yere park etmiş, hem de kaldırıma çıkmış. Şansına trafikten değiliz.”
“Ayrıca böyle park etmek için sarhoş olması lazım,” dedi Martin Beck.
“Belki de kadındı,” dedi Rönn. “Kesin kadındır. Kadınlar ve sürüş becerileri yok mu…”
“Tipik beylik bir bakış,” dedi Martin Beck. “Kızım şimdi seni duysaydı gerçek bir nutuk çekmeye başlamıştı.”
Araba Oden Caddesi’nden sağa döndü ve Gustav Vasa Kilisesi ile Odenplan’ın önünden geçti. Taksi durağında BOŞ tabelası yanan sadece iki araç duruyordu, şehir kütüphanesinin dışındaki trafik ışıklarının orada sarı bir sokak temizleme aracı, tepesindeki turuncu ışığı yanıp sönerek çalışıyor, yeşil ışığı bekliyordu.
Martin Beck ve Rönn sessizce arabada yola devam ettiler. Sveavägen’e sapıp köşede tıngır mıngır giden sokak süpürme aracını geçtiler. İktisat Fakültesi’nin oradan sola dönüp Kungstens Caddesi’ne geçtiler.
“Hay içine edeyim,” dedi Martin Beck birden alevlenerek.
“Evet,” dedi Rönn.
Sonra arabada yine sessizlik oldu. Birger Jarls Caddesi’ni geçerlerken Rönn yavaşlayıp numaraları okumaya başladı. Yurttaş Okulu’nun karşısındaki apartmanın kapısı açıldı ve genç bir adam kafasını dışarı uzatıp onlardan tarafa baktı. İkisi arabayı park edip karşıya geçerken kapıyı açık tuttu.
Martin Beck ve Rönn kapıya ulaşınca adamın, uzaktan göründüğünden daha genç bir çocuk olduğunu gördüler. Neredeyse Martin Beck kadar uzun boyluydu ama taş çatlasın on beş yaşında görünüyordu.
“Adım Stefan,” dedi. “Annem üst katta bekliyor.”
Oğlanın peşinden merdivenlerden ikinci kata çıktılar, bir kapı aralıktı. Oğlan onları holden geçirip oturma odasına soktu.
“Ben annemi getireyim,” diye mırıldanarak koridorda gözden kayboldu.
Martin Beck ve Rönn odanın ortasında ayakta durup etrafa baktılar. İçerisi çok derli topluydu. Bir tarafta 1940’lardan kalma gibi duran mobilyalar dizilmişti; bir kanepe, ona takım açık sarı cilalı ahşaptan, çiçekli kreton kumaş kaplı, üç tekli koltuk ve aynı açık renk ahşaptan oval bir sehpadan oluşuyordu. Sehpanın üstünde beyaz dantel bir örtü, örtünün ortasında da kırmızı lalelerle dolu kocaman kristal bir vazo vardı. İki pencere sokağa bakıyordu ve beyaz dantel perdelerin arkasında, bakımlı saksı çiçekleri diziliydi. Odanın bir ucundaki duvar parıl parıl maun ahşaptan bir kitaplıkla kaplıydı, içi yarı yarıya deri ciltli kitaplarla, yarı yarıya da hatıralık eşya ve biblolarla doluydu. Duvar diplerinde gümüş ve kristalle dolu, cilalı ahşaptan küçük sehpalar görülüyordu. Kapağı tuşların üstüne kapatılmış, siyah bir piyano bu mobilyaları tamamlıyordu. Ailenin