Pis Adam. Пер Валё

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Pis Adam - Пер Валё страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Pis Adam - Пер Валё Martin Beck

Скачать книгу

memuruna bakıp hayır anlamında başını salladı. Adamlar iri ve güçlüydü, tabancaları ve copları deri kılıflarındaydı. Tutukladıkları adam ayaklarının dibine yığılmış, inliyordu.

      Onlar da Rönn’e kıskanarak ve aval aval bakıyorlardı, boş mavi gözlerinde terfi alma umudu okunuyordu.

      “Hayır, kendi arabamı alırım,” deyip çıktı Rönn.

      Einar Rönn ağır toplardan biri değildi ve tam o anda, kendini çarkın bir dişlisi gibi bile hissetmiyordu. Kimileri onun çok becerikli bir polis olduğunu düşünür, kimileriyse onu vasat bulurdu. Ama ne olursa olsun, görevine sadık kaldığı yılların ardından Ağır Suçlar Şubesi’nde komiser muavini olmuştu. Gazetelerin deyişiyle tam bir hafiyeydi. Uzlaşmacı ve orta yaşlı, kırmızı burunlu ve çok oturmaktan hafif göbek yapmış biriydi. Bunda herkes hemfikirdi.

      Belirtilen adrese arabasıyla gitmesi tam dört dakika on iki saniye sürdü.

* * *

      Sabbathberg Hastanesi, tepeciklerle dolu kaba bir üçgen şeklindeki geniş bölgeye yayılmıştı, üçgenin tabanı kuzeydeki Vasa Parkı’nda, yan kenarları doğuda Dala Caddesi ve batıda Tors Caddesi’ndeydi, sivri ucuysa Barnhus Koyu üstündeki yeni köprüyü teğet geçiyordu. Tors Caddesi’nden gazhaneye ait, kiremit büyük bir bina üçgenden içeri giriyor, bir köşeden bir geçit sağlıyordu.

      Hastane adını Vallentin Sabbath isimli bir hancıdan alıyordu, on sekizinci yüzyılın başında bu kişi Eski Şehir’de Rostock ve Lejonet adında iki han sahibiydi. Buradan arsa satın almış, göletlerde sazan balığı yetiştirmişti ki o göletler çoktan kurumuş ya da doldurulmuştu, adam üç yıl boyunca bu arsada bir restoran işlettikten sonra 1720 yılında dünyaya gözlerini kapamıştı.

      Yaklaşık on yıl sonra, burada bir kaplıca yani bir spa açıldı. İki yüz yıllık kaplıca oteli, yıllar içinde hem bir hastane hem de darülaceze olarak hizmet verdi. Şimdi ise sekiz katlı bir huzurevinin gölgesindeydi.

      Asıl hastane binası, Dala Caddesi üzerindeki kayalık alanda yüzyıldan uzun zaman önce inşa edilmişti ve birbirine uzun, kapalı geçitlerle bağlanan sayısız kubbeli yapıdan oluşuyordu.

      Eski kubbelerden bazıları hâlâ kullanımdaydı ama çoğu yakın zamanda yıkılmış, yerlerine yenileri yapılmıştı ve artık geçit sistemi yeraltındaydı.

      Arsanın en uzak ucunda, yaşlılar evinin bulunduğu daha eskice binalar yer alıyordu. Burada küçük bir şapel vardı ve çimenler, çitler ve çakıl taşlı yürüme yollarından oluşan bahçenin ortasında beyaz kenarlıklı, yuvarlak çatısında kule gibi yükselen, sarı bir yazlık ev vardı. Şapelden sokağın yanındaki eski bekçi evine ağaçlıklı bir yol gidiyordu. Şapelin arkasında, arsanın yükseltisi artıyor, Tors Caddesi’nin yukarısında duruyordu, bu uzayan yol uçurumla Bonnier Binası arasında kıvrılıyordu. Burası hastane arsası içinde en sessiz ve en ıssız bölümdü. Ana giriş kapısı, yüz yıl önce olduğu gibi Dala Caddesi üstündeydi ve hemen yanında yeni merkezi hastane binası duruyordu.

      5

      Ekip otosunun tavanında yanıp sönen mavi ışıkta Rönn kendini âdeta bir hayalet gibi hissetti. Ama yakında durum daha beter olacaktı.

      “Ne olmuş?” dedi.

      “Tam bilmiyorum. Kötü.” Polis memuru çok genç görünüyordu. Samimi ve duygusal bir yüzü vardı fakat bakışları fıldır fıldırdı ve sanki ayakta hareketsiz durmakta sıkıntı çekiyordu. Sol eliyle arabanın kapısını tutuyor, sağ eliyle de ikircikli bir şekilde tabancasının kabzasını yokluyordu. On saniye önce, ancak rahat bir oh denebilecek bir ses çıkarmıştı.

      Çocuk korkmuş, diye düşündü Rönn. Güven veren bir sesle konuştu.

      “Tamam, bakarız şimdi. Nerede?”

      “Oraya ulaşmak biraz çetrefilli. Ben arabayla önden giderim.”

      Rönn başıyla onaylayıp kendi arabasına döndü. Motoru çalıştırıp mavi ışıkları takip etti, ana hastanenin etrafında genişten alarak dönüp arsanın içine girdiler. Otuz saniye içinde ekip otosu üç kere sağa, iki kere sola saptı ve fren yapıp sarı badanalı, eğimli kara çatılı, uzun, alçak bir binanın önünde durdu. Bina fi tarihinden kalma gibiydi. Eskimiş ahşap kapının üstünde, tek bir ampul titreşerek yanmaya çalışıyor, karanlığa karşı savaşını kaybediyordu. Polis memuru arabadan inip bir önceki duruşunu takındı, eli arabanın kolunda ve tabanca kabzasında, geceye ve olabileceklere karşı kalkanını takındı.

      “İçeride,” dedi, çift kanatlı ahşap kapıya savunmasını alarak baktı.

      Rönn esnemesini bastırıp başını salladı.

      “Daha fazla adam çağırayım mı?”

      “Bakalım, göreceğiz,” diye tekrar etti Rönn cana yakın bir şekilde.

      Derhal merdivenleri çıkıp kapının sağ yarısını açarken yağlanmamış menteşeler gıcırdadı. İki adım daha attı, bir başka kapıyı açtı ve kendini yine azıcık aydınlatılmış bir koridorda buldu. Koridor genişti, tavanı yüksekti ve binayı uzunlamasına kaplıyordu.

      Bir tarafta özel odalar ve koğuşlar sıralanırken diğer taraf görünüşe göre lavabolar, çarşaf dolapları ve muayene odaları olarak hizmet veriyordu. Duvarda sadece on öre ile çalışan, siyah, eski bir jetonlu telefon vardı. Rönn üstünde kısa ve öz LAVMAN yazan, fildişi beyazı oval tabelaya baktı ve sonra durduğu yerden görebildiği dört kişiyi incelemek üzere yakınlaştı.

      İki tanesi üniformalı polisti. İçlerinden biri iri yarıydı, sağlam yapılıydı ve ayakları ayrık, kolları iki yanında, ileri doğru bakıyordu. Sol elinde siyah kapaklı bir not defteri açık duruyordu. Meslektaşı duvara yaslanıyordu, başı öne eğikti, gözleri eski moda pirinç musluğu olan, emaye dökme demir lavaboya odaklanmıştı. Rönn’ün fazla mesai yaptığı dokuz saat içinde karşılaştığı bütün gençler arasında bu kesinlikle en genciydi. Deri ceketi, omuz kemeri ve görünüşe göre zorunlu silahıyla gülünç bir polis taklidine benziyordu. Gözlüklü, gri saçlı daha yaşlı bir kadın bir hasır koltuğa yığılmış oturuyor, duygusuzca beyaz tahta sabolarına bakıyordu. Üstünde beyaz önlük, uçuk baldırlarında çirkin çirkin varisler vardı. Bu dörtlüyü, otuzlu yaşlarda bir adam tamamlıyordu. Kıvırcık siyah saçlıydı ve sinirinden parmak boğumlarını kemiriyordu. O da beyaz bir gömlek ve tahta tabanlı ayakkabılar giymişti.

      Koridordaki hava tatsızdı, dezenfektan, kusmuk ya da ilaç ve hatta üçü birden kokuyordu. Rönn aniden ve beklenmedik şekilde hapşırdı, geç kalmış bir şekilde baş ve işaret parmağıyla burnunu tuttu.

      Tek tepki veren defterli polisti. Hiçbir şey söylemeden, sarı çatlak boyalı yüksek bir kapıyı ve metal çerçevenin içindeki daktiloyla yazılmış, beyaz kartı işaret etti. Kapı tam kapalı değildi. Rönn koluna dokunmadan çekerek açtı. İçeride bir kapı daha vardı. Bu kapı da aralıktı ama içeri doğru açılıyordu.

      Rönn bu kapıyı ayağıyla itti, odanın içine bakınca irkildi. Kızarmış burnunu bırakıp bir kez daha baktı, bu kez sistemli bir bakıştı.

      “Olamaz,”

Скачать книгу