Pis Adam. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Pis Adam - Пер Валё страница 4
“Bu güzel akşam için teşekkürler. Daha önce görüşemezsek de Rolf’un doğum gününde görüşürüz. İyi uykular.”
Martin Beck kızını asansöre kadar geçirdi, iyi geceler diye fısıldadıktan sonra kapısını kapatıp evine girdi.
Buzdolabından çıkardığı birayı büyük bir bardağa koydu, içeri yürüyüp masaya oturdu. Sonra şöminenin yanındaki müzik sistemine gitti, plaklarını karıştırdı ve Bach’ın Brandenburg konçertolarından birini koydu. Binada ses yalıtımı iyiydi, Martin Beck komşuları rahatsız etmeden sesi açabileceğini biliyordu. Masaya oturup birayı içti, biraz taze ve soğuktu. Punsch’un tatlı ve yapış yapış olan tadını alıp götürmüştü. Martin Beck Florida sigarasının kâğıt ağızlığını sıktı, sigarayı dişlerinin arasına sokup bir kibrit çaktı. Sonra çenesini eline yaslayıp pencereden dışarıya baktı.
Avlunun diğer tarafında bu ilkbaharda ay ışığının aydınlattığı gökyüzü koyu mavi ve yıldızlıydı. Martin Beck müziği dinleyerek düşüncelerini serbest bıraktı. Son derece rahat ve huzurluydu.
Plağın diğer tarafını koyunca yatağın üstündeki rafa yürüdü ve Flying Cloud adlı sürat teknesinin yarı tamamlanmış maketini aldı. Yaklaşık bir saat boyunca gemi direği ve gövdesiyle uğraştı, sonra maketi tekrar yerine koydu.
Soyunurken önceden tamamladığı iki makete gururla baktı. Maketlerden biri Cutty Sark, diğeri de eğitim gemisi Danmark’tı. Yakında Flying Cloud’da bir tek direkleri tutan halatları yapması kalacaktı, bu kısım en zor ve en sıkıntılı bölümdü.
Martin Beck çırılçıplak mutfağa yürüdü, küllüğü ve bira bardağını lavabonun yanında tezgâha koydu. Sonra yastığının üstündeki aplik hariç bütün ışıkları söndürdü, yatak odasının kapısını aralık kalacak şekilde kapatıp yattı. İki otuz beşi gösteren saati kurdu ve alarm düğmesine basılı mı diye kontrol etti. Önünde boş bir gün olmasını ve canı istediği kadar uyuyabilmeyi umuyordu.
Kurt Bergengren’in Ada Vapurları kitabı komodindeydi. Martin Beck kitaba şöyle bir göz attı, daha önce dikkatlice incelediği resimlere baktı ve ara ara bir paragraf, bir resim altı yazısı okurken içinde bir nostalji duydu. Kitap büyük ve ağırdı, yatakta okumaya pek elverişli değildi, bu yüzden çok geçmeden kolları ağrıdı. Martin Beck kitabı kenara koyup okuma lambasını da söndürdü.
Sonra telefon çaldı.
4
Einar Rönn yorgunluktan bitmişti.
Aralıksız on yedi saattir işteydi. Tam şu saniye Kungsholms Caddesi’ndeki polis merkezinde Kriminal Şube’deki odasında ayaktaydı, meslektaşlarından birine el uzatmış, iki gözü iki çeşme ağlayan yetişkin bir adama bakıyordu.
Esasında belki de onun için ‘yetişkin adam’ tabiri çoktu çünkü gözaltındaki bu kişi çocuk denecek yapıdaydı. Omuzlarına kadar sarı saçlı, parlak kırmızı Levi’s’lı ve arkasında LOVE yazan püsküllü, kahverengi süet ceketli, on sekiz yaşında bir oğlandı. Harflerin etrafı pembe, lila ve bebek mavisi, süslü püslü çiçeklerle bezeliydi. Aynı zamanda oğlanın botlarının boğazında da çiçekler ve BARIŞ ve MAGGIE kelimeleri vardı. Dalgalı, yumuşak insan saçından uzun püsküller ceketin kollarına dikilmişti.
Birisinin derisini mi yüzdü diye merak etmeye yeterdi.
Rönn kendisi de hüngür hüngür ağlamak istiyordu. Kısmen yorgunluktan ama en çok, bugünlerde sık sık olduğu gibi, kurbandan çok suçu işleyene acıdığından.
Güzel saçlı genç adam, bir uyuşturucu satıcısını öldürmeye çalışmıştı. Teşebbüsü pek başarılı olamamıştı, yine de polisin onu ikinci dereceden kasten cinayet suçundan birinci şüpheli olarak görmesine yetecek kadar başarılıydı.
Rönn o gün saat beşten beri iz peşindeydi, yani güzide şehrin farklı bölgelerinde, her biri diğerinden daha pis ve iğrenç, farklı on sekiz keş mekânını didik didik aramak ve iz sürmek zorunda kalmıştı.
Sırf Mariatorget’de liselilere afyonla karışık esrar satan piçin teki başına bir darbe aldı diye yapmıştı bunu. Tamam, demir bir boruyla vurmuşlardı ve darbeyi indiren bunu parası olmadığından yapmıştı. Ama yine de, diye düşündü Rönn.
Bir de dokuz saat fazla mesainin üstüne bununla birlikte Vällingby’deki evine dönene kadar mesaisi onu bulacaktı.
Ama bir de bardağın dolu tarafından bakmak gerekir. Bu durum maaşını etkileyecekti.
Rönn, Lapland’lıydı, Arjeplog’da doğmuş, Lapland’lı bir kızla evlenmişti. Vällingby’ye pek bayılmazdı ama oturduğu sokağın adını yani Lapland Sokağı’nı seviyordu.
Gece nöbetindeki, kendinden daha genç meslektaşlarından biri nezaretteki adamın başka yere transferi için tutanağı hazırlayıp saç fetişistini iki gardiyana teslim etti, onlar da adamı üç kat yukarıdaki nakil bölümüne götürmek üzere asansöre tıktı.
Transfer tutanağı, üstünde tutuklunun adı yazan sıradan bir kâğıttı, arkasına nöbetçi memur gerekli yorumları yazardı. Örneğin: Çok vahşi, kendini defalarca duvara vurdu ve yaralandı. Ya da: Zapt edilemiyor, kapıya koşarak çarpıp yaralandı. Belki de şu: Düşüp bir yerini incitti.
Ve benzeri.
Avlunun kapısı açıldı ve iki memur, çalı gibi gri sakallı ihtiyar bir adamı içeri getirdi. Tam eşikten geçerlerken memurlardan biri adama dirseğiyle vurdu. Adam iki büklüm oldu, boğuk bir haykırışla bağırarak köpek ulumasına benzer bir ses çıkardı. İki polis hiç istifini bozmadan kâğıtlarını karıştırdı.
Rönn polis memurlarına yorgun bir bakış attı ama bir şey demedi. Arkasından esneyip saatine baktı.
İkiyi on yedi geçiyordu.
Telefon çaldı. Polislerden biri açtı.
“Evet, Kriminal Şube’den Gustavsson.”
Rönn kürklü beresini takıp kapıya yaklaştı. Elini tokmağa koymuştu ki Gustavsson adındaki adam onu durdurdu.
“Ne? Bir dakika. Hey, Rönn?”
“Efendim?”
“Senlik bir şey.”
“Gene ne olmuş?”
“Sabbathberg’de bir vaka. Birisi vurulmuş mu, ne olmuş. Telefondaki adamın kafası bayağı karışıktı.”
Rönn iç geçirip arkasını döndü. Gustavsson elini ahizeden çekti.
“Ağır Suçlar’dan bir polis şu anda burada. Ağır toplardan. Tamam mı?”
Kısa bir sessizlik oldu.
“Evet,