Polis Katili. Пер Валё
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Polis Katili - Пер Валё страница 5
Terminalin önünde iki turuncu otobüs duruyordu. Plastik tabelalarda gittikleri istikamet yazıyordu: Lund ve Malmö. Sürücüler sessizce sigaralarını içiyordu.
Gece ılık, hava nemliydi. Lambaların etrafını puslu haleler sarıyordu.
Otobüslerden biri boştu, diğeri de tek bir yolcuyla hareket etti. Diğer yolcular uzun süreli park alanına doğru aceleyle yürüdü.
Martin Beck’in avuçları hâlâ terliydi. Tuvalete girdi. Klozetin sifonu bozuktu. Pisuvarda yarısı yenmiş bir sosisli sandviç ve boş bir votka şişesi duruyordu. Lavabodaki yağlı kir tabakasının arasına saç telleri sıkışmıştı. Kâğıt havluluk bomboştu.
İşte Malmö’deki Sturup Havalimanı böyle bir yerdi. O kadar yeniydi ki daha tamamlanmamıştı.
Martin Beck burayı tamamlamanın bir anlamı olacağını düşünmüyordu. Bir bakıma daha şimdiden tam da mükemmel bir fiyaskonun canlı timsaliydi.
Martin Beck kumaş mendiliyle ellerini kuruladı. Tekrar dışarı çıkıp bir an karanlıkta dikildi, kendini yalnız hissetti. Elbette iç hatlar geliş salonunda polis bandosunu ya da yerel emniyet amirinin onu at üstünde karşılamaya gelmesini beklemiyordu.
Yine de bir hiçten fazlasını bekliyordu.
Cebinde bozuk para aradı ve ahizeyle arasındaki kablo kesilmemiş ya da bozuk para atma bölmesine ciklet tıkılmamış bir ankesörlü telefon aramayı düşündü.
Sisin arasından ışıklar belirdi. Siyah beyaz bir devriye aracı yavaşça rampayı çıkıp safran sarısı devasa kutunun giriş kapısına doğru yaklaştı.
Araba yavaş hareket ediyordu ve yalnız başına duran yolcuyla aynı hizaya gelince durdu. Yan cam açıldı ve kısacık favorili, kızıl saçlı bir adam ona soğuk soğuk baktı.
Martin Beck hiçbir şey demedi.
Bir iki dakika sonra adam elini kaldırıp parmağıyla onu işaret etti. Martin Beck arabaya doğru yürüdü.
“Burada ne diye takılıyorsun böyle?”
“Araç bekliyorum.”
“Araç mı bekliyorsun! Yok canım!”
“Belki sen bana yardım edebilirsin.”
Devriye memurunun nutku tutulmuştu.
“Yardım etmek mi? Ne demek istiyorsun?”
“Uçağım rötar yaptı. Belki senin telsizini kullanabilirim.”
“Sen kim olduğunu sanıyorsun?”
Gözlerini Martin Beck’in üstünden ayırmadan omzundan arkaya doğru yorum yapmaya başladı.
“Duydun mu? Bizim telsizi kullanabilirmiş, öyle düşünmüş. Bizi herhalde pezevenklik servisi falan sandı. Duydun mu sen de?”
“Duydum,” dedi diğer polis bitkin bir şekilde.
“Kimliğini gösterebilir misin?” dedi birinci polis memuru.
Martin Beck elini arka cebine soktu ama vazgeçti. Kolunu indirdi.
“Evet,” dedi. “Ama göstermesem daha iyi.”
Topuğunun üstünde arkaya dönüp bavuluna doğru yürüdü.
“Duydun mu?” dedi polis gene. “Göstermese daha iyiymiş. Kendini kabadayı sanıyor. Ne dersin?”
Öyle bir dalga geçiyordu ki sözleri yere tuğla gibi düşüyordu.
“Ah, boş ver gitsin,” dedi arabayı süren adam. “Bu akşam başka dertle uğraşmayalım, tamam mı?”
Kızıl saçlı polis Martin Beck’e uzun süre baktı. Sonra bir mırıltı oldu ve araba yavaşça uzaklaşmaya başladı. Yirmi metre ötede araba gene durdu ve içindeki polisler onu dikiz aynasından izledi.
Martin Beck başka tarafa bakıp derin bir iç geçirdi.
Şu anda orada öylece dikilirken herkese benzetilebilirdi.
Son bir yıldır, bazı polis tavırlarından kurtulmayı başarmıştı. Artık durmadan ellerini arkada birleştirmiyordu mesela, kısa bir süre aynı noktada dikilebiliyor, ille de topuklarının üstünde sallanmıyordu.
Azıcık kilo almış olmasına rağmen, elli bir yaşında, hâlâ uzun boylu, zinde, yapılı bir adamdı, çok hafif kambur duruyordu. Ayrıca eskisinden daha rahat giyiniyordu, artık giysi seçiminde özellikle genç işi parçalar yani sandalet, Levi’s kot, boğazlı kazak ve mavi bir Dacron ceket seçiyordu. Öte yandan, polis teşkilatındaki bir başkomisere göre yine de aykırıydı.
Devriye arabasındaki iki polis memuru için bunları yutmak zordu. İkisi hâlâ bu duruma kafa patlatadursun, domates rengi bir Opel Ascona terminal binasının önüne yanaşıp aniden fren yaptı. İçinden bir adam inip arabanın etrafından yürüdü.
“Nöjd?” dedi.
“Beck.”
“Genelde herkes buna sırıtır.”
“Sırıtır mı?”
“Yani genelde Nöjd dediğimde buna herkes güler.”
“Anladım.”
Martin Beck öyle her şeye kahkahalar patlatan biri değildi.
“Bir polis için komik bir isim olduğunu kabul etmek lazım. Herrgott Nöjd. Dolayısıyla kendimi genelde böyle tanıtırım, soru soruyormuş gibi. Nöjd? İnsanlar bir acayip olur.”
Bavulu arabanın bagajına tıktı.
“Geç kaldım,” dedi. “Uçağın nereye ineceğini kimse bilmiyordu. Her zamanki gibi Kopenhag olur diye şansımı orada deneyeyim dedim. Bu yüzden buraya indiğini öğrendiğimde çoktan Limhamn’daydım. Kusura bakma.”
Martin Beck’e soru sorar gibi baktı, sanki bu yüce misafirinin bu duruma bozulup bozulmadığını anlamaya çalışıyordu.
Martin Beck omuz silkti.
“Önemli değil,” dedi. “Acelem yok.”
Nöjd devriye aracına doğru baktı, motor rölantide, aynı noktada duruyordu.
“Burası benim bölgem değil,” dedi sırıtarak. “Onlar Malmö’den. Tutuklanmadan evvel gitsek iyi olur.”
Adam resmen her an her şeye gülmeye hazırdı, dahası gülüşü içten ve bulaşıcıydı.
Yine de Martin Beck tebessüm etmedi. Hem gülecek pek bir şey olmadığından, hem de karşısındaki adam hakkında bir fikir edinmeye çalıştığından. Bir nevi ilk izlenimini edinmeye çalışıyordu.
Nöjd