Beşinci Kadın. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Beşinci Kadın - Хеннинг Манкелль страница 31
Babası kapının önünde onu bekliyordu. Gertrud’un kahvaltı hazırladığı mutfağa gittiler. Fotoğraflara baktılar. Bazıları bulanık çıkmıştı ama babası çektiği bu fotoğraflarla gurur duyduğundan Wallander hoşnutlukla başını sallamakla yetindi.
Bir tanesi diğerlerinden ayrı duruyordu. Bu, Roma’da geçirdikleri son gece restoranın garsonu tarafından çekilen fotoğraftı. Yemeklerini yeni bitirmişlerdi. Wallander’le babası yan yanaydı. Beyaz masa örtüsünün üstünde kırmızı şarap şişesi duruyordu. Her ikisi de kameraya gülümsüyordu.
Birden Wallander, Eriksson’un günlüğündeki fotoğrafı anımsadı ama bu düşünceyi hemen kafasından uzaklaştırdı. O anda yalnızca babasının Roma’da çektiği fotoğraflara bakmak istiyordu. Bu yolculuk sayesinde bir şey öğrenmişti: Babasına hem fiziksel hem de duygusal açıdan çok benziyordu.
“Bu fotoğraftan ben de bir tane isterim,” dedi Wallander.
“Merak etme, yaptırdım bile,” dedi babası gülümseyerek. Masadaki zarfı uzattı.
Kahvaltıdan sonra babasının stüdyosuna gittiler. Babası bu kez içinde horoz olan bir manzara resmi üzerinde çalışıyordu.
“Kaç resim yapmışsındır?” diye sordu Wallander.
“Buraya her gelişinde bana bunu soruyorsun,” diye karşılık verdi babası. “Nereden bileyim? Ayrıca bunun ne önemi var? Önemli olan hepsinin birbirine benzemesi.”
Uzun süre önce Wallander babasının sürekli aynı şeyin resmini yapmasının tek bir açıklaması olduğunu fark etmişti. Bu şekilde çevresindeki değişikliklere karşı tepki gösteriyordu. Yaptığı resimlerde güneşin ışınlarını bile denetleyebiliyordu. Resimlerinde güneş hep aynı yerdeydi.
“Harika bir tatildi,” dedi Wallander boyaları karıştıran babasına bakarak.
“Harika olacağını söylemiştim sana,” diye karşılık verdi babası. “Eğer ben olmasaydım Sistina Şapeli’ni görmeden ölecektin.”
Wallander bir an için babasının Roma’da tek başına çıktığı yürüyüşe ilişkin soru sormayı düşündü ama sonra hemen vazgeçti. Bu yalnızca babasını ilgilendiren bir şeydi.
Wallander kumsala gitmelerini önerdi. Babası karşı çıkmadı ama Gertrud evde kalmak istediğini söyledi. Baba oğul arabaya atlayıp Sandhammaren’e doğru yola koyuldular. Rüzgâr durmuştu. Wallander direksiyonu kumsala doğru kırdı. Bir süre gittikten sonra denizi gördüler. Kumsalda hemen hemen hiç kimse yoktu. Uzaklarda bir yerde birileri köpekleriyle koşuyordu.
“Harika,” dedi babası.
Wallander babasına bir bakış fırlattı. Roma babasının tüm davranışlarını değiştirmişe benziyordu. Belki de doktorların tanısını koyduğu o sinsi hastalığın olumlu bir etkisiydi bu. Ancak Roma tatilinin babası için ne anlama geldiğini hiçbir zaman tam olarak anlayamayacaktı. Bu, babasının yaşamı boyunca düşünü kurduğu bir yolculuktu ve Wallander’e de babasına bu yolculukta eşlik etme şerefi verilmişti.
Roma babasının Mekke’siydi.
Kumsalda uzun süre yürüdüler. Wallander eski günlerden söz edip etmeme konusunda ikircikliydi ama acele etmesine gerek yoktu, önlerinde daha, çok uzun bir zaman vardı. Babası birden durdu.
“Ne oldu?” diye sordu Wallander.
“Son birkaç gündür kendimi iyi hissetmiyorum,” dedi. “Ama bu da geçer herhâlde.”
“Eve dönelim mi?”
“Geçer dedim ya.”
Wallander, babasının, sorularını öfkeyle yanıtladığı eski alışkanlığına döndüğünü fark edince başka bir şey söylemedi.
Yürüyüşe devam ettiler. Bir göçmen kuş sürüsü başlarının üzerinden batıya geçti. Babası iki saat sonra yeterince yürüdüklerini söyledi. Kumsalda zamanı unutan Wallander birden emniyetteki toplantıya yetişmesi için acele etmesi gerektiğini fark etti.
Babasını Löderup’a bıraktıktan sonra Ystad'a dönerken huzurluydu. Polis olmaya karar verdiği gün kopan ilişkilerini belki yeniden eski hâline döndürebilirlerdi. Babası, seçtiği bu mesleği hiç kabullenememişti ama neden karşı çıktığını da hiç açıklamamıştı. Yaşamının büyük bir bölümünü bu sorunun yanıtını merak ederek geçiren Wallander, belki de sonunda yanıtı öğrenebilecekti.
Saat iki buçukta toplantı odasının kapıları kapandı. Müdür Holgersson bile gelmişti toplantıya. Wallander müdürü görünce birden Per Åkeson’u aramayı unuttuğunu fark etti. Not defterine bununla ilgili bir not yazdı.
Kesik kafayla Harald Berggren’in günlüğünü bulduklarını açıkladı. Herkes bunun somut bir ipucu olabileceğini düşünüyordu. Görev dağılımı yapıldıktan sonra Wallander, Gösta Runfeldt konusunu açtı.
“Runfeldt’in başına bir şey geldiğini düşünmek zorundayız artık,” dedi. “Bir kaza olduğunu ya da kendi isteğiyle ortadan kaybolduğu olasılığını da göz ardı edemeyiz. Bu iki olasılık her zaman aklımızda bulunmalı. Öte yandan Eriksson ile Runfeldt arasında bir bağ olduğunu hiç sanmıyorum. Ortada bununla ilgili herhangi bir ipucu yok.”
Wallander toplantının mümkün olduğunca kısa olmasını istiyordu. Ne de olsa günlerden pazardı. İş arkadaşlarının ellerinden geleni yaptıklarının farkındaydı ama bazen de ellerinden gelenin en iyisini yapmanın ara sıra mola vermek anlamına geldiğini de biliyordu. O sabah babasıyla geçirdiği saatlerden sonra enerji toplamıştı. Akşam dörtte emniyetten çıktığında kendini uzun zamandan beri ilk kez dinlenmiş hissediyordu. Endişesi azalmış gibiydi.
Eğer Harald Berggren’i bulurlarsa çözüme ulaşma şansları da vardı. Çok iyi planlanmış cinayetlerin her zaman alışılmışın dışında kişiler tarafından işlenmesi gerekmiyordu. Belki de katil Berggren’di.
Wallander eve dönerken marketin önünde durup biraz alışveriş yaptı. Waterloo Köprüsü adlı filmin videosunu görünce dayanamayıp aldı. Bu filmi evliliklerinin ilk yıllarında Malmö’de Mona’yla izlemişti ama unutmuştu.
Linda aradığında filmin tam ortasındaydı. Kızının sesini duyunca ona hemen arayacağını söyledi. Videoyu kapattı, mutfak masasına oturdu. Yaklaşık yarım saat konuştular. Linda uzun zamandan beri babasını aramadığı için özür dilemedi. O da bundan söz etmedi. Birbirlerine benzediklerinin farkındaydı. Her ikisi de dalgındı ama yapılması gereken bir iş varsa nasıl konsantre olacaklarını çok iyi bilirlerdi. Linda babasına her şeyin yolunda gittiğini söyledi. Restorandaki işinden ve tiyatro okulundan çok memnundu. Wallander kızının tiyatro konusundaki kuşkularını bildiğinden bu konuyu fazla irdelemedi. Linda kendini pek yetenekli bulmuyordu.
Конец