Beşinci Kadın. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Beşinci Kadın - Хеннинг Манкелль страница 28

Beşinci Kadın - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

bu sözlerden sonra kireç gibi olan yardımcılarından birine dönerek el feneri getirmesini söyledi. Tedirginlikle fenerin gelmesini beklediler. Wallander’in midesi bulanıyordu. Birkaç kez arka arkaya derin soluk aldı. Nyberg ona merak dolu bir bakış fırlattı. Fener geldi. Nyberg feneri yakarak kasanın içini aydınlattı. Evet, kasanın içinde gerçekten de boyundan kesilmiş bir kafa duruyordu. Gözleri fal taşı gibi açıktı ama gözlerinin feri sönmüş ve kurumuştu. Bunun bir maymun mu yoksa insan kafası mı olduğunu kestiremiyorlardı. Kafanın dışında kasada yalnızca bir iki defter vardı.

      O sırada Höglund içeri girdi. Odadaki gergin havadan önemli bir şeylerin olduğunu anlamıştı. Ne olduğunu sormadan sessizce bekledi.

      “Fotoğrafçıyı çağıralım mı?” diye sordu Nyberg.

      “Hayır, sen birkaç tane çekiver,” diye karşılık verdi Wallander. “Önemli olan şey onu kasanın içinden çıkarmak.”

      Höglund’a döndü.

      “Kasanın içinde kesik bir kafa var,” dedi. “Kurumuş bir insan kafası. Ya da bir maymun.”

      Höglund başını uzatıp baktı. Wallander genç kadının yüzünü buruşturmadığına dikkat etti. Nyberg’le adamlarının rahatça çalışabilmeleri için oradan uzaklaştılar. Wallander ter içinde kalmıştı.

      “Kasada kesik bir kafa,” dedi Höglund. “Belki insan, belki de maymun kafası. Bunu nasıl yorumlayacağız?”

      “Eriksson tahmin ettiğimizden daha karmaşık bir adammış,” dedi Wallander.

      Nyberg’le ekibinin kasayı boşaltmasını beklediler. Saat sabahın dokuzuydu. Wallander, Höglund’a Borås’tan posta siparişiyle gelen paketten söz etti. Wallander’in zamanı olmadığından birinin Runfeldt’in evine gidip evi baştan aşağı aramasına karar verdiler. Nyberg teknisyenlerinden birini de gönderebilirse çok daha iyi olacaktı. Höglund emniyete telefon etti, kendisine feribot kazasından sonra Danimarka polisinin kıyıya vuran ceset olmadığını onayladığı söylendi. Malmö polisiyle deniz kurtarma ekibi de herhangi bir ceset bulamamıştı.

      Saat dokuz buçukta Nyberg kesik kafayla kasadaki günlüğü de alıp yanlarına geldi. Wallander, Nyberg’in kesik kafayı masaya koyması için ağaçkakanla ilgili şiiri kenara itti. Kasada günlüğün yanı sıra içinde bir madalya olan kadife bir kutu da vardı. Ama hepsi de tüm dikkatlerini kesik kafaya yöneltmişti. Gün ışığında artık hiç kuşkuları kalmamıştı. Bu, gerçekten de bir insan kafasıydı. Siyahi birinin kafasıydı. Belki de bir çocuğun. Ya da genç birinin. Nyberg kesik kafaya büyüteçle baktığında böcekleri gördü. Nyberg kafaya iyice yaklaşarak kokladığında Wallander tiksintiyle yüzünü buruşturdu.

      “Kesik kafalar konusunda uzman olan tanıdığın biri var mı?” diye sordu Wallander.

      “Etnografya Müzesi,” diye karşılık verdi Nyberg. “Ama Halk Müzesi deniyor artık. Emniyet Genel Müdürlüğü küçük ama gerçekten muhteşem bir broşür çıkarttı. En tuhaf olaylarla ilgili bilgiyi nereden edineceğini yazmışlar.”

      “O zaman onlarla bağlantı kuralım,” dedi Wallander.

      Nyberg kesik kafayı yavaşça bir poşete yerleştirdi. Wallander’le Höglund masanın başına geçip diğer bulguları incelemeye başladılar. Kadife kutunun içindeki madalya yabancı bir ülkeye aitti. Üstünde Fransızca bir şeyler yazıyordu ama hiçbiri okuyamadı. Günlüğün sayfalarını çevirmeye başladılar. Yazıların bazıları 1960’lı yıllara aitti. Birinci sayfasında Harald Berggren adı yazılıydı. Wallander soru sorarcasına Höglund’a baktı. Höglund başını iki yana salladı. Bu isim ilk kez karşılarına çıkıyordu. Günlükte bir iki şey yazılıydı. Holger Eriksson’un baş harfleri H. E.’nin yanı sıra birkaç tarih de düşülmüştü ve bu günlük de yaklaşık otuz yıl öncesinin 1960 Şubat’ına aitti.

      Wallander günlüğü karıştırmaya başladı. İçinde bazı kayıtlar vardı. İlk kayıt 1960 Kasım’ında son kayıtsa 1961 Temmuz’unda yapılmıştı. El yazısı okunaksızdı. Birden göz doktoruna gitmeyi unuttuğunu anımsadı. Nyberg’in büyütecini alıp rastgele okumaya başladı.

      “Belçika Kongosu’yla ilgili,” dedi. “Savaş sırasında orada olan biriyle. Bir askerle ilgili.”

      “Holger Eriksson mu yoksa Harald Berggren mi?”

      “Harald Berggren. O da kimse.”

      Günlüğü masaya bıraktı. Önemli olabilirdi. Bakıştılar. Wallander aynı şeyi düşündüklerinin farkındaydı.

      “Kesik bir kafa,” dedi. “Ve Afrika’da savaşla ilgili notların yer aldığı bir günlük.”

      “Bir hendek,” dedi Höglund. “Savaşı anımsatan bir hendek. Bana göre kesik bir kafayla kazığa sokulmuş insanlar birbirinden çok da farklı değil.”

      “Ben de senin gibi düşünüyorum,” dedi Wallander. “Ne dersin, aradığımız ilk ipucunu bulduk mu acaba?”

      “Harald Berggren kim?”

      “Bulmamız gereken ilk şeylerden biri de bu.”

      Wallander birden Martinson’un Svarte’de Eriksson’un eski elemanlarından birini görmeye gideceğini anımsadı. Höglund’a onu aramasını söyledi. O andan itibaren Harald Berggren adının araştırılacağını ve olabilecek tüm ilişkilerin inceleneceğini belirtti. Höglund numarayı çevirdi. Bekledi. Sonra da başını iki yana salladı.

      “Telefonu kapalı,” dedi.

      Wallander sinirlendi. “Hepimiz telefonlarımızı kapatırsak soruşturmayı nasıl sürdürebiliriz?”

      Aslında bu kuralı en çok kendisinin bozduğunun farkındaydı ama Höglund kibar davranıp bu konuda ona bir şey söylememişti.

      “Ben onu bulurum,” dedi genç kadın ayağa kalkarak.

      “Harald Berggren,” dedi Wallander. “Bu isim çok önemli.”

      “Bunu herkese söyleyeceğim, merak etme.”

      Wallander odada yalnız kalınca masa lambasını yaktı. Tam günlüğün sayfalarını çevirmek üzereyken defterin deri kılıfının içinde bir şey olduğunu fark etti. Özenle parmağını sokup çıkardı. Bu siyah beyaz, kenarları yıpranmış, oldukça eski bir fotoğraftı. Fotoğrafta üniformalı üç adam fotoğrafçıya bakarak gülüyordu. Wallander iri orkidelerin arasında çekilmiş Runfeldt’in fotoğrafını anımsadı. Bu fotoğraf da İsveç dışında bir yerlerde çekilmişti. Büyüteçle fotoğrafı inceledi. Adamların yüzü güneş yanığıydı. Gömleklerinin düğmelerini açmış, kollarını sıvamışlardı. Ayaklarının dibinde de silahları duruyordu. Yerinden kopmuş ve aşınmış iri bir kayaya dayanmışlardı. Zemin ya kumlu ya da çakıl taşı, pek belli olmuyordu.

      Adamlar yirmili yaşlarda görünüyordu. Fotoğrafın arkasına baktı. Büyük olasılıkla bu fotoğraf da 1960’lı yılların başında çekilmiş olmalıydı. Bu da Holger Eriksson’un onların arasında olmadığını gösteriyordu. 1960’lı yıllarda Eriksson 40 ile 50 yaş arasında

Скачать книгу