Güvenlik Duvarı. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Güvenlik Duvarı - Хеннинг Манкелль страница 29

Güvenlik Duvarı - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

yüksek gerilim hattına atılmış. Her koşulda artık cinayete kurban gidip gitmediği konusunda bir şüphemiz olamaz.”

      Haklıydı. Odadaki herkes şaşkınlık yaşadı.

      “Bunun patoloğun ilk raporu olduğunu da özellikle belirtmek zorundayım,” dedi. “Yeni bilgiler gelebilir.”

      Hiç kimse ağzını açmadı, Wallander artık gidişatın kontrolünü ele geçirdiğini hissetti. Gazetedeki fotoğraf içini kemiriyordu ve ona yeni bir enerji veriyordu ancak Holgersson’un açık güvensizliğini bir türlü hazmedemiyordu.

      Soruşturmanın en güncel hâline dair detaylı bir aktarım yapmaya devam etti.

      “Johan Lundberg alelacele planlanmış ve hızlıca gerçekleştirilmiş bir infazla cinayete kurban gitti. Kızlar paraya ihtiyaçları olduğunu söylüyor ama özellikle ne için olduğunu söylememekte ısrarcılar. Saldırıyı polisten saklama zahmetine girmiyorlar. Onları tutukladığımızda ikisi de suçunu hemen itiraf ediyor. Anlatılanlar tutarlı ve ikisi de bir pişmanlık sergilemiyor. Ayrıca cinayet silahlarını buluyoruz. Derken Hökberg emniyetten kaçıyor. 12 saat sonra Sydkraft trafolarından birinde öldürülmüş hâlde bulunuyor. Oraya nasıl gelebildiğini saptamak bizim için hayati derecede önemli. Ayrıca niçin öldürüldüğünü de bilmiyoruz. Bu gelişmelere paralel, yine bir başka can alıcı gelişme yaşanıyor: Persson ilk itirafından vazgeçiyor. Olanlara dair tüm suçu Hökberg’in üstüne atıyor. Hökberg ölü olduğu için emin olamadığımız yeni bilgiler sunuyor bize. Esas soru şu: Persson bunu nereden biliyordu? Bunu bir şekilde biliyor olmalı. Cinayet haberi duyurulmadı. Bunu bilen insan sayısı çok az, dün o sayı daha da azdı. Yine de Persson birdenbire hikâyesini değiştirdi.”

      Wallander sandalyesinde arkaya yaslandı. Odadaki dikkat seviyesi son derece yükselmişti. Wallander en can alıcı noktaları ayıklamıştı.

      “Hökberg emniyetten çıkınca ne yaptı?” dedi Hansson. “Öğrenmemiz gereken şey bu.”

      “Trafoya yürümedi,” dedi Wallander. “Yüzde yüz bunu kanıtlamak zor olsa da. Birisinin arabayla onu götürdüğünü varsaymak zorundayız.”

      “Biraz fazla hızlı gitmiyor muyuz?” dedi Viktorsson. “Oraya vardığında belki ölüydü.”

      “Henüz lafım bitmedi,” dedi Wallander. “Tabii ki bu bir ihtimal.”

      “Bu varsayımı çürüten herhangi bir şey var mı peki?”

      “Yok.”

      “Aslında bu sizce de en mantıklı sonuç değil mi? Oraya kendi iradesiyle gittiğini varsaymamız için ne gibi sebeplerimiz var?”

      “Sadece onu oraya arabayla götüren kişiyi tanıyor olması.”

      Viktorsson başını hayır anlamında salladı. “Bir insan neden bir trafoya gitmeye kalksın, hele hele bir tarlanın ortasındaki bir trafoya? Hem bunca zaman hava yağmurlu değil miydi? Bunlar bize onun aslında başka bir yerde öldürüldüğünü anlatmıyor mu?”

      “Bir dakika,” dedi Wallander. “Şu anda bütün seçenekleri masaya yatırmaya çalışıyoruz. Tek bir tanesinin üstüne odaklanmamamız lazım şu noktada.”

      “Onu kim arabayla götürdü?” dedi Martinson. “Eğer bunu bilirsek, onu kimin öldürdüğünü de biliriz, nedenini bilmesek de.”

      “Oraya daha sonra geleceğiz,” dedi Wallander. “Benim fikrim şu: Persson, Hökberg’in ölmüş olmasını, onu öldüren kişi haricinde kimseden duymuş olamaz. Ya da en azından bir tanık haricinde.” Holgersson’a baktı. “Demek ki olan biteni çözmek için anahtarımız Persson. 18 yaşından küçük ve yalan söylüyor. Şimdi ortalığı biraz alevlendirsek iyi olur. Hökberg’in ölümünü nereden öğrendiğini bilmek istiyorum.” Wallander ayağa kalktı. “Sorgusunda ben yer almayacağım için diğer işlerle ilgilenmeye gidiyorum.”

      Odadan çıktı, bu çıkışından memnundu. Çocukça bir gösteriye girmişti, farkındaydı ancak hedefi vurduğuna inanıyordu. Persson’la konuşma sorumluluğunun Höglund’a verileceğini tahmin etti. Höglund ne soracağını biliyordu, Wallander’in onu hazırlamasına gerek yoktu.

      Wallander paltosunu alıp çıktı. Vaktini, bir şeyi kontrol etmekle geçirecekti. Emniyetten çıkmadan önce vaka dosyasından iki fotoğrafı alıp cebine koydu. Şehir merkezine doğru yürüdü. Olayda bir nokta hâlâ canını sıkıyordu. Hökberg neden öldürülmüştü ve cinayet neden Skåne’nin büyük kısmı elektriksiz kalacak şekilde işlenmişti? Maksatlı mıydı bu, yoksa şans eseri mi olmuştu?

      Wallander meydandan karşıya geçti, Hamn Caddesi’ne vardı. Hökberg ve Persson’un bira içtikleri restoran henüz açılmamıştı. Wallander pencereden içeriye şöyle bir baktı. İçeride birisi vardı ve tanıdığı bir adamdı. Wallander cama tıklattı. Adam tezgâhın arkasındaki işini yapmaya devam etti. Wallander cama daha sert vurdu, adam kafasını kaldırıp baktı. Wallander’i tanıyınca gülümsedi, gidip kapıyı açtı.

      “Saat daha dokuz bile değil,” dedi. “Pizza mı istiyorsun?”

      “Sayılır,” dedi Wallander. “Bir fincan kahve iyi olurdu. Seninle konuşmam lazım.”

      István Kecskeméti, 1956 yılında Macaristan’dan İsveç’e gelmişti. Ystad’da birkaç tane restoran işletmişti ve Wallander yemek pişirmeye hâli yoksa burada yemeyi alışkanlık edinmişti. Adam çok konuşurdu ama Wallander onu seviyordu. Aynı zamanda Wallander’in diyabetinden haberi olan az sayıda insandan biriydi.

      “Çok sık uğramıyorsun,” dedi István. “Sen geldiğinde de kapalı oluyoruz. Demek ki yemek dışında bir şey istiyorsun.” Kollarını kaldırıp iç geçirdi. “Herkes István’dan yardım istiyor. Spor kulüpleri, hayır dernekleri, hayvan mezarlığı açmak isteyen birisi… hepsi para istiyor. Karşılığında reklamını yaparız diye vaatlerde bulunuyorlar. Peki ama bir hayvan mezarlığına reklam vermek bir pizzacının ne işine yarayacak? Belki sen de başka bir şey istiyorsundur? İsveç emniyet teşkilatına bağış mı?”

      “Birkaç soruya cevap vermen kâfi,” dedi Wallander. “Geçen salı burada mıydın?”

      “Ben hep buradayım. Ama geçen salının üstünden çok zaman geçti.”

      Wallander iki fotoğrafı masaya koydu. Işık loştu.

      “Bu yüzlerden birini tanıyor musun, bak bakalım.”

      István fotoğrafları bara götürdü. Uzun bir süre baktıktan sonra, “Galiba,” dedi.

      “Taksici cinayetini duydun mu?”

      “Berbat ya, nasıl olmuş? Hem de gencecik insanlar.” Derken István bağlantıyı kurdu. “Bu ikisi mi?”

      “Evet. O akşam buradalarmış. Hatırladığın her şeyi anlatabilirsen çok iyi olur. Nerede oturuyorlardı, yanlarında kim vardı, öyle şeyler.”

      István o akşamı anımsamaya çalışırken Wallander bekledi. Fotoğrafları aldı, restoranda dolaşmaya başladı. Yavaş yavaş yürüdü, bir şey arıyor gibiydi.

Скачать книгу