Huzursuz Adam. Хеннинг Манкелль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Huzursuz Adam - Хеннинг Манкелль страница 17

Huzursuz Adam - Хеннинг Манкелль Kurt Wallander

Скачать книгу

güneş vardı ve ufukta hiç yağmur bulutu yoktu.

      Eski Şehir Merkezi’nden yürüyerek geçerken Mona ile yaptıkları bu yolculuğu düşündü. Fikir karısından çıkmıştı. Mona başkente hiç gitmediğini fark etmiş ve böylesi bir ayıbı telafi etmek için en ideal zaman olduğunu düşünmüştü. Orada dört gün kalmışlardı. O yıllar Mona’nın okula yeniden dönüş yaptığı sıralardı, dolayısıyla ne bir geliri vardı ne de ücretli izni. Linda’ya birkaç gün bakmaları için onun bir sınıf arkadaşını ayarlamışlardı; kızı o sonbaharda üçüncü sınıfa geçecekti. Yanlış hatırlamıyorsa ağustos başıydı. Sıcak günlerdi; baskı dolu sıcağı takiben hava bir ara gök gürültülü bir fırtına yapmış, bu hava değişimi de onları dışarı çıkıp parkta yürüyüş yapmaya, ağaç gölgelerinin verdiği serinliğin tadını çıkarmaya teşvik etmişti. Wallander Slussen’e yaklaşırken, üstünden neredeyse otuz yıl geçmiş, diye düşündü ve otele doğru yokuşu tırmanmaya başladı. Otuz yıl. Koca bir jenerasyon; ve işte yine buradayım. Ama bu kez tek başıma.

      Lobiye girince içeriyi tanıyamadı. Gerçekten de bu otelde mi kalmışlardı? İçine dolan ani huzursuzluk hissinden silkinip kurtuldu, geçmişi düşünmeyi bıraktı ve asansöre binip birinci kattaki odasına çıktı. Yatağın üst örtüsünü açıp uzandı. Yorucu bir seyahat olmuştu: Çevresi çığlık çığlığa bağrışan bir sürü çocukla dolu bir yolculuk yapmıştı ve daha da kötüsü, sonradan Alvesta’da bir grup sarhoş genç de binmişti trene. Gözlerini kapayıp uyumaya çalıştı. İrkilerek uyandığında saati kontrol edince topu topu on dakika uyumuş olduğunu gördü. Ayağa kalkıp pencereye gitti. Håkan von Enke’ye ne olmuştu? Bu yapbozun bütün parçalarını bir araya getirmeye çalışsa, yani Linda’dan duyduklarıyla kendi tecrübesi sayesinde bildiklerini birleştirse ne sonuç elde ederdi? Çözümün başı bile yoktu daha elinde.

      O akşam Louise’lerin evine saat yedide gidecekti. Tekrar yürümeye karar verdi. Kraliyet Sarayı’nın önünden geçerken durdu. Buraya Mona ile gelmişlerdi, buna emindi. Köprünün üstünde şu anda durduğu yerde durmuşlar ve ikisi de ayaklarına kara sular indiğini kabul etmişti. Bu anı hafızasında o kadar tazeydi ki konuşmaları bile hâlâ kulaklarında çınlıyordu. Bazen evliliklerinin nasıl çöktüğünü düşünüp hüzünlendiği oluyordu. Şu an onlardan biriydi. Aşağıda döne döne akan suya baktı ve çok özlediğini fark ettiği geçmiş günleri giderek daha fazla hatırlamaya başladığı bir döneme girdiğini düşündü.

      Louise von Enke, seramik çaydanlıkta çay hazırlamıştı. Gözle görünür biçimde uykusuz olduğu belliydi ama buna rağmen hayranlık duyulacak kadar kontrollüydü. Salonun duvarları von Enke ailesine ait portrelerle, donuk renkli, çeşitli savaş manzaraları olan yağlı boya tablolarıyla süslüydü. Kadın resimlere baktığını fark etti.

      “Håkan ailedeki ilk denizciydi. Babası, büyükbabası, büyük-büyükbabası hep karacıydılar. Amcalarından biri Kral Oscar’ın nazırıydı, I. Oscar mı II. Oscar mıydı, hatırlamıyorum. Orada, köşede duran kılıç, verdiği hizmet karşılığı XIV. Karl tarafından yine bir başka akrabasına armağan edilmiş. Håkan, adamın işinin krala uygun genç hanımlar bulmak olduğunu söylerdi hep.”

      Louise susmuştu. Wallander yanmakta olan şöminenin üstünde duran saatin tik taklarıyla dışarıdaki trafiğin uzaktan uzağa duyulan uğultusunu dinliyordu.

      “Ne olduğunu düşünüyorsunuz?”

      “Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum.”

      “Kaybolduğu gün, garibinize giden bir şey olmuş muydu? Her zamankinden farklı bir davranışı var mıydı?”

      “Hayır. Her şey her zamanki gibiydi. Håkan dakikası dakikasına programlı yaşayan biri olmasa da kendine göre bir rutini vardı.”

      “Daha önceki günler nasıldı? Geçen hafta?”

      “Hastaydı, soğuk almıştı. Bir günlüğüne sabah yürüyüşüne çıkmadı. Hepsi bu.”

      “Hiç adına posta geldi mi? Onu telefonla arayan biri oldu mu? Ziyaretine gelen biri?”

      “Bir iki defa Sten Nordlander ile konuştu, en yakın arkadaşıdır.”

      “Djursholm’deki partide var mıydı arkadaşı?”

      “Hayır, o sıralar kendisi uzaklardaydı. Håkan ile Sten aynı denizaltında çalışırken tanışmışlar. Håkan komutanmış, Sten de baş mühendis. Altmışlı yılların sonu olmalı.”

      “Håkan’ın kaybolmasına o ne diyor?”

      “Sten de herkes gibi endişeli. Onun da aklına bir sebep gelmiyor. Hazır siz buradayken isterseniz görüşmekten memnun olacağını söyledi.”

      Louise, Wallander’in karşısında kanepede oturuyordu. Akşam güneşi birden kadının yüzünü aydınlatınca kadın gölgeye kaydı. Wallander onun, güzelliğini sadelik maskesi arkasında saklamayı seven kadınlardan olduğunu düşündü. Sanki kadın onun aklından geçenleri okumuş gibi çekimser bir tavırla bakıp gülümsedi. Wallander not defterini çıkarıp Sten Nordlander’in telefon numarasını kaydetti. Kadının numarayı ezbere bildiğini fark etmişti, cep numarasını da.

      Yaklaşık bir saat kadar konuştular ama sohbetleri Wallander’e bilmediği yeni bir şey katmamıştı. Sonra kadın ona kocasının çalışma odasını gösterdi. Wallander masa lambasını inceledi.

      “Demek bütün gece açık bıraktığı lamba bu.”

      “Size bunu kim söyledi?”

      “Linda bahsetmişti. Bu lamba ve diğerleri.”

      Kadın yanıt verirken kalın perdeleri çekmeye başladı. Wallander hafif bir tütün kokusu aldı.

      Koyu renkli ağır perdelerden birinin üstünde gördüğü tozu silkelerken, “Karanlıktan korkardı,” dedi kadın. “Bundan da utanırdı. Herhâlde denizaltında görev yaptığı sıralar başladı ama gerçek korkusu çok sonraları ortaya çıktı, denize açılmayı bıraktıktan çok daha sonra. Ona bunu hiç kimseye söylemeyeceğime söz vermiştim.”

      “Ama oğlunuz biliyor? O da bundan Linda’ya bahsediyor…”

      “Hans’a bunu Håkan söylemiş olmalı, benim haberim olmadı.”

      Uzakta çalan bir telefon sesi duyuldu.

      “Lütfen rahatınıza bakın,” dedi kadın, çift kanatlı yüksek kapıdan çıkıp gözden kaybolurken.

      Wallander kendini tıpkı Kristina Magnusson’un arkasından baktığı gibi kadını incelerken buldu. Yazı masasına ait, kızıl kahve ahşap renkli, oturma ve sırt dayama yeri yeşil deri döşemeli koltuğa oturdu. Bakışlarını ağır ağır odada gezdirdi. Masanın üstündeki lambayı açtı. Düğmenin çevresi tozluydu. Wallander parmağını parlak maun masa yüzeyinde gezdirdi, sonra uzanıp günlük not defterini kaldırdı. Rydberg’in yanında staj yaptığı günlerden edindiği bir alışkanlıktı bu. Ne zaman mekânda yazı masası olan bir cinayet mahalline gelseler, Rydberg’in ilk yaptığı şey bu olurdu. Tabii altından bir şey çıkmazdı ama Rydberg gizli bir

Скачать книгу