Gönül. Natsume Soseki

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gönül - Natsume Soseki страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Gönül - Natsume Soseki

Скачать книгу

“Hocam, hocam!” diye seslenince, yüzünde bir gülümseme beliriyordu. Ben de bunun kendimden büyük kişilere yönelik kullandığım hitap şekli olduğunu açıkladım. Hocama şu geçen günkü Batılıyı sordum. Hocam bu Batılının garip bir kişi olduğundan, şu an Kamakura’da bulunmadığından da bahsettiği konuşmasının sonunda, Japonlar içinde bile pek fazla arkadaşı olmamasına rağmen, böyle bir yabancıyla yakınlaşmasının çok garip olduğundan söz etti. Nihayetinde hocama dönüp gözümün onu bir yerlerden ısırdığını ama bir türlü hatırlayamadığımı söyledim. Gençliğimden olacak, içimden “Muhatabım da benimle aynı hisleri paylaşıyor olmasın?” diye merak etmekteydim. Bu şekilde içten içe hocamın vereceği cevabı tahmin etmeye çalışıyordum. Fakat hocam bir süre düşündükten sonra, “Yüzünüzü hiç mi hiç hatırlamıyorum, galiba beni biriyle karıştırdınız,” deyince tuhaf, derin bir hayal kırıklığı yaşadım.

      4

      Ayın sonunda Tokyo’ya döndüm. Hocamın yazlıktan ayrılması ise çok daha önce olmuştu. “Bundan sonra sizi evinizde ziyaret etmemin bir sakıncası olur mu?” diye sormuştum. Hocam kısaca “Tabii, buyurun gelin,” diye cevap vermişti sadece. O zamanlar hocamla oldukça samimi bir arkadaşlık kurduğumu düşündüğümden, kendisinden biraz daha sıcak bir cevap bekliyordum. O kadar tatmin edici olmayan bu cevap, biraz cesaretimi kırmıştı.

      İşte bu gibi sebeplerle hocamdan yana çok defa hayal kırıklığı yaşadığım oluyordu. Hocamın bunun farkındaymış gibi göründüğü de, hiç ama hiç farkında değilmiş gibi göründüğü de oluyordu. Bu derin hayal kırıklıklarını art arda yaşamış olsam da sırf bu sebeple hocamdan uzaklaşasım gelmemişti. Tam aksine, her rahatsız edici olayla birlikte içimde daha da ileri gitme arzusu doğuyordu. “Beklentilerimin karşılığını bir gün mutlaka alırım,” diye düşünüyordum. Gençtim; ama böyle hisleri her insana karşı beslemiyordum. Bu hissiyatın neden sadece hocama yönelik olduğunu anlayamıyordum. Bunu ancak şimdi hocam vefat ettiğinde anlayabiliyorum. Meğerse hocam en başından beri benden nefret ediyor değilmiş. Hocamın zaman zaman beni soğuk şekilde selamlaması ve bana karşı ilgisiz bir tavır takınıyormuş gibi görünmesi, beni kendisinden uzaklaştırmaya çalışmak gibi hoş olmayan bir sebepten ileri gelmiyormuş. Zavallı hocam, kendisine yaklaşmaya çalışan insanlara vazgeçmeleri ikazında bulunuyormuş, çünkü aslında buna değmeyecek birisi olduğunu düşünüyormuş sadece. Öyle görünüyor ki insanların samimiyetine mukabele etmeyen hocam, başkalarını değil kendini hor görüyormuş.

      Şüphesiz, Tokyo’ya hocamı ziyaret etme niyetiyle dönmüştüm. Döndükten sonra derslerin başlamasına daha dolu dolu iki hafta olduğundan, “Bu süre zarfında bir kere hocamı ziyaret edeyim,” diye aklımdan geçirmekteydim. Ama dönüşümün üstünden iki üç gün geçmesiyle birlikte Kamakura’dayken içimde olan o itici güç giderek zayıflamıştı. Dahası, büyük şehrin eski anılarımı canlandıran renkli havasının etkisi iliklerime kadar işlemekteydi. Okula gidip gelen talebelerin yüzlerini her görüşümde, yeni döneme yönelik bir umut ve heyecan hissediyordum. Uzun süre hocam aklıma gelmedi.

      Derslerin başlamasının üzerinden bir aylık bir süre geçmişti ki içimi bir rehavet kapladı. Nedendir bilinmez okula sıkkın bir yüzle gider gelir olmuştum. Odamda gözlerim sanki bir şeyler arar gibi dolanıyordu. Hocamın siması tekrar gözümde canlandı. Kendisini bir kez daha görmek istiyordum.

      Hocamın evini ilk ziyaret ettiğimde kendisi evde yoktu. İkinci kez gidişim bir sonraki pazar günüydü diye hatırlıyorum. Açık hava sanki içime işliyormuş gibi hissettiğim hoş bir güz günüydü. O gün de hocam evde yoktu.

      Kamakura’dayken hocamın ağzından genelde evde durduğunu işitmiştim. Pek dışarı çıkmayı sevmediğinden de söz etmişti. İki kere gelip de ikisinde de kendisiyle buluşamayınca, bu sözlerini hatırlayıp bir huzursuzluk hissettim. Evin eşiğinden hemen ayrılamadım. Hizmetçi kızın yüzünü görünce, çekingen bir tavırla orada beklemeye devam ettim. Hizmetçi kız, adımı ve kartımı verdiğimi hatırlamış olmalıydı ki beni kapıda bekletip içeri girdi.

      Sonra evin hanımına benzeyen bir kişi onun yerine kapıda belirdi. Güzel bir hanımefendiydi. Kibarca hocamın nereye gittiğini izah etti. Hocamın her ayın o gününde Zōşigaya Mezarlığı’nda8 çiçek sunma âdeti varmış.

      Üzüntülü bir halde, “Az önce çıktı, on dakika ya oldu ya olmadı,” dedi. Ben de saygıyla eğilip oradan ayrıldım. Hayat dolu şehrin içine doğru bir miktar yürümüştüm ki, “Hazır dolaşmaya niyetlenmişken Zōşigaya’ya kadar gidivereyim,” dedim. İçimde “Hocamla karşılaşır mıyım acaba?” diye bir merak belirmişti. Dönüp doğruca oraya yöneldim.

      5

      Mezarlığın hemen önündeki çeltik tarlasının solundan mezarlığa girip iki tarafında da akçaağaçlar dikili geniş yoldan içeri doğru ilerledim. Derken yolun sonunda gözüken çayevinden, hocama benzer biri çıkıverdi birden. Bu adama, gözlük çerçevelerinin güneşte parladığını fark edinceye kadar yaklaştım. Hemen ardından da “Hocam!” diye haykırdım. Hocam birden irkilip yüzüme baktı.

      “Nasıl olur! Nasıl olur!”

      Hocam aynı ifadeyi iki kez tekrarlamıştı. Bu sözleri öğle vaktinin derin sessizliğinde yakışıksız bir halde tekrar etmişti. Bir anda ne cevap vereceğimi bilemedim.

      “Arkamdan takip edip de mi geldiniz? Ama neden?”

      Hocamın nispeten sakin bir hali vardı. Ses tonu da nispeten düşüktü. Ama bu görünümü gölgeleyen, tam ifade edemeyeceğim bir sis perdesi vardı. Neden oraya kadar gittiğimi hocama anlattım.

      “Eşim, kabrini ziyaret etmeye gittiğim kişinin adını da söyledi mi?”

      “Hayır, böyle bir şey ifade buyurmadılar.”

      “Demek öyle, nihayetinde böyle bir şey beklenemezdi de. Sizin gibi ilk defa karşılaştığı birine… Söylemesi icap etmez.”

      Hocam yavaş yavaş rahatlıyor gibi görünüyordu. Ne var ki ben bunun ne anlama geldiğini hiç anlamamıştım. Birlikte yola çıkmak üzere mezarların arasından geçtik. Sağlı sollu sıralanan “İzabel’in Mezarı”, “Tanrı Kulu Login’in Mezarı” yazılı mezarlıkların yanı başında, üzerinde “Her canlı içinde Buda’nın özünü taşır,” yazılı tahta tabletler dikiliydi. Birinde de falanca tam yetki bakanlığı diye yazılmıştı. Üzerine Çin harfleriyle yazılmış yazıyı okuyamadığım bir mezarın başında, “Bu nasıl okunuyor acaba?” diye hocama sordum. Yüzünde hafif bir gülümsemeyle, “Andrew diye okunuyor olsa gerek,” dedi.

      Hocam oradaki mezar taşlarında anlatılan kişi ve çeşitli merasimleri benim kadar ilginç bulmuyor gibiydi. Ben mezarların üstündeki yuvarlak taşı, ince uzun taş kitabesini falan işaret edip oradan buradan laflama arzusundayken, hocam önce sadece susup dinlemekle yetinmiş ve sonunda, “Siz ölüm gerçeğini adamakıllı hiç düşünmediniz değil mi?” demişti. Susup kalmıştım. Hocam da onun üstüne başka bir şey söylemedi.

      Mezarlığın yol ayrımında büyükçe bir gingko ağacı9 gökyüzünü saklarmışçasına önümüzde bitiverdi. Altına kadar

Скачать книгу


<p>8</p>

Tokyo’nun Toşima semtinde, 1874’te, Tokyo Büyükşehir Belediyesi tarafından açılan yaklaşık 10 hektarlık bir mezarlıktır. Ünlü şair, yazar ve politikacılar buraya gömülmüştür. Natsume Sōseki’nin mezarı da buradadır. (ç.n.)

<p>9</p>

Gingko biloba (mabet ağacı) günümüzde herhangi bir yakın türü ya da benzeri bulunmayan bir ağaçtır. Boyları 25-30 metreyi bulabilir, 50 metreyi aşan örnekleri de vardır. Çok uzun ömürlüdür. (e.n.)