Çin masalları. Frederick Herman Martens
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Çin masalları - Frederick Herman Martens страница 3
Annesi, “Çok susadım!” dedi.
Erlang, annesine su getirmek için vadiye indi. Bir süre sonra geri döndüğünde annesi artık kayanın üzerinde değildi. Sabırsızca etrafına bakındı ancak kayanın üzerinde yalnızca annesinin derisi, kemikleri ve birkaç damla kan lekesi vardı. O günler, göklerde hâlâ alev gibi yanıp parlayan on güneşin var olduğu günlerdi. Kuşkusuz ki Gök Tanrısı’nın kızı doğası itibarıyla ilahi özelliklere sahipti fakat babasının hiddetine maruz kalıp yeryüzüne sürgün edildiği için sihirli güçlerini kullanamaz hale gelmişti. Ayrıca o tepelerin altındaki karanlık yerde o kadar uzun süre kalmıştı ki aniden gün ışığına çıktığında güneşin kör edici parlaklığı onu yakıp kül etmişti.
Annesinin acı ölümünü düşündükçe Erlang’ın yüreği sızlıyordu. Omuzlarına iki dağı bindirip güneşlerin peşine düştü. Güneşleri dağların arasına alarak onları ölümüne eziyordu. Ne zaman bir güneş daha ezse yeni bir dağ alıyordu eline. Bu şekilde on güneşten dokuzunu yok etmişti bile. Geriye bir tanesi kalmıştı. Erlang merhametsizce sonuncu güneşin peşine düşünce, güneş de can havliyle kendini ipek çiçeğinin yaprakları altına gizledi. Gelin görün ki yakınlarda bulunan bir solucan onun saklanma yerini ele vererek “İşte orada! İşte orada!” diye tekrarlıyordu.
Erlang güneşi yakalamak üzereyken Gök Tanrısı’nın bir ulağı, elinde bir emirle gökten indi: “Gökyüzü, hava ve yeryüzü güneş ışığına ihtiyaç duyar. Bu kalan tek güneşin yaşamasına izin ver ki tüm varlıklar yaşayabilsin. Anneni kurtararak iyi bir evlat olduğunu ispat ettiğin için artık bir tanrısın ve En Yüksek Gök’te benim korumam olup fani dünyadaki iyiliği ve kötülüğü yönetecek, ifritlerin ve şeytanların üzerinde güç sahibi olacaksın.” Erlang bu emri alıp göğe yükseldi.
Ardından güneş, ipek çiçeğinin yapraklarının altından yeniden ortaya çıktı. Onu kurtardığı için bitkiye minnet duyan güneş, ona bir daha asla güneş ışığından korkmasına gerek olmadığını ve kendisine serbestçe çiçeklenme yeteneği bahşettiğini söyledi. Bugünlerde ipek çiçeğinin yapraklarının alt taraflarında oldukça narin küçük beyaz inciler görülebilir. İşte onlar güneş yaprakların altına saklandığında orada takılı kalan güneş ışıklarıdır. Güneş solucanının ise daima peşindedir. Ne zaman toprağın altından ortaya çıksa zamanında ona ihanet ettiği için solucanı yakıp kavurur.
O zamanlardan bugüne Erlang Şin tanrılıkla şereflendirilmiştir. Eğik ve belirgin kaşları vardır ve elinde çift bıçaklı, üç sivri uca sahip bir kılıç tutar. İki hizmetçisi bir doğan ve bir tazıyla birlikte onun yanında durur, çünkü Erlang Şin aynı zamanda çok iyi bir avcıdır.
Erlang Şin (doğan ve tazı sahibi olmasından da anlaşılacağı üzere) bir avcıdır. Erlang’ın sahip olduğu ve kelimenin tam anlamıyla “ısıran ilahi tazı” olan Göklerin Tazısı, İndra’nın tazısını anımsatmaktadır. Göklerde aslında on güneşin var olup dokuzunun bir okçu tarafından vurulduğu efsanesi, hükümdar Yao döneminde de yer almaktadır. O hikâyede okçunun ismi Hou Yi veya sadece Yi’dir. Bu hikâyede ise güneşlerin oklarla vurulmasından ziyade dağlar arasında ezilip yok edilmesine tanık oluyoruz.
Naja
Gök Tanrısı’nın en büyük kızı General Li Jing’le evlenmiş ve Jinja, Naja ve Muja isimli oğulları olmuştu. Gelgelelim kadın, Naja rahmine düştüğü gece rüyasında Taocu bir rahibin odaya girip “Bu İlahi Oğul’u hemen kabul et!” dediğini ve ansızın vücudunda göz alıcı bir incinin parlamaya başladığını gördü. Rüyasından korkuyla uyandı. Naja dünyaya geldiğinde çark gibi dönen, etten bir top gibi görünüyordu ve tüm odayı garip kokularla kıpkırmızı bir ışık doldurmuştu.
Li Jing korkmuştu, onun bir hayalet olduğunu sandı. Dönmekte olan topa kılıcıyla vurunca içinden tüm vücudu kızıl bir ışıkla parlayan küçük bir çocuk çıktı. Fakat çocuğun yüzü zarif biçimli ve kar gibi beyazdı. Sağ kolunda altın bir kolluk takılıydı ve kalçalarının etrafında da göz kamaştıran kırmızı bir ipek sarılıydı. Li Jing çocuğu gördüğünde ona acıyıp hayatını bağışladı, karısı ise çocuğu yürekten sevmeye başlamıştı bile.
Üç gün sonra tüm dostları mutluluklar dilemek için General’in evine gelmişti. Taocu bir rahip ortaya çıkıp şunları söylemeden hemen önce şölen ziyafetine geçiyorlardı: “Ben Yüce Kişiyim. Bu çocuk, sana oğul olarak bahşedilmiş Her Şeyin Başlangıcı’nın parlak incisi. Fakat çocuk vahşi ve asi; birçok insanı öldürecek. Bu yüzden onu, yabani huylarını yumuşatmak için öğrencim olarak yanıma alacağım.” Li Jing eğilip teşekkür etti ve Yüce Kişi ortadan kayboldu.
Naja yedi yaşındayken bir defasında evden kaçtı. Yeşil suları iki sıra salkım söğüdün arasından akan dokuz dönemeçli ırmağa geldi. Sıcak bir gündü ve Naja serinlemek için suya girdi. Kırmızı ipekten kıyafetini çıkarıp ırmakta yıkadı. Ne var ki oturup kıyafetini çırpması Doğu Denizi’ndeki Ejderha Kralı’nın kalesini temellerinden sarsmıştı. Bunun üze rine Ejderha Kral, korkunç görünümlü bir balık kralını ne olup bittiğini öğrenmesi için görevlendirdi. Balık kral, çocuğu görünce azarlamaya başladı. Buna karşın çocuk yalnızca yukarı bakıp şöyle dedi: “Ne garip görünümlü bir yaratıksın, sahiden konuşabiliyorsun bir de!” Yaratığın öfkeden gözü döndü, sıçrayıp Naja’ya baltasıyla saldırdı. Çocuk darbeyi savuşturup altın kolluğunu ona fırlattı ve kolluk yaratığın başına çarpıp onu öldürdü.
Naja gülerek, “Haydi bakalım! Hem öldü hem de kolluğumu kana buladı!” dedi. Kolluğunu yıkamak için tekrar bir kayaya oturdu. O sırada ejderhanın kristal kalesi sanki parçalanmak üzereymiş gibi sarsılmaya başladı. Bir gözcü gelip balık kralının bir çocuk tarafından öldürüldüğünü rapor etti. Böylece Ejderha Kralı çocuğu yakalaması için oğlunu gönderdi. Oğlu, suyu yararak ilerleyen bir yaratığın üzerinde oturur vaziyette, devasa dalgaların gürültüsüyle çıkageldi. Naja ayağa kalkıp şöyle dedi: “Bu büyük bir dalga!” Birdenbire, dalgaların arasından bir yaratığın geldiğini gördü. Yaratığın üzerinde oturan bir adam şöyle bağırıyordu: “Balık kralımı öldüren kim?” Naja yanıtladı: “Yaratık beni öldürmek istediği için öldürdüm onu. Ne fark eder ki?” Ejderha baltalı kargısıyla saldırmaya başladı. Fakat Naja şöyle dedi: “Savaşmadan önce bana kim olduğunu söyle.” “Ejderha Kralı’nın oğluyum,” diye cevapladı. “Ben de General Li Jing’in oğlu Naja’yım. Şiddet uygulayarak öfkemi uyandırmamalısın, yoksa o çamur balığı babanla birlikte derilerinizi yüzerim!” Ejderha sinirden çılgına dönerek saldırıya geçti. Ama Naja kırmızı ipekten kıyafetini havaya fırlatınca kumaş, ateş topu gibi parlayıp Kral’ın oğlunun göğsüne çarptı. Ardından Naja, altın kolluğunu tutarak düşmanının kafasına attı. Böylece gerçek şekli olan altın ejderhaya dönüşen yaratığın ölüsü yere yuvarlandı.
Naja