Çin masalları. Frederick Herman Martens
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Çin masalları - Frederick Herman Martens страница
Önsöz
Yayımlayacağımız kitapları seçerken göz önüne aldığımız pek çok ölçüt var: Söz konusu kitabın yayın ilkelerimize ve çizgimize uygunluğu, daha önce dilimize çevrilmemiş olması, yayın dünyasında bir boşluğu dolduracak olması ve elbette ki bizi heyecanlandırması.
2018 yılı için yayın programımızı şekillendirirken bir Japon masalları seçkisiyle karşılaştığımızda ölçütlerimizin hepsine ziyadesiyle uyduğunu fark ettik ve hemen bir masal dizisi çalışmalarına başladık.
Dizi için öncelikle Japonya, Hindistan ve Rusya’yı seçmiştik. Sonrasında diziye nasıl yön vereceğimiz ve hangi kültürlerle devam edeceğimizi uzun uzun tartıştık ve kendi ülkemizle devam etmeye karar verdik. Ardından gözlerimizi biraz daha batıya çevirip Amerika kıtasından Kızılderili Masalları ve Amerikan Masalları’nı hazırladık. Şimdi yeniden doğuya dönüyoruz ve Çin Masalları’nı sizlerle buluşturuyoruz.
Yayımlayacağımız versiyonu bulmaya çalışırken pek çok masal seçkisini inceledik ve en sonunda içimize en çok sinen, okurken en çok keyif aldığımız ve okuyuculara ulaştırmayı en çok istediklerimizi belirledik. Bolca araştırma içeren çeviri ve düzelti sürecinin ardından bu kez “Bu masalları en iyi yansıtan kapak nasıl olmalı?” sorusunun peşine düştük. Bu kültürlerin en önemli figürlerinin kapakta bu lunmasını istedik. Uzun bir hazırlık süreci ve pek çok denemenin ardından hayalimizdeki kapaklara ulaştık.
Masal, sözlü anonim halk edebiyatıdır. Anlatı yoluyla nesilden nesle ulaşmış, nihayetinde de bir yazar tarafından yazıya dökülerek kalıcı hâle gelmiştir. Her ne kadar masal kahramanları ve yaratıkları doğaüstü, masallardaki olaylar ise gerçekdışı olsa da, masalların o toplumun bir yansıması olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Öyle ki her ülkenin masalları tıpkı kültürleri gibi diğerlerinden tamamen farklıdır. Bizim seçkimizdeki ülkelerde olduğu gibi. Kimisinin ana teması dostlukken diğerininki korku ve ölüm olabiliyor. Fakat bir zamanlar hiçbir teknolojik ürünün olmadığını düşünürsek, masalların toplumların sosyal hayatlarında ne kadar önemli bir boşluğu doldurduğunu tahmin etmek zor değil.
Giriş
Eski Çin masalları ve efsaneleri, değerli taşların, altının, rengârenk ipek kumaşların doğuya özgü ışığı ve parıltısı; fantastik ve doğaüstü aksiyonun doğuya özgü zenginliğiyle dolu Binbir Gece Masalları’yla benzerlikler taşır. Buna karşın her ikisi de kendilerine has egzotik bir his verir. “Tanrıların Masalları”nı “Azizlerin ve Büyücülerin Masalları”nı “Hayalet Masalları”nı, “Tarihi Masallar”ı ve “Edebi Masallar”ı kapsayan ve asıl kaynaklarına uygun olarak bu kitapta sunulan elli hikâye muhtemelen şimdiye kadar sunulmuş en kapsamlı ve en çeşitli doğuya özgü masal koleksiyonunu oluşturmaktadır. Bu masalların eşi benzeri olmayan canlılığından, fantastik güzelliğinden, sınırsız konu çeşitliliğinden hoşlanmayacak bir kimse yoktur. “Ay Tanrıçası” veya “Çoban ile Dokumacı Kız” gibi bazı hikâyeler zarafet dolu şiirleri andırmaktadır; “Üç Kahramanın İki Şeftali Yüzünden Ölümü” gibi diğer hikâyeler de bizi çarpıcı ve güçlü bir biçimde Çin’in kahramanlık çağlarına götürür. Fantezinin zirvesi, “Maymun Kral Sun Wukong” ve “Naja”nın yarı dini dramında veya “Yardımsever Büyücü”de gözler önüne serilen tuhaf büyülerle belirlenir. “Savaş Alanındaki Gece” ve “Başarısı Engellenen Hayalet” gibi mutlu sonla biten enfes hayalet hikâyeleri, “Akşam Gülü” gibi pastoral aşk hikâyelerine paralel olarak işlenir. Söz konusu Çin masallarının genç yaşlı tüm okuyuculara aynı hazzı vereceğini söylememizde beis yoktur. Bu hikâyeler, doğu ve batının sahip olduğu farklı bakış açılarının bizi sunumla ilgili birtakım detaylara yer vermeye mecbur bıraktığı bazı zamanlar haricinde biçim ve anlatımlarında herhangi bir değişiklik yapılmaksızın anlatılmıştır. Bu masalları hazırlarken aldığım hazzı okurların da alacağını umut ediyorum.
TANRILARIN MASALLARI
Beş Tanrının İnsana Dönüşmesi
Yeryüzü gökyüzünden ayrılmadan önce, her şey kaos adı verilen devasa bir su buharı topundan ibaretti. O sırada beş doğal gücün ruhları şekillenip beş tanrıyı oluşturdu. Bunlardan ilki toprağın hükümdarı olan Toprak Tanrısı’ydı. İkincisi ateşin hükümdarı olan Ateş Tanrısı’ydı. Üçüncüsü ise Su Tanrısı olarak biliniyordu ve sulara hükmediyordu. Dördüncüsü, odunlara hükmeden Ağaç Tanrısı’ydı. Sonuncusu da Metallerin Tanrısı olarak metallere hükmediyordu. Bu beş tanrı doğal güçlerini kullandılar, böylece su ve toprak dibe çöktü. Gökler yukarı doğru süzülürken toprak diplerde katılaştı. Sonrasında tanrılar suların nehirlerde ve denizlerde toplanmasını sağladılar. Ardından tepeler ve ovalar ortaya çıktı. Böylelikle adeta gökler delindi ve karalar parçalara ayrıldı. Güneş, ay ve tüm yıldızlar; rüzgâr, bulutlar, yağmur ve çiy ortaya çıktı. Toprak Tanrısı yeryüzünün dairesel döngüsünü başlattı ve ateşle suyun etkisini de bu döngüye ekledi. Ardından çimler ve ağaçlar bitti yerden; kuşlar ve hayvanlar oluştu; yılan ve böcek, balık ve kaplumbağa kabileleri ortaya çıktı. Ağaç Tanrısı ile Metal Tanrısı, karanlık ve aydınlığı birleştirerek kadınlardan ve erkeklerden oluşan insan ırkını yarattı. Dünya bu şekilde yavaş yavaş şekil aldı.
O günlerde Yeşim Taşı İmparatoru adlı biri yaşardı. Sihir konusunda kendini eğitmiş ve büyücülük sanatında ustalaşmıştı. Beş tanrı, Yeşim Taşı İmparatoru’ndan en üstün tanrı olarak hüküm sürmesini istedi. Bu imparator, otuz üç tanrının yaşadığı cennete yaşıyordu ve altın kapılı beyaz yeşim taşından oluşan Yeşim Kalesi de ona aitti. Ayın yirmi sekiz hanesi, Gök Gürültüsü tanrıları ve Büyükayı takımyıldızının yanı sıra uğursuz, ölümcül niteliğe sahip bir grup kö tücül tanrı da ona itaat ederdi. Bu varlıkların hepsi, göklerin altında yaşayan bin kabileye hükmetmesi, yaşamı ve ölümü, şansı ve belayı paylaştırması için Yeşim Taşı İmparatoru’na yardım etti. Yeşim Taşı İmparatoru bugünlerde Büyük Tanrı ve Beyaz Yeşim Taşı Hükümdarı olarak bilinmektedir.
Görevlerini tamamladıktan sonra beş tanrı kendilerini geri çekerek hayatlarının geri kalanını sessizlik ve sükûnet içinde geçirdiler. Ateş Tanrısı ateşin hükümdarı olarak Güney’de yaşıyordu. Su Tanrısı ise kasvetli kutup göklerinin efendisi olarak hayatını Kuzey’de sürdürüyordu. Kalesi sıvı kristaldendi. Su Tanrısı, daha sonraki çağlarda Konfüçyüs’ü bir aziz olarak yeryüzüne gönderdi. Bu sebeptendir ki bu aziz, Kristalin Oğlu olarak bilinmektedir. Ağaç Tanrısı Doğu’da yaşıyordu. Kendisine Yeşil Tanrı olarak hürmet ediliyordu ve o, tüm varlıkların oluşumunu gözlüyordu. Baharın gücünü barındırıyordu içinde. Sevginin tanrısıydı. Metal Tanrısı da Batı’da, Yeşim Denizi kıyısında yaşıyordu. Batı’nın Ana Tanrıça’sı olarak da biliniyordu. Perilerin devriyelerini yönetiyor, değişim ve büyümeyi gözlüyordu. Toprak Tanrısı ise ortada yaşıyordu. Herhangi bir sıkıntısı olanları kurtarmak ve onlara yardım etmek için durmadan dünyayı dolaşıyordu. İnsanoğlu dünyaya ilk geldiğinde ona her türlü beceriyi öğreten Toprak Tanrısı’ydı. Sonraki yıllarda Kutsal Dağ’da dünyanın anlamını kavradı ve göz alıcı güneşe doğru yükseldi. Zhou Hanedanı döneminde Li Er ismiyle yeniden doğdu. Doğduğunda saçları ve sakalı beyazdı, bu sebeple kendisine Laozi yani “Yaşlı Çocuk” dendi. Yol ve Erdemin Kitabı’nı yazdı ve öğretilerini tüm dünyaya yaydı. Taoizmin kurucusudur. Han Hanedanı hükümdarlığının başlangıcında Nehir Kıyısı Bilgesi (Heshang Gong) olarak tekrar ortaya çıktı. Tao’nun öğretilerini büyük bir gayretle yurtdışına yaydı ve Taoculuk o zamandan bu yana büyük ölçüde gelişti. Bu öğretiler, günümüzde Toprak Tanrısı’nın öğretileri olarak bilinmektedir. Şöyle bir deyiş de vardır: “Önce Laozi var oldu, ardından gökler.” Bu deyiş, Laozi’nin ilk zamanlardaki Toprak Tanrısı’nın ta kendisi olduğu anlamına geliyor olmalıdır.
Tanrıların masallarının