Habeşistan Prensi Rasselas’ın Öyküsü. Samuel Johnson

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Habeşistan Prensi Rasselas’ın Öyküsü - Samuel Johnson страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Habeşistan Prensi Rasselas’ın Öyküsü - Samuel Johnson

Скачать книгу

bu felaketten fazla etkilenmedi; yalnızca başka bir çıkış yolu yokmuş gibi göründüğü ve daha mutlu bir sonla karşılaşmadığı için üzgündü. Eline geçen ilk fırsatta Mutlu Vadi’den ayrılma planında hâlâ ısrarcıydı.

      Hayal gücü artık durmuştu. Dış dünyaya adım atma konusunda bir beklentisi yoktu ve kendini cesaretlendirmek için harcadığı tüm çabaya rağmen huzursuzluk, yavaşça içini kemiriyordu. Bu ülkelerde dönemsel olarak görülen yağmur mevsimi gelip çattığında ormanda gezinmek çekilmez bir hal aldı. İşte o zaman mutsuzluk, düşüncelerini bir kez daha ele geçirdi.

      Yağmur, daha önce hiç olmadığı kadar uzun ve şiddetli bir şekilde yağıyordu. Bulutlar vadiyi çevreleyen dağların üzerinde toplanmıştı, mağaranın ağzı bütün bu yağmur sularını boşaltamayacak kadar dar olduğu için ovayı her yandan seller basıyordu. Göl yatağından taştı, sel vadinin bütün düzlüklerini kapladı. Etrafta sarayın inşa edildiği tepe ile birkaç yükselti dışında hiçbir şey gözükmüyordu. Sürüler otlaklardan ayrılmış, vahşi hayvanlar da evcil hayvanlar da dağlara çekilmişti.

      Su baskını tüm prensleri ev içi eğlencelere mahkûm ediyordu. Rasselas’ın ilgisiyse özellikle Imlac’ın okuduğu insanlığın değişik durumlarını anlatan bir şiir üzerine yoğunlaşmıştı. Rasselas şaire dairesinde kendisine eşlik ederek dizeleri ikinci kez okumasını emretmiş, sonra da aralarında samimi bir sohbet başlamıştı. Dünyayı bu kadar iyi tanıyan ve hayattan sahneleri böylesine ustalıkla resmedebilen bir adamla karşılaşmış olduğu için kendini mutlu hisseden Rasselas, ona diğer ölümlülere sıradan gelebilecek ama çocukluğundan beri yaşadığı bu esaret yüzünden yabancı kaldığı şeyler hakkında binlerce soru sordu. Şair onun cahilliğine acıdı; ama merakını da çok sevdi, birbirini izleyen günler boyunca yeni şeyler anlatıp öğreterek Prens’i eğlendirdi. Prens uykuyu bir zorunluluk olarak görmeye ve yeni zevkler vaat eden sabahları sabırsızlıkla beklemeye başladı.

      Birlikte otururken Prens, Imlac’tan kendi geçmişinden bahsetmesini istedi. Nasıl bir talihsizlik sonucunda Mutlu Vadi’ye hapsolmuştu? Ya da ne tür bir sebepten dolayı hayatını buraya adamayı seçmişti? Imlac, öyküsüne başlayacakken Rasselas bir konsere çağrıldı, böylece Prens merakını akşama dek dizginlemek zorunda kaldı.

      8. Bölüm

      Imlac’ın Öyküsü

      Kurak iklim bölgelerinde oyun ve eğlence için tek uygun vakit günün son saatleridir; bu yüzden müzik durup prensler dinlenmeye çekildiğinde gece yarısı olmuştu. Ancak ondan sonra Rasselas yoldaşını yanına çağırabildi ve hayat öyküsünü anlatmaya başlamasını istedi.

      Imlac söze başladı: “Efendim, öyküm fazla uzun olmayacak. Bilgiye adanan bir ömür sessizce geçip gider, ayrıca öyle çok farklı olaylar da görmez. Bir bilim adamının işi halk içinde konuşmak, yalnız kalıp düşünmek, okuyup dinlemek, soru sormak ve cevaplar bulmaktan ibarettir. Korkuya ya da gösterişe kapılmadan dünyayı gezer durur da kendine benzeyen âlimler dışında ne tanıyanı ne de değer vereni olur.

      Nil’in kaynağından çok uzak olmayan bir yerde, Goiama Krallığı’nda doğdum. Babam Africk’in içlerindeki ülkelerle Kızıl Deniz limanları arasında ticaret yapan zengin bir tüccardı. Dürüst, eli sıkı ve çalışkan bir adamdı ama acımasız ve dar görüşlüydü. Tek arzusu zengin olmak ve eyalet yöneticileri bu kazançtan pay istemesinler diye zenginliğini gizleyebilmekti.”

      Prens araya girerek “Demek babam görevini ihmal etmiş, yoksa hükümdarlığı altında yaşayan biri, başkasının malını almaya nasıl cesaret eder?” dedi. “Kralların adaletsizliğe göz yummasının adaletsiz olmalarıyla aynı şey olduğunu bilmiyor mu? Eğer ben imparator olsaydım vatandaşlarıma en basit suçun bile cezasız kalmayacağını gösterirdim. Bana, bir tüccarın, iktidardakilerin açgözlülüğüne kaptırma korkusuyla namuslu kazancının tadını çıkarmaya cesaret edemediği söylenseydi, kan beynime sıçrardı. Bana halkı soyan o yöneticinin adını ver ki suçlarını imparatora bildireyim.”

      Imlac “Efendim!” dedi. “Bu heyecanınız, gençliğin harekete geçirdiği erdemin doğal bir sonucu… Babanıza hak vereceğiniz ve belki yöneticiler hakkında söylenenlere tahammül edebileceğiniz zamanlar da gelecek. Zulüm, Habeşistan idaresinde sık rastlanan ya da göz yumulan bir durum değil; ama zalimliğin tamamıyla engellenebildiği bir yönetim şekline de henüz rastlanmadı. Bir otoriteye tabi olunması durumunda, bir taraf güç elde ederken diğer tarafa boyun eğmek düşer, güç denen şey insanoğlunun elinde olduğu müddetçe kimi zaman kötüye kullanılacaktır. Yüce bir hükümdarın itinalı yönetimiyle çok şey başarılır, ama bir o kadar şey de gözden kaçabilir. Tek bir kişinin işlenen tüm suçları bilmesi imkânsızdır ve o ancak bildiği suçları cezalandırabilecektir.”

      Prens “İşte bunu anlamıyorum,” dedi. “Ama şimdi bunu tartışmaktan çok, seni dinlemeyi tercih ederim. Öyküye devam et.”

      Imlac “Aslında,” diye devam etti; “babam yalnızca ticarette yetkin hale gelmemi sağlayacak kadar eğitim almamı istiyordu. Hafızamın ne kadar güçlü olduğunu ve söylenenleri ne kadar hızlı kavradığımı fark etmişti. Sık sık, bir gün Habeşistan’ın en zengin adamı olacağımı umut ettiğini söylerdi.”

      Prens, “Baban neden servetini artırmak istiyordu ki?” diye sordu. “Zaten göstermeye ya da tadını çıkarmaya cesaret edebileceğinden çok daha fazlasına sahipmiş. Senin dürüstlüğünden şüphe ettiğimden değil; ama anlattıklarındaki tutarsızlık ikisinin birden doğru olamayacağını gösteriyor.”

      Imlac, “Birbiriyle tutarsız olan şeylerin ikisi aynı anda doğru olamaz,” diye cevap verdi. “Ama söz konusu insan olduğunda iki durum da doğru olabilir. Değişkenlik, tutarsızlık değildir. Belki de babam daha güvenli zamanların gelmesini bekliyordu. Üstelik yaşamı canlı tutmak için biraz arzu lazımdır ve gerçek istekleri karşılanmış bir insanın böyle hayali olanlara yönelmesi iyidir.”

      Prens, “Bunu bir ölçüde anlayabiliyorum. Sözünü kestiğim için üzgünüm, lütfen devam et,” dedi.

      Imlac, anlatmaya devam etti: “Babam beni bu umutla okula gönderdi; ama ben bir kez bilginin tadını alıp zekânın ve keşfetmenin hazzına varınca içten içe zenginleri küçümsemeye başladım. Ve kaba düşünceleri bende acıma duygusu uyandıran babamın niyetini altüst etmeye karar verdim. Babamın şefkati beni yolculuğun zahmetiyle yüz yüze getirdiğinde yirmi yaşındaydım ve o zamana dek birçok ustadan anavatanımın edebiyatı üzerine iyi bir eğitim almıştım. Geçen her saat bana yeni şeyler öğretirken durmaksızın akıp giden bir tatmin hissiyle yaşıyordum. Ama yetişkinliğe doğru ilerlediğim bu yolda eskiden öğretmenlerime duyduğum saygının çoğunu yitirmeye başlamıştım; çünkü artık dersler bittiğinde onların sıradan insanlardan daha iyi ya da daha bilge olduğunu düşünmüyordum.

      En sonunda babam ticarete atılmam gerektiğine karar verdi, yeraltındaki hazinelerinden birini açtı ve bana on bin altın verdi. ‘İşte bu sermayeyle alım satım yapacaksın, genç adam!’ dedi, ‘Ben bunun beşte birinden daha azıyla işe başlamıştım. Çaba ve tutumluluk sayesinde sermayemin nasıl arttığını gördün. Bunları harcamak da katlamak da sana kalmış. Eğer gaflete ya da şımarıklığa kapılıp elindekini çarçur edersen, zengin olmak için ölümümü beklemek zorunda kalırsın. Ama dört yıl içinde servetini ikiye

Скачать книгу