İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı. Richard Tillinghast
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı - Richard Tillinghast страница 8
6
Büyük Konstantin
Roma, Shakespeare’in “en zirvedeki ve muhteşem dönemi” diye tabir ettiği 4. yüzyılda, tarihinin tehlikeli bir dönemine giriyordu. Roma Cumhuriyeti yerini hayli zamandır dört bir yandan onun zenginliğini ve gücünü kıskanan düşmanlarla sarılmış Roma İmparatorluğu’na bırakmıştı. 2. yüzyılda Romalıların Perslerden zorla aldığı Küçük Asya ve Orta Doğu olarak adlandırılan bölgeler, şimdi yeni bir hanedanlığın yönetimi altında canlanan Pers gücünün tehdidi altındaydı. Avrupa’daki barbar kavimler de bir diğer yanda kuzeye doğru harekete geçmişlerdi.
İmparatorun, İtalyan aristokratlardan oluşan elit bir yapıya sahip Roma Senatosu tarafından seçildiği, temsili yönetime benzer bir yönetimin olduğu günlerin yerinde yeller esiyordu. O dönemde imparatorluk aslında ordu kademeleri arasından liderin oybirliğiyle seçildiği askeri bir diktatörlük haline gelmişti. Tarihçi Peter Saris “aciz imparatorlar birbiri ardına tahttan indirildi ve kendi askerleri tarafından öldürüldü” diye anlatıyor. Saris, Konstantin’in iktidara yükselmesi “yalnızca, sonraki Roma İmparatorluğu’nun politikalarını şekillendiren hırslı adamların gaddar ve fırsatçı manevraları çerçevesinde yorumlanabilir” diye devam ediyor. Artık, zihnimizde Roma’dan yönetilen merkezileştirilmiş bir devlet canlandırıyorsak imparatorluğa Romalı demek de yanıltıcı olabilir. Ordu Küçük Asya, Kuzey Afrika, Balkanlar veya Kuzey Avrupa’da savaşırken, artan sayıda aslen Romalı olmayan asker-imparatorlar, sürekli yer değiştiriyorlardı.
305 yılında gönüllü olarak sahip olduğu gücü bırakıp Dalmaçya kıyılarındaki çiftliğine çekilerek lahana yetiştirmeye başlayan İmparator Diokletian, artık tek bir kişiyle yönetilemeyen imparatorluğun bağımsız yönetime geçmesini sağlamak için, imparatorluğun yönetimsel olarak doğu ve batı şeklinde ikiye ayrıldığı, her birinin diğerine karşı sorumlu olduğu birer üst (Augustus’lar) ile birer ast (Sezar’lar) imparatorlardan haiz Tetrarşi (dörtlü yönetim) denen bir yönetim şeklini uygulamaya koydu. Bu düzenleme teoride ağırlıklı olan imparatorluğun daha kolay yönetilmesini sağladıysa da, gerçekte bu mevkilere atanan güç meraklısı generalleri düşününce, 4 haris adamın aynı görev için en güçlüsü galip gelene kadar birbirleriyle savaşacağı bir sistem yaratmış oldu.
Tetrarşiyi temsil eden Mısır mermerinden yontulmuş nadir bir heykel Venedik’teki San Marco Bazilikası’nın güneybatı köşesine yakın bir yerde durmaktadır. Grekoromen heykel geleneğinin hiçbir zarafetini taşımayan 4 zalim savaşçı tasvirinin yer aldığı, ham hali mat kestane rengindeki bu yontu, Konstantin’in ilk zamanlarına kadar Roma İmparatorluğu’nun dönüştüğü otoritenin asıl gücünün iç karartıcı bir suretidir adeta. Giysili ve aynı şekilde poz vermiş nemrut suratlı adamların her biri bir elleriyle kılıçlarının kabzalarını sımsıkı tutarken diğer elleriyle de eş-imparatorun omuzunu tutmuş, sanki diğerlerinin yapacağı ilk saldırıyı önlemek ister gibi duruyorlar. Adı Roma İmparatorluğu’yla birlikte anılan hayalimizdeki hiçbir soylu veya ruhani liderin böyle duygusuz ve kaba savaşçılarla bir bağı olamaz. Heykeldekiler ritüel olmuş bir törenin mola anında, daha önceden verilmesi kararlaştırılmış bir işaretle, sanki birazdan savaşa tutuşacaklarmış gibi duruyorlar ki yaptıkları da budur zaten.
Konstantin’in koşulları ve iktidara yükselme yöntemi, Roma İmparatorluğu’nun coğrafi olarak genişlemesi hakkında bazı işaretler verir. Konstantin, bir Roma eyaleti olan Dakia’ya bağlı bugünkü Sırp kasabası Niş’te doğmuştur. Babası Konstantius ilham verici liderliğiyle Diocletian’ın ilgisini çekti ve Sezar ünvanıyla imparatorluğun kuzeybatı sınırındaki uzak eyaleti Britanya’da çıkan ayaklanmayı bastırmak üzere görevlendirildi. Konstantin de babasının izinden gitti ve babasının yanında savaşarak hem doğu eyaletlerinde hem de Kuzey Avrupa’daki seferlerde kendisini gösterdi. Babası ölünce askeri birlikler onu himayelerine alıp yetiştirdiler ve Augustus ünvanını verdiler.
Konstantin’in güneye doğru Alpler’i aşarak hasmı Maxentius’la karşılaşacağı kaçınılmaz an geldi çattı. Bu karşılaşma Roma’nın hemen kuzeyinde Tiber Nehri üzerindeki Milvian Köprüsü’nde meydana geldi. Efsaneye göre genç kumandan Konstantin çarpışmadan hemen önceki gece askeri ve dolayısıyla da imparatorluk kariyerine ilham kaynağı olacak bir rüya gördü. Bu rüya, daha ziyade bu efsane, tarihin akışını değiştirecekti. Konstantin’in resmi biyografi yazarı tarihçi Eusebius şöyle anlatıyor. “Gün ortasında güneş alçalmaya başlamışken kendi gözleriyle göklerde üzerinde ‘Bununla fethet’ (Hoc Vince) ibaresi bulunan parlak bir haç gördüğünü söyledi. Bu görüntü karşısında hem kendisi hem de ordusu şaşkınlık içinde kalakaldılar. “O gece rüyasında Konstantin’e görünen İsa, yeni dinin sembolünün Konstantin’in birliklerinin siperlerinde de olması gerektiğini buyurdu. Hikâyeye göre, Konstantin bu rüyadan ilham alarak birliklerini Maxentius’a karşı savaşa soktu ve sayıca az olmalarına rağmen o ünlü zaferini kazandı.
Konstantin’in rüyasında haç görmesi Hıristiyan efsanelerinin sanatsal malzemelerinden biri haline geldi ve Avrupa sanatında sık sık resmedildi. En ilgi çekici erken dönem tasvirlerinden biri, üç ayrı panoda resmedilmiş 9. yüzyıla ait bir minyatürdür. En üstteki panoda, değerli taşlarla süslenmiş şatafatlı koltuğunda oturan Konstantin rüyasında haç görürken, ortadaki panoda Milvian Köprüsü’nde düşmanlarını gönderirken, üçüncüsünde de annesi Helena yıllar sonra kutsal topraklarda Hz. İsa’nın gerildiği çarmıhı keşfederken gösteriliyor. Belki de en haşmetli tasvir Pierro della Francesca’ya ait Arezzo’daki Konstantin’in Rüyası (Kutsal Haç Efsanesi) adlı bir seri fresktir. Burada muhafızları tarafından korunan imparator, etrafı açık ordugâhının çadırlarıyla çevrili halde çadırında uyurken görülmektedir. Tablo ağırbaşlı bir gizem havası vermektedir. İmparator rüya görürken ona eşlik edenler de sanki transa geçmiş bir halde resmedilmiştir.
Bu gizem havası Konstantin’in rüyasındaki duruma uygun düşüyor. Gerçekten olup olmadığıyla ilgili şüphe uyandıran sebepler var. Ordunun tanık olduğu varsayılan gökyüzünde haçın görülmesi olayı, başka herhangi bir gözlemci tarafından doğrulanmadı. Eusebius, Konstantin hayattayken yazdığı Kilise Tarihi adlı kitabında bu ünlü çarpışmanın hikâyesini anlatırken bu rüyadan bahsetmiyor. Yalnızca Konstantin’in ölümünün üzerinden uzun zaman geçtikten sonra yazdığı Life of Constantine (Konstantin’in Hayatı) adlı kitabında bu olaydan bahsediyor. Eğer gerçekten Konstantin’in gördüğünü bütün ordu gördüyse demek ki John Julius Norwich’in kurnazca yorumuyla “98 bin kişi bu sırrı fevkalade iyi bir şekilde saklamış” olmalı.
Robin Lane Fox, Akdeniz dünyasında paganizmden tek tanrılı din Hıristiyanlığa geçiş dönemini ele alan Pagans and Christians (Paganlar ve Hıristiyanlar) adlı çalışmasında, daha çok Konstantin’in ertesi gün çatışmaya girerken haç sembolünün askerlerin siperlerinde görünmesini emreden İsa’yı rüyasında gördüğü deneyiminin ikinci bölümüne odaklanmıştır. Paganizm dünyasında zaman zaman vuku bulan tanrıların görünmesi olayı, Yunanca epiphanos olayı olarak adlandırılan bir fenomen olup günümüzde epiphany1 kelimesiyle ifade edilmektedir. Konstantin’in deneyiminde farklı olan, pagan inanışında daha sık rastladığımız yürüyen ve konuşan insan formundaki görüntüden önce, ilk
1
Tezahür. (ç.n.)