İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı. Richard Tillinghast
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı - Richard Tillinghast страница 12
Ayasofya’dan hipodroma doğru yürüdüğünüzde, sağ kolda veya başka bir deyişle hipodromun batı kanadında, Muhteşem Süleyman’ın sadrazamı İbrahim Paşa’nın şahsına ait sarayın da içinde bulunduğu Türk ve İslam Eserleri Müzesi vardır. Süleyman’ın en gözde ve sevgili karısı Rus kökenli -daha kesin bir deyişle Rutenya veya Ukraynalı- Roxelana gibi, en yakın arkadaşı İbrahim de, imparatorluğun en kudretli konumuna gelen bir Rum asıllıydı ve Süleyman’ın kız kardeşi Hatice’yle evliydi. Zaman içinde boyundan büyük işlere kalkıştı; Süleyman 13 yıllık sadrazamlığının ardından İbrahim’i öldürttü ve bütün varlığına el koydu. Bugünkü haliyle bile oldukça büyük olan saray, o zamanlar şimdikinin iki katı büyüklüğündeydi. İçinde kilim, kaligrafi, minyatür ve benzerlerinin bulunduğu olağanüstü bir koleksiyon bulunmaktadır. Ayrıca bir kahvehane ve pazarlık yapma konusunda endişeli olanlar için fiyatların sabit tutulduğu bir dükkân vardır.
Hipodrom bugün diğer yerlere ulaşmayı sağlayan bir geçiş yolundan ziyade, kendi içinde küçük bir merkezdir. 19. yüzyıl sonunda inşa edilen İmparator 2. Wilhelm’in emsalsiz çeşmesi, Kuzey Avrupa hantallığı ile Osmanlı mimari biçimlerini örnek alan kıymetli bir yapıdır. Bir Osmanlı mimarı akşam yatmış, sabah da Almanca konuşarak uyanmış gibidir adeta. Bir yanında İbrahim Paşa Sarayı, diğer yanında Sultanahmet Camisi’ne giden batı kapısının önündeki kafeler ve hediyelik eşya dükkânları ile uzun ve oval bir yarış pisti gibi tahayyül edilebilecek uzun ince şerit, alanın merkezinden geçer ve “spina”, yani “hipodromun omurgası” olarak adlandırılır.
Spina’nın ortasında Konstantin’in Mora Yarımadası’ndaki Delfi’den getirttiği Yılanlı Sütun bulunmaktadır. Yılanlı Sütun’a gelmeden önce ise antik Mısır Dikilitaşı’nı görürsünüz. 800 ton ağırlığındaki bu devasa dikilitaş gemi yolculuğuna dayanamamış ve yalnızca üstteki üçte birlik kısmı Konstantinopolis’e sağlam şekilde getirilebilmiştir. Dikilitaş, Batı Roma İmparatorluğu’nun nihai çöküşünden ve Doğu’nun ya da Bizans’ın yükselişinden önce, hem Doğu’ya hem de Batı’ya hükmeden Roma imparatorlarından sonuncusu olan müstesna kişilik Büyük Theodosius tarafından Hipodrom’a dikilmişti.
Burada özellikle bakmaya değer olan, dikilitaşın üzerinde durduğu mermer kaidedir. Bu taş blok üzerine, hipodromun doğu cephesinde bulunduğu varsayılan kraliyet locası Kathisma’daki imparator ve ailesinin tören sahneleri yontulmuştur. Kabartmalar aşınmış olmasına rağmen, dikilitaşın kuzey cephesinde, zamanında muhteşem bir mühendislik becerisiyle yapılmış olan obeliskin taşınması ve dikilmesine nezaret eden imparatoru görebiliyoruz. İşçiler omuzladıkları halatlarla sütunu sürüklüyor, diğerleri de halatları sarmak için kullanılan bir vinci çeviriyor. Batı cephesinde, Romalı kıyafetlerine, harmani ve benzerlerine bürünmüş kraliyet topluluğunun (bizim “Bizanslı” olarak adlandırdığımız bu kişilerin ilk birkaç yüzyıllık dönemde kendilerini Romalı [Rhomainoi] olarak kabul ettiklerini hatırlatalım) arasından öne çıkan Pers başlığı takmış, diz çökmüş bir grup köle, İmparator Theodosius’a saygılarını sunuyor. Theodosius’un yanında Batı’daki eş-imparatoru II. Valentinianus ve sırasıyla, biri Batı’nın diğeri de Doğu’nun imparatorları olacak oğulları Honorius ve Arcadius bulunmakta. Güney cephesinde ise hepsi bir araba yarışını izliyorlar. Kalabalık arasından çehrelerini görüyoruz. Alt kısım boyunca da dans eden genç kızları ve müzisyenleri görüyoruz.
Anıtın en sevdiğim bölümleri imparatorlukta hiçbir şeyin, hatta hükümdarların yaşamlarının dahi güvence altında olmadığı bir yapının havasıyla ilgili fikir veren Theodosius’un mızraklı ve dağınık sakallı muhafızlarının ifadeleri. Roma, Bizans, Osmanlı veya diğer herhangi bir imparatorluğun ihtişamı ve görkemi bizde nasıl bir etki bırakmış olursa olsun, gerçek, Mao Zedong’un “Politik kudret bir silahın namlusundan ya da bir bıçağın ucundan çıkar,” sözlerinde saklıdır. Bu taşlarda ölümsüzleşen Valentinian, Galyalılar ile girdiği bir güç savaşında mağlup oldu ve 15 Mayıs 392 tarihinde 21 yaşındayken özel dairesinde ölü bulundu. John Julius Norwich, Byzantium: The Early Years (Bizans: İlk Yıllar) adlı eserinde şöyle yazar: “Ölümünün bir intihar olduğunu kanıtlamak için çok zahmete girildi.”
Hipodrom, her ne kadar imparatorluk başkentinin iz bırakan bir hatırası olsa da Konstantinopolislilerin “Kutsal İmparatorluk Sarayı” olarak adlandırdığı, hiçbir masraftan kaçınmadan dekore edilmiş, geniş bir alana yayılan ve birbirine bağlı bir dizi binadan oluşan bu taş yığınından geriye neredeyse hiçbir şey kalmamıştır. Büyük Saray, Marmara Denizi ve Haliç’e doğru inen ormanlık bir yamaç üzerine kuruluydu. Bir yanda bahçeler ve kiliseler güzellik ve kutsallık taşıyor, diğer yanda yazlık evler, çeşmeler, binicilik okulu ve polo sahalarıyla havuz ve dekoratif göletler ferahlatıcı bir etki bırakıyordu. Bizans’ın yüksek tabakasının güvenli ve konforlu hayatını sürdürmek için ahırlar, mutfaklar ve ambarlar mevcuttu. İmparatorlar ve maiyetindekiler burada, imparatorlar arasında en kültürlü ve belki de doğuştan en zarif isme sahip Konstantin Porphyrogenitus’un Book of Ceremonies (Törenler Kitabı) adlı eserinde detaylıca bahsedilen dinsel ve resmi törenlerle belirlenmiş bir hayatı sürdürüyorlardı. Tarihe karışan bu dünya, gözle görülür olmayanı tasavvur edecek gezginler için işte buradadır.
8
Kutsal Şehir
W.B. Yeats İstanbul’a hiç gelmedi, ama Bizans Sanatı ile ilgili okumalarından esinlenerek yazdığı şiirler ‘Bizans’ı bu kutsal şehrin ebedi simgesi yaptı. Yeats’in Bizans sanatıyla tanışması Palermo ve Ravenna’da gördüğü mozaikler vesilesiyle oldu. Şiirleri yoluyla kutsallaştırdığı şehri kendi gözleriyle görmemiş olması ironik görünse de bir bakıma buna ihtiyaç da duymamıştır. Dünyadaki varlığını, sanat ve mimarisiyle halen sürdüren Bizans, İrlandalı ustanın o harika şiirlerinin yarattığı etkiye benzer bir nevi ebedi bir hediye, ilham veren bir mucize ve görkem anlayışı barındırır. Yeats, Bizans’ın hiyeratik mozaik sanatından etkilendi ve onun bu sanatta tasvir edilen kişilerle ilgili sihirli sözleri, parlayan binlerce küçük renkli kareyle tasvir edilenin ruhani ifadesiyle birleşti. Yeats’in “Tanrının kutsal ateşinde duran bilgeler / Bir duvardaki altın mozaikte durur gibi” dizeleri, resmedilenle anlamı arasındaki ilişkiyi çok güzel anlatıyor.
Bizans sanatı ve onu taklit eden 13. ve 14. yüzyıllara ait erken dönem İtalyan dini sanatı, daha sonra modernizmden önceki Avrupa sanatının tipik bir örneği olacak yaşamın taklit edilmesinden ziyade barındırdığı salt durağan ve yapay nitelikleriyle kendini göstermektedir. “Sailing to Byzantium” şiirinin son kıtası bu büyük yapmacıklığı yakalamaktadır:
Çıkacak