İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı. Richard Tillinghast

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı - Richard Tillinghast страница 14

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı - Richard Tillinghast

Скачать книгу

Kilisesi’ne yapacağınız ziyaret için hazır olmanızı sağlayacaktır. Bu kilise büyük bir gücün, varoluşun ve itibarın yapısıdır. İmparator Jüstinyen, Bizanslı ayaktakımının 532’deki Niko Ayaklanması’nda tahrip ettiği kilisenin yeniden inşaası için mimar olarak matematik ve fizikle uğraşan Trallesli Antemius ve Miletli İsidoros’u seçti. İsidoros, Jüstinyen’in kapatmış olduğu Platon Akademi Okulu’nun başındaydı. Ünlü kişiler hakkındaki bu kısa aktarımlar Bizans İmparatorluğu’nu oluşturan kültür ve milletlerin karışımına şöyle bir göz atmamızı sağlar. Bu iki bilge adam Artemius ve İsidoros, antik Yunanistan ve onun bütün bilgi ve deneyimiyle bir bağ kurdular. İmparatorun bu iki mimarı seçmesi başkenti Konstantinopolis olan Doğu Roma İmparatorluğu ile Helenistik dünyayı birbirine bağladı. Yüksek idealler, menfaatler ve gücün yanı sıra saygınlık talepleri de içeren bu birleşim bütün ortaçağ boyunca varlığını sürdürdü ve zenginleşti.

      9

      Bizans Sanatına Bakış

      Bizans sanatının iki ölümsüz eseri İstanbul’da bulunmaktadır. Her ikisi de kilisedir. Ayasofya ve Kariye Camisi. Ayasofya’nın resimleri mekânın gerçek ihtişamını yansıtmaktan uzaktır; ziyaretçilerini gerçek boyutuna ve içinde barındırdığı alan ve ışığın etkisine hazırlayamaz. Robert Byron’ın deyişiyle o “mimarinin amiral gemisi”dir. İçindeki mozaik süslemelerin çoğu kaybolmuştur. Yine de tarzının güzelliği ve mermer sütunlarının, kaplamalarının ve döşemelerinin zenginliği güçlü bir hatırlatıcıdır. Kariye ise dışarıdan görüntüsüyle sevimli bir kiliseyken, Robert Byron’ın deyişiyle mozaik ve duvar resimleriyle ziyaretçilerin ilgisini çeken iç kısmı sanatkârlığın “mikrokozmosu”dur. Mozaik Müzesi de makrokozmos ve mikrokozmosun bu iki şaheserinin yanında, barındırdığı Büyük Bizans Sarayı’nın kalıntılarından çıkan erken dönem kaplama mozaikleriyle bir ikramiye gibidir.

Bizans Sanatının Coğrafi Menzili

      W.B.Yeats birçok kişiye ulaşan yazılarında sözünü ettiği bu yere bildiğimiz kadarıyla hiç gelmedi. Ben bile Bizans sanatıyla ilk kez İtalya’da anakaradaki Ravenna bölgesinin kiliselerinde ve Sicilya’da Palermo ve Cefalu’da karşılaştım. Sonraki zamanlarda iç duvarları mücevherleri andıran Bizans freskleriyle süslenmiş keşişlerin yaşadığı kiliseleri görmek için küçük Volkswagen’imin amortisörlerini zorlayarak Yunanistan, Makedonya ve Sırbistan’ın kötü ve zorlu yollarında yolculuklar yaptım. Bir bardak soğuk su, bir parça Türk lokumu, pirinç tepside sunulan bir içimlik slivovitz (erik konyağı) eşliğinde sakallı, siyah giysiler içindeki keşişlerin güleryüzüyle karşılanmak ve ardından kiliseye gidip mumla aydınlatılmış fresk ve ikonaları görmek benzeri olmayan bir deneyimdi.

      Osmanlı Türkleri Küçük Asya ve Trakya’yı işgal edip ardından Konstantinopolis’i ele geçirince Bizans’ın büyük şehir merkezi ebediyen değişti ve birçok anıt ya tahrip edildi ya da başka türlü kullanımlara açıldı. Bukoleon Sarayı’nın karşısında, Marmara Denizi’ndeki imparatora ait özel limana ve tekne havuzuna erişim olacak şekilde inşa edilmiş Bizans Sarayı’ndan geriye kalan, yalnızca denize bakan tuğla ve taş duvar içine yerleştirilmiş dört büyük mermer çerçeveli boş pencereleriyle terk edilmiş, harap bir bina iskeletidir. Bizans’ın imparatorluk saraylarının muazzam ihtişamını anlamak için Sicilya’ya gidip 12. yüzyıla ait, Bizanslı zanaatkârlar tarafından görkemli bir şekilde süslenmiş Palermo Kraliyet Sarayı’ndaki Kral Ruggiero’nun özel odasına bakmak gerekir. Zemin çok renkli taştan oyma desenli mermerle döşelidir. Venedik Sarayı’nın dış duvarlarını süsleyenlerdekine benzeyen, somaki taşından yuvarlak madalyonlar kaplamanın içine konmuştur. Az miktarda varaklı mermer yüzeyli masalar ihtiyaca binaen uygun yerlere yerleştirilmiştir.

      Yukarı doğru baktığımızda duvarların aynı Ayasofya’da olduğu gibi sade, damarlı mermerle giydirildiğini görüyoruz. Bu duvar panolarının üzerinde mermer sütunlarla desteklenen kemerli bir tavan yükseliyor. Odanın ihtişamı, duvar boyunca tavana kadar yükselen mozaiklerin ve bunaltıcı Sicilya akşamüstlerinde gözümüzü dinlendiren portakal ağaçları ve palmiyelerin biçimli görünümleriyle yeşilliklere karşı altın gibi ışık saçarak parıldamasından kaynaklanıyor. Tonozları bölen kemerlerin üzerinde gergin ifadeleriyle yüz yüze bakan sentorlar4, çalımla yürüyen leoparlar ve tavus kuşları, aslan kabartmaları, arma stilinde poz veren griffonlar yer alıyor. Şatafatlı ama derli toplu bu oda, altın mozaiklerin ihtişamına karşı sade renkteki mermerler ve gösterişsiz boyanmış kapılarıyla görkemli bir hava taşıyor. Eğer böyle bir zenginlikle dekore edilmiş bu özel odaları gözümüzde canlandırabilirsek, o zaman Büyük Bizans Sarayı’nın nasıl göründüğünü hayal etmemiz de mümkün olur.

      Osmanlılar, imparatorluktaki milletlerin ya da etnik toplulukların kendi aralarındaki ilişkileri düzenlemelerine ve inançlarını özerk bir biçimde tatbik etmelerine olanak verecek bir politika benimsedikleri için kiliseler, imparatorluk sarayları ve zenginlerin malikânelerinden daha uzun süre varlıklarını sürdürme şansına sahip oldu. Sıkça rastlandığı üzere kiliseler camiye dönüştürüldüğünde bile binaların kötü ve tahrip edici hava şartlarından korunmak üzere yapılmış dayanıklı çatıları sapasağlam kalmıştır. Hemen hemen bütün Türklerin bir kiliseyi camiye dönüştürürken tek yaptıkları, ezan için bir minare inşa etmek ve caminin içine cuma namazı sırasında vaaz için kullanılan bir minberle İslam inancına göre Mekke’nin olduğu yöne bakan bir mihrap yerleştirmektir.

      Yine gözüme çarpan camiye dönüştürülmüş başka bir kilise İstanbul’daki Myrelaion Kilisesi, yani Bodrum Camisi’dir. Bu camiyi sisli bir sonbahar akşamında Laleli Camisi’nden çok da uzakta olmayan Divan Yolu’nun Marmara’ya bakan tarafındaki giysi satılan dükkânların bulunduğu sokaklarda bulmaya çalışmak pek de kolay olmadı. Ama görür görmez içimden “Bu bir cami değil bir kilise!” diye haykırdım. Tıpkı diğer Ortodoks kiliselerinde olduğu gibi dış cephesi sade tuğlayla örülmüş, Küçük Mustafa Paşa semtindeki Gül Camisi gibi yüksek ve heybetli bir görünümü vardı. İç kısımları tamamen değiştirilmiş, mozaikleri sökülmüş, tahrip edilmiş ya da sıvayla kapanmış olsa da bu yapıların ayakta kalması, Britanya adalarında 8. Henry yönetimindeki Roma Katolik manastırlarının tasfiye edilmesinden hemen sonra manastır ve çatısız mabetlerin yalnızca güzel görüntülü kalıntılara dönüşmeye terk edilmesiyle yalın bir tezat içermekteydi.

Klasikten Bizans’a

      Bizans sanatının kökleri MÖ ilk bin yılın erken döneminde Doğu Akdeniz’e özgü farklı izlerin bir araya gelmesi ve kaynaşmasına dayanır. Bir açıdan Roma İmparatorluğu’nun sanatı “huşu vermek için tasarlanan kudretin sanatı” olmaya devam etti. Göz kamaştırma ve etkileme becerisi, öznelerini görsel gerçeklik gerektiren bir yaklaşımla değil, resmedilen şeyin psikolojik ve ruhani anlamını ileten bir bakışla tasvir eden İran ve Suriye gibi Ortadoğu geleneklerinden gelen unsurların sahiplenilmesiyle önemli ölçüde geliştirilmiştir. Bu sanat her daim vurgulamaya, abartmaya ve soyutlamaya yatkındır. Bizans sanatı ve kültürü Akdeniz ve Ortadoğu’nun her tarafında muazzam bir saygınlığa sahipti. Persler, yeni inşa ettikleri saray için Bizans elçisinin “üst tarafı kuşlar, alt tarafı da fareler için” demesi üzerine tüm binayı yerle bir etti.

      4. yüzyıldan itibaren Roma İmparatorluğu, kilise ve devletin eşit güçlere sahip olduğu bir Hıristiyanlık oluşumu haline geldi. Kilise, devletin hukuk sistemine onay verdiği için zenginlik ve güç elde etti, devlet de ilahi hakları gözeterek yönettiği

Скачать книгу


<p>4</p>

Yunan mitolojisinende yarı insan yarı at görünümünde olan yaratıklar. (e.n.)