İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı. Richard Tillinghast
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı - Richard Tillinghast страница 16
Şimdi üç çeşit yapı arasındaki farklılıklara bir bakalım: Yunan tapınağı, Gotik katedral ve Bizans kilisesi. Yunan tapınağı -Parthenon’u bir düşünün- rasyonel mükemmeliyetçiliğin muhteşem bir şekilde ortaya konmuş somut halidir. İzleyicinin gözü statik değildir, hatta gözünün hareketi gördüğü şey tarafından yakalanır; bu arada tapınağın orantısı, sütun dizisi, alınlıkları ve arşitravı6 birbirleriyle uyum içindedir ve birbirlerini bütünler. Parthenon fevkalade bir insan yapısıdır, orantısı aynı bir insan bedenininkini andırır. Antik Yunan’ın insanlığa en büyük hediyesi insani mükemmeliyetçilik anlayışıdır.
Diğer yandan, Gotik tarzın ulaştığı nokta ise Yeats’in tarif ettiği gibi bizleri “insan mizacının öfkeli ve pislik tarafı”nın dışına çıkarmasıdır. Rheims’deki katedralin dimdik yükselen kulelerinde, Paris’teki Notre-Dame Kilisesi’nde, hatta Westminster Abbey’deki trafik ve turist kalabalığı arasında bile akla uygunluk bir mesele değildir. Gözlerimiz ve ruhumuz göklere doğru yükselir ve destekleyici sütunlar yukarıya doğru incelse ve kemerler keskin uçlu olsa bile dayanıklılık ve sabitliğin kaybolması problem yaratmaz. Île-de-France7 Bölgesi’nde geliştirilen ve İngiltere’deki Bath Abbey’de kullanılan kemerli payandalar o kadar hafif görünür ki mühendislik amaçlarının, çok fazla mozaik cam ihtiva ettiği için zayıflayan duvarların kilisenin yüksekliğinin ağırlığı altında çökmesini engellemek olduğunu unuturuz.
Venedik’e gittiğimde Konstantinopolis kiliselerinin en parlak evresindeki çehresini gösteren belki de dünyadaki günümüze ulaşmış en iyi örnek olan San Marco Bazilikası’nı gördüm ve ilk defa bir Bizans kilisesiyle karşılaşmış oldum. Toy bir bakış en güvenilir kaynağımız olsa da bizi hüsrana uğratabilir. San Marco’ya ilk kez yakından bakınca hayal kırıklığına uğradım. Bulutlara ulaşan bu sivri yapının Gotik olduğunu düşünmüştüm. Yükseklere kadar çıkan Gotik kemerli Notre-Dame Kilisesi’ni gördüğüm Paris’ten yeni dönmüştüm. Gözlerim kubbelere ve yuvarlak kemerlere aşina değildi henüz. Peki, gerçekçi olursak insanın gözleri böyle bir hazırlık aşamasından nerede geçebilir ki? Hiç kimse bana Gotik olmayan bir katedrale nasıl bakacağımı öğretmemişti. San Marco Bazilikası, Bizans mimarisindeki diğer örnekler gibi “havada yükselmiyor”du ne yazık ki.
San Marco Bazilikası’nı gördüğümde henüz John Ruskin’in Stones of Venice (Venedik’in Taşları) kitabını okumamıştım. Ruskin bazilikayı “parşömen yerine kaymak taşıyla bağlanmış, mücevher yerine somaki taşından kolonlarla süslenmiş, içi ve dışı mine ve altın harflerle yazılmış ışık saçan büyük bir toplu dua kitabı” olarak niteler. Bu, ustaca yapılmış bir metafordur; çünkü duayı çağrıştırsa da aslında Venedik’in en iyi sanatçı ve zanaatkârlarının elişlerinin yanı sıra, mermerler, ikonalar ve kutsal emanet sandıklarıyla süslenmiş, kendisi de bir sanat eseri olan kiliseyle ilgilidir. Bunların birçoğu IV. Haçlı Seferi zamanında meydana gelen Konstantinopolis yağması sırasında talan edilmiştir. Kilise eğer bir dua kitabı gibiyse o zaman herhangi bir kitabın fiziksel biçimi gibi dışa kapalı ve sınırlıdır. San Marco Bazilikası, kubbelerinin doğup bir ahenk içinde göğe doğru yükseldiği toprakla kucaklaşmış izlenimini verir.
Bizans kiliselerinden keyif almak, bütün Akdeniz kültürlerinde olduğu gibi mermerin güzelliğini takdir etmeyi öğrenmek demektir. Bizanslı taş ustaları, kilisenin duvarlarını kaplayacak veya giydirecek mermer levhalar hazırlarken yüzeyin altına gizlenmiş renk akışını açığa çıkarmak için mermer blok parçalarını diyagonal kesmeyi severlerdi. Tüm yüzey boyunca derin olmayan bir oyuk açar, bu oyuğu kumla doldurur ve iki işçi günde 5 cm kadar ilerleyebilmek için uzun bir sicim parçasını karşılıklı olarak ileri geri çekerlerdi.
Konstantinopolis’in kiliselerindeki iç sütunlara gelince, bu inanılmaz mermerlerden birçoğu Pagan tapınaklarından kurtarıldı ya da yağmalandı. Hem Konstantin hem de Jüstinyen, imparatorluktaki bütün inşaat malzemelerine el koydu. Venedikli zanaatkarların dehasının bir bölümü, özümsedikleri kültürlerin sanat ve tasarımını taklit etme yeteneklerinden gelir. Hem zarif bir dekorasyon için klasik bir yetenek üzerine inşa edilen Bizans motiflerinin parlaklığını ve İslam sanatının dekoratif desenlerini hem de kraliyet ve doğaüstü varlıkların bir ifadesi olarak Ortadoğu sanat anlayışını yeniden ürettiler.
Yunanlar ve Romalılar tapınaklarının dışını süslemeyi severken ve İtalyan Rönesansı’nın kiliseleri çok renkli mermerleriyle göz kamaştırırken, Bizans’ta bunların tam tersi geçerliydi. Floransa’daki Santa Croce Bazilikası’nın ihtişamı ile Ravenna’nın düz tuğla örülü kiliselerini veya güzel desenli tuğlalı dış cephesi, içinde bulunan altın mozaik yüzeyleri ile ilgili pek de ipucu vermeyen İstanbul’daki Fethiye Camisi’ni (Pammakaristos Kilisesi) karşılaştırın. Tüm erken dönem kiliselerinde olduğu gibi, iç mekânlarının fazlasıyla süslenmiş olmasının iki ayrı sebebi vardı: Yön vermek ve göz kamaştırmak.
İncil’i az sayıda kişi okuyabilmişti; bu sebeple kiliselerdeki resimler Yaratılış, Âdem ve Havva, Nuh Tufanı, çarmıha gerilme ve benzerleri hakkında onları eğitti. Azizlerin, Tanrı elçilerinin, kilise papazlarının tasvirleri bunların varlığını ibadet edenlerin gözünde canlı kılardı. Artık iç kısımlar kazınmış ve gösterişten uzak, “kuş sesleri kesilmiş yıkık boş tapınaklar”dır. Yine de, ahenkle çalan çanların ve genizden şarkı söyleyen rahip ve keşişlerin sesiyle beraber havaya tütsü kokusunun yayıldığı, altın gibi parıldayan bir binanın içinde bir ayinin nasıl gerçekleştiğini hayal edebilirsiniz.
Bunun, insanın üzerinde nasıl bir duygu yarattığını öğrenmek isteyenler, Haliç kıyısındaki Fener Rum Patrikhanesi’nde bol tütsülü, bol ilahili, bol diz çökmeli ve ikona öpmeli bir ayine katılabilirler. Ortaçağdaki Bizans sanatsal ihtişamının ve dini ayinlerin Konstantinopolis’e gelenler üzerinde bıraktığı etki, kurduğu krallığın dininin İslam mı, Roma Katolik mi, yoksa Ortodoks mu olacağına karar vermeye çalışan Kiev prensi Vladimir tarafından gönderilen elçilerin 987 yılında bıraktığı günlüklerden anlaşılabilir. Elçilerin Prens’e raporu şöyledir:
Cennette miydik, dünyada mıydık belli değil. Dünyada böyle bir görkem veya güzellik olamaz, nasıl tarif edeceğimizi bilememenin şaşkınlığı içindeyiz. Biliyoruz ki Tanrı yalnızca bu adamların arasında yaşar; buradaki ayin diğer milletlerin törenlerinden
6
Antik Yunan ve Roma mimarisinde üzerine oturtulduğu sütunları birbirine bağlayan taş blok. (e.n.)
7
Fransa’nın 18 bölgesinden biri. Paris şehri de bu bölgede yer almaktadır. (e.n.)