İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı. Richard Tillinghast
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İstanbul'un tarihi, kültürü ve yaşamı - Richard Tillinghast страница 13
Yeats’in imgeleri ziyaretçilerin taht odasındaki suni ağaçlarla ilgili tasvirlerinden esinlenmişti; küçük mekanik altından kuşların konup şarkı söylediği yakut, zümrüt, turkuaz ve safirden yapılmış meyvelerle kaplı altın ve gümüş dallardı bunlar.
Mimari çizimler ve dijital örnekler bize imparatorluk zamanında Konstantinopolis’in nasıl görünüyor olabileceğiyle ilgili net bir fikir veriyor. Ayasofya’nın kuzeyinde ve biraz aşağısına doğru, Kutsal Bilgelik Kilisesi Ayasofya’dan sonra en önemli ikinci kilise olan Kutsal Barış Kilisesi Aya İrini “Hagia Eirene” var. Aya İrini şu haliyle Topkapı Sarayı’nın duvarlarıyla çevrilmiş olsa da o kadar değişmemiş. Ayasofya’nın önündeki meydanın yerinde daha önceden sıra kemerli bir forum veya agora varmış gibi görünüyor. Büyük Konstantin bu planı 4. yüzyılda hazırlatmıştı. Agoranın batı ucunda, imparatorluktaki tüm mesafelerin ölçüldüğü “Milyon Taşı3” adındaki mermer nişan durmaktadır. Nişan bugün hâlâ burada, ancak yıpranmış ve içler acısı bir görünüme sahip; önünden geçen tramvay yolu ise onu meydandan ayırıyor. Zemin, yüzyıllar içerisinde depremler, molozların toplanması ve yeni yolların yapımı sebebiyle yükselmiş olduğu için bir zamanlar meşhur olan nişanın zeminini görmek için küçük bir kuyunun dibine doğru eğilip bakmanız gerekiyor.
Şehir surları içindeki Altın Kapı’ya uzanan Mese’nin başladığı nokta da burasıdır. Binlerce kilometre ötedeki Roma’ya giden yol da buradan başlar. Hemen yakınında Yerebatan Sarnıcı vardır. Bizanslılar büyük ölçekte, 336 sütunlu bir nevi yeraltı tapınağı inşa etmişlerdi. Bu antik yontmaların kalıntıları günümüz İstanbul’unda zaman zaman kötü kullanıma maruz kalıyor. Burada, iki adet devasa “Gorgon Başı”, sütunların kaidesi olarak kullanılmış. Birisi yerde yan yatmış, diğeri ise baş aşağı duruyor. 1545 yılında Fransız antikacı Peter Gyllius semt sakinlerinin katlardaki deliklerden su çekmek için kova daldırdıklarını ve hatta bazen de aynı deliklerden balık tuttuklarını gözlemleyip yeniden keşfedene kadar burasının varlığı tamamen unutulmuştu. Yumuşak bir ışıklandırma ve new age müzik, burayı sıcak bir İstanbul gününde dinlenmek için inebileceğiniz mükemmel bir yer haline getiriyor ve herkesin hoşuna gidecek mistik bir hava veriyor.
Arkeologlar, Sultanahmet’te yeni keşiflerde bulunmaya devam ediyorlar. Bunlardan biri olan Büyük Bizans Sarayı, Ayasofya’nın hemen aşağısında. Four Seasons Oteli arkasındaki kazılar da halen devam ediyor. 1935’te Büyük Saray’da yapılan kazılardan çıkarılan mozaikler ve heykel parçaları Torun Sokak’taki Mozaik Müzesi’nde sergileniyor. Buraya Arasta Çarşısı’ndan ulaşım sağlanıyor. Mermerleri büyük olasılıkla Sultanahmet Camisi’nin kaplamalarında kullanılmış sarayın eski hükmü kalmamış ama yüzyıllardır hafızalardaki yerini koruyor. Civardaki binaların teraslarından görülebilen taş, Marmara Adası’ndaki taş ocağından getirilmiş. Anlaşılan o ki mermerler antik dönemden ta bugüne kadar adanın tükenmeyen maden ocaklarından çıkarılmış. Bir keresinde caminin avlusundaki taşları incelerken bu mermer blokların büyüklüğü ve asimetrik şekilleri karşısında hayrete düştüm, sanki işçiler devasa blokları çıkardıktan sonra belli bir ölçüye göre küçültüp yerlerine oturtmuş gibiydiler.
Tarih okuyan gezginler için Bizans’ın elle tutulur bir mevcudiyeti vardır. Ayasofya önündeki büyük açık alandan geçtiğimde sık sık aklıma Yeats’in bu şehir üzerine yazdığı olağanüstü şiirlerinden ikincisi ‘Byzantium’un dizeleri düşer:
Günün bozulmamış görüntüleri geri çekilir;
İmparatorun sarhoş askerleri yatakta;
Gecenin uğultusu çekilir, uyurgezerlerin şarkısı
Büyük katedralin çanından sonra
Yıldızlı yahut mehtaplı kubbe dudak büker
Bütün o adamlara
Bütün küçük karmaşıklıklara,
Öfke ve insan damarlarının çamuruna.
Bu dönemden sonra iki imparatorluk geldi geçti. Turizm veya zamanın akışıyla tamamen silinip kaybolmayan o oluşumla ilgili muhteşemlik hali hâlâ varlığını sürdürüyor.
Gecenin bir vakti İmparator’un konuştuğu yerde
Ateş ne yiyeceği pişirecek ne de kabını yakacak,
Ne de fırtına rahatsız edecek, ateşten doğan alevleri,
Kanla doğan ruhların geldiği yerde
Ve öfkeli vedanın olanca karmaşıklığında
Dansla ölen,
Coşkuyla acı çeken,
Ateşin acısı kollarını açmayacak.
Ata binercesine çamurlu ve kanlı yunusa,
Ruh peşinde ruh! Demirciler sele set çeksin,
İmparatorun en iyi demircileri!
Dans pistinin mermerleri
Karmaşıklıkların öfkesi buruk bir ara
Bu görüntüler henüz
Babalık anından,
Denizlerde işkenceye uğramış bu yunus paramparça.
Yeats, Plotinus ve Proclus gibi yeni Platoncu filozofların sıkı takipçisiydi. Bizans’ta “Varlık Birliği” adını verdiği bir tasvir buldu:
Bana antik çağlarda bir ay yaşama şansı verilseydi ve o zamanı nerede geçireceğim bana bırakılsaydı o zaman Jüstinyen’in Plato Okulu’nu kapatıp St. Sophia’yı açmasından hemen öncesindeki Bizans’ı tercih ederdim. Ufak bir şaraphanede, bütün sorularıma yanıt verecek bu mozaiği oluşturan felsefeyle uğraşanları bulacağımı, doğası gereği Plotinus’a kıyasla daha yakın olanları, prensler ve din adamları için bir iktidar aracı yapan hassas becerisinin gururunu, avam arasında çılgınlığa varan caniliği, mükemmel bir insan vücudu gibi hoş esnek bir varlığı sergiler gibi sorularıma yanıt alacağımı sanıyorum.
Yeats Konstantinopolis’te tüm sorularına cevap verecek birini bulabilseydi gerçekten de şanslı biri olurdu. Birkaç yüzyıl boyunca devletin istikrarını tehdit eden din tartışmaları Bizans’ın başına bela oldu. Dediğim gibi tartışmanın asıl meselesi İsa’nın gerçek doğasıyla ilgiliydi. Baba-Oğul-Kutsal Ruh üçlüsünün bir mensubu olarak Tanrı mıydı insan mı, yoksa ikisi arasında bir şey miydi? Aryanlara göre İsa, insan olmaya ilahi olmaktan daha yakındı. Monofizitlere göre ise İsa’nın ilahi olan tek bir doğası vardı. Büyük Konstantin gerçekçi fikirlere sahip bir hükümdar olarak devlet işlerinin arasında bu konuda bir uzlaşma zemini bulmak için çabaladı.
Böyle bir sorunun sadece okumuşların değil sokaktaki adamın da zihnini meşgul etmesinin gerekmesi ilk başta bize şaşırtıcı gelebilir, ancak bir sonuca varmak için din uğruna kan akıtılmış olmasını ve hâlâ da buna devam edilmesini enine boyuna düşünmek gerek. Felsefi ve teolojik tartışmalar, dini gelenekteki çeşitli din ve bilim adamlarının kafasını meşgul etmiştir – Talmud kitabına ait kavgaları düşünün, Tibetli keşişlerin dahil olduğu ayrıntılı tartışmaları, ortaçağ Avrupa’sındaki Katolik din adamlarını, ortaçağ sonlarında yaşayan İbn-i Sina gibi İslam filozoflarını… 4. yüzyıl sonlarının Konstantinopolis’inde Nissalı Gregor’un
3
Kimi kaynaklarda Milenyum Taşı, kimi kaynaklarda da Sıfır Noktası olarak geçer. (ç.n.)