Slav masalları. Альберт Генри Вратислав
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Slav masalları - Альберт Генри Вратислав страница 16
Bu Moravya masalı, Grimm Kardeşler’in biraderlerden hiçbirinin Prenses’le evlenemediği “Dört Sanatkâr Kardeş” masalına çok benzer.
Macaristan'dan Derlenmiş Slav Masalları
Giriş
Kuzey Macaristan Slovenleri ya da Slovakları çok farklı lehçeler konuşur. Fakat edebi dilleri Bohemya dilidir. Slovenlerin çok daha büyük bir ulus veya uluslar topluluğunun kalıntısı olduğunu anlıyoruz. Macar atlılarının işgali üzerine bu ulus, Pannonia ovalarını terk edip dağlık alanlara yerleşmek zorunda kalmıştır. Rus tarihçisi Nestor’a göre Macarlar, MS 898’de Kiev’i geçerek bugünkü yurtlarına yerleşmişti.
Macaristan’dan derlenen Sloven masalları, Bohemya masallarından çok farklı değil. Yine de aralarındaki benzerlik Moravya masallarında gördüğümüz kadar yakın değildir.
“Alnı Güneşli At” adlı masal, bir Beyaz Rusya masalı olan “Yuvarlanan Küçük Bezelye” ve Ralston’ın aktardığı meşhur Rus masalı “Ivan Popyalof”ta tekrarlanan bazı olayları içeriyor. Gerçi bu üç masal diğer yönlerden birbirinden çok farklıdır. “Yuvarlanan Küçük Bezelye”, Grimm Kardeşler’in derlediği Alman masalı “Rumpelstilskin”in çok daha üstün bir varyantıdır. “Kızdın mı?” başlıklı masal ise “Ava giden avlanır,” sözünü doğrulayan bambaşka bir masaldır.
Alni Güneşli At
Evvel zaman içinde, mezar kadar kasvetli ve hüzünlü bir ülke vardı. Tanrı’nın nimeti olan güneş, yüzünü bu ülkeye hiç göstermezdi. Fakat ülkenin bir kralı ve kralın da alnı güneşli bir atı vardı. Kral, halkı yaşayabilsin diye atını karanlık ülkesinin bir ucundan öteki ucuna dolaştırır dururdu. Atın götürüldüğü yer aydınlanır, orada ışıl ışıl bir gün yaşanırdı.
Ne var ki günün birinde bu at ortadan kayboldu. Tüm ülkeyi zifiri karanlık sardı ve bu karanlığı hiçbir şey dağıtamadı. Halk arasında eşine rastlanmamış bir korku yayılmıştı. Sefalete düşmüşlerdi çünkü ne bir şey üretebiliyor ne de tek kuruş kazanabiliyorlardı. Akılları iyice karışmış, tüm dünyaları tepetaklak olmuştu. Ülkesini kurtarmak isteyen Kral, ordusunu toplayıp alnı güneşli atını aramak için yola koyuldu.
Koyu karanlığın içinden geçerek güç bela ülkesinin sınırına ulaştı. Şimdi Tanrı’nıın binlerce yıllık ışığı, başka bir ülkeden yüce dağların üzerine vuruyordu. Sanki güneş koyu bir sis içinden yükselerek sabahı müjdeliyordu. Ordusuyla birlikte ilerleyen Kral böyle bir dağın üzerinde yalnız bir köy evine rastladı. Nerede olduklarını ve buradan nasıl ilerleyebileceklerini sormak için içeri girdi. Bir köylü masaya oturmuş, önünde açık duran kitabı dikkatle okuyordu. Kral selam verince adam başını kaldırıp teşekkür etti. Sonra ayağa kalktı. Sıradan bir adam değildi bu, bir kâhindi.
“Tam da sizin hakkınızda bir şey okuyordum,” dedi Kral’a. “Alnı güneşli atınızı arıyorsunuz. Daha uzağa gitmenize gerek yok, zira onu bulamayacaksınız. Ama bana güvenebilirsiniz, ben size alnı güneşli atı getireceğim.”
“Bu iyiliğinin karşılığını katbekat alacağına söz veririm,” diye karşılık verdi Kral. “Ben hiçbir ödül istemiyorum efendim,” dedi adam. “Siz ordunuzla birlikte ülkenize dönün, halkınızın size ihtiyacı var. Bana bir hizmetçi bırakmanız yeterlidir.”
Ertesi gün kâhin, Kral’ın yanına verdiği hizmetçiyle birlikte yola çıktı. Uzun bir yolculuktu bu; altı ülke geçtikleri halde gidecekleri yere hâlâ varamamışlardı. Nihayet yedinci ülkenin kraliyet sarayına geldiklerinde durdular.
Bu ülkede üç birader hüküm sürüyordu. Üç birader, anneleri cadı olan üç kız kardeşle evliydi. Sarayın önünde durduklarında kâhin hizmetçisine şöyle dedi: “Dinle beni. Sen burada kalacaksın, ben gidip krallar evde mi öğreneceğim. Alnı güneşli at onların elinde. En küçükleri sürüyor atı.”
Bunun üzerine kâhin kendini yeşil bir kuşa çevirdi. En büyük kraliçenin çatısının kenarına çıktı. Kadın pencereyi açıp onu odaya alana dek çatı kenarını gagaladı durdu. Sonra Kraliçe’nin beyaz elinin üzerine tünedi. Kraliçe küçük bir çocuğu sever gibi sevip oynamaya başlamıştı kuşla: “Ah, ne tatlı bir şeysin sen! Kocam evde olsa o da seninle oynardı. Ama akşama kadar gelmeyecek. Ülkesinin üçüncü bölgesine gitti.”
Ansızın yaşlı cadı girdi odaya. Kuşu görür görmez kızına bağırdı: “O lanet kuşun boynunu koparıver, senin kanını akıtıyor!”
“Neden kanımı akıtsın ki? Pek tatlı, pek masum bir şey!” diye cevap verdi Kraliçe.
Fakat cadı itiraz etti: “Masummuş! Ver şunu bana, ben burarım boynunu!”
Yaşlı kadın birden kuşun üzerine atladı. Ne var ki kuş tekrar insana dönüşmüş ve kapıdan çıkıvermişti. Nereye gittiğini göremediler.
Sonra kâhin yine yeşil bir kuş oluverip ortanca kız kardeşin çatısına gitti. Pencereyi açana dek gürültü yaptı. Sonra onu içeri alan kadının beyaz eline konup bir elinden ötekine uçtu durdu. “Ah, ne tatlı bir şeysin sen!” dedi Kraliçe gülümseyerek. “Evde olsa kocam da seninle oynamak isterdi ama yarın akşama kadar gelmeyecek. Krallığının üçte ikisini ziyaret etmeye gitti.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.