Yağ ve mermer. Стефани Стори
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Yağ ve mermer - Стефани Стори страница 3
Leonardo kil atla ilgilenmeyi bırakıp sokağın karşısına geçti. Milano’ya otuz yaşındayken gelmiş ve bir mühendis, bilim adamı, mucit, görkemli törenlerin düzenleyicisi ve tabii ki bir ressam olarak kendinden söz ettirmeye henüz yeni başlamıştı. Ustalık çağına erdiği Milano’da hayatının sonuna dek kalacağını düşünmüştü. Atına binip Salaì’ye başıyla işaret etti. Yan yana, atlarını dörtnala sürerek Milano’nun güvenli duvarlarını terk ettiler. Krallar, dükler ve papalar toprak için savaşmayı sürdürürken hiç kimse; gelecekte bu şehir ya da savaşlardan yorgun düşmüş bu yarımadaya ne olacağını bilmiyordu. Gelecekte Leonardo’yu neyin beklediğine dair en ufak bir fikirleri yoktu. Ancak bilinen tek bir şey vardı: Vincili bu ustanın yeni bir yuva, yeni bir hami, yeni bir yaşam ve yeni bir miras bulması gerekiyordu.
1500
Michelangelo
Ocak, Roma
Michelangelo Buonarroti açılışı beklerken dünyasının yıkıldığını hissetti. Sonra görüşü bulanıklaştı. Kendini toparlamak umuduyla etrafına bakındı; ancak mermer sütunlar, ahşap kirişli tavan ve altın işlemeli duvar resimleri girdaplar halinde etrafında dönüyordu. Görüş alanı kararmaya başladı. Siyah noktalar görmeye başladığında yere yığılacak gibi hissetmişti ki son anda soğuk taş duvara yaslandı.
Nefes alışverişini tekrar ayarladığında siyah noktalar yavaş yavaş azalmaya başladı.
Heykellerinin hiçbiri şu ana dek kalabalık önünde sergilenmemişti. Heykelinin nerede sergilendiğinin hiçbir önemi yoktu. Bu kariyerinin en önemli anıydı. Yine de burası sıradan bir yer değildi. Tüm Hıristiyan dünyasının en büyük mekânlarından biriydi: Aziz Petrus Bazilikası.
Geçen on iki asır boyunca ayakta durmayı başarmış bu üç katlı bazilikanın bakımsız kalması ne üzücü, diye düşündü. Batı yönü boyunca ahşap alınlıklı tavan çökmeye başlamıştı, pek çok sütun çatlaklarla doluydu. Desteklemek amacıyla acemi bir duvar ustası tarafından üstünkörü dikilen duvara rağmen yapının bir tarafı dökülmeye devam ediyordu. Oyuklardan rüzgâr ıslık çalarak içeri giriyor, mermer döşemenin fayansları eksiliyordu. Tüm bu hasara rağmen, bu duvarların içerisinde kilise ruhunu hâlâ hissedebiliyordu.
Bu sabah Vatikan hacılarla hıncahınç doluydu. Papa’nın, bazilikanın kapılarından içeri giren hacıların günahlarını bağışladığı Jübile yılıydı. Bu yüzden farklı diyarlardan gelen binlerce hacı, dua edip günahlarını itiraf etmek üzere Roma’da buluşmaktaydı. Bugün Azize Petronilla Şapeli’nde, genç ve pek tanınmayan bir heykeltraşın yaptığı yeni heykelin açılışına da tanık olacaklardı.
Özel bir şey yarattığına inanan Michelangelo, yine de, eserinin kitleleri etkileyip etkilemeyeceğini bekleyip görmek zorundaydı. Birazdan tüm hayatı değişecekti: Ya gelecek vaat eden başarılı bir heykeltraş ilan edilecek ya da başarısızlık örneği görülerek yok olup gidecekti. Ellerini tuniğinin dibi ufak mermer tozlarıyla dolu ceplerine soktu. Avucuyla sıktığı toz parçacıklarını parmaklarının arasında ovuşturdu. Bazilikada düzenlenen ayin, az da olsa sakinleştirmişti Michelangelo’yu.
Henüz yirmi dört yaşındaki genç heykeltraş, pejmürde kılığıyla, izleyicilerinin nazarında kaba saba göründüğünün farkındaydı. Boyu kısa da olsa, yıllarca mermerleri kesip şekil vermekten gelişmiş kaslarıyla güçlü bir görünüşe sahipti. Kalın siyah saçları, nasırlı iri elleri ve çocukluğunda yeteneğini kıskanan bir çırak arkadaşıyla giriştiği kavgada aldığı yumruk darbelerinden düzleşmiş basık bir burnu vardı. Dış görünüşü hakkında başkalarının ne düşündüğü pek de umurunda değildi. Ayda bir yıkanıp duvar işçilerine özgü uzun keten tunik, bol pantolon ve ağır çizmeler giyiyordu. Ancak insanların söylediklerine göre kahverengi gözleri öylesine ışıl ışıldı ki ona rastlayan çoğu kişi giydiği kıyafete ya da seyrek yıkanmasından kaynaklanan kokuya aldırış etmezdi. Sahip olduğu tutkuyla insanları kendine esir ediyordu.
Siyah cübbesi mermer zemin üzerinde sürüklenerek hacı topluluğunun arasından sıyrılıp Michelangelo’nun yanına gelen Aziz Petrus Bazilikası’nın başrahibi, gagayı andıran burnunu kulağına yaklaştırıp “Hazır mısın, oğlum?” diye fısıldadı.
Michelangelo cevap vermek istedi, ancak nutku tutulmuştu o an. Başıyla sessizce onayladı.
Başrahip dua mırıldanırken Michelangelo’nun alnında ve dudağın üst tarafında yoğun bir ter tabakası oluştu. Rahip, heykelin üzerinden sarkan halatı eline aldığında Michelangelo’nun kulakları çınlamaya başladı. Tırnakları avuç içlerine batıncaya dek mermer tozuyla dolu yumruklarını sıktı. Büyük olasılıkla insanlar heykelini beğenmeyecekti. Hiçbir anlam veremeyecekleri heykeliyle dalga geçip ona ve eserine sövüp sayacaklardı.
Başrahip halatı çekti.
Siyah kalın perdenin yere inmesiyle birlikte, çarmıhta ölmüş Mesih’i kucaklayan Bakire Meryem’in devasa mermer heykeli ortaya çıktı. Michelangelo henüz altı yaşındayken annesini doğumda kaybetmişti. Beş erkek çocuğunun ikincisi olan Michelangelo, annesi kendisiyle ilgilenemeyecek kadar sık hamile kaldığından, geleneklere göre iki yaşına kadar bir sütanneye verilmişti. Öz annesi çok uzak bir figür olmasına rağmen onun ölümünde üzüntü duymuştu. Bu heykel, çektiği o acının dışavurumuydu: Yalnız bir anne ile oğlu ıstırap içerisinde, gölge ve ışığın içinde kalmış, sonsuza dek birbirlerine bağlanmış ancak bir o kadar da birbirlerinden kopuk… Beyaz taş, ciladan dolayı ışıl ışıl parlıyordu. İsa’nın bedeni, annesinin kucağında cansız yatıyordu. Canlılığını yitirmiş cildi kırışmıştı. Giysisi derin kıvrımlar halinde yere dökülmüş Meryem’in yüzündeki dingin ifadeyse ilahi yazgısına teslimiyetini yansıtıyordu.
Michelangelo’nun Pietà adını verdiği bu eserini halk ilk kez görüyordu.
Kalabalık sessizdi. Yüzlerindeki boş ifadelerden düşünce ve duygularına dair bir tahminde bulunmak hayli güçtü. Başı zonkluyor, nefes almakta güçlük çekiyor ve göğsündeki baskı giderek artıyordu.
İki yıl önce Fransız Kardinal Jean Bilhères de Lagraulas, mezarına Meryem’in çarmıhta yaşamını yitirmiş oğlu İsa’yı kucağında tutarken yaşadığı acıyı tasvir eden mermer Pietà heykeli hazırlamak üzere kendisini kiraladığında bile, kendini yetiştirmek üzere birkaç çalışma yapmış ve hatta şarap tanrısı Baküs’ün gerçek boyutta heykeli için kendine ödeme bile yapılmıştı. Ancak şu ana dek bu denli büyük bir sipariş almamıştı. Tüm tecrübesizliğine rağmen şimdiye kadar Roma’da yapılan en güzel heykeli yapacağının yazılı olarak garantisini vermişti. Eğer bir gün büyük bir heykeltraş olma hayalini gerçekleştirecekse, kederli anne ve oğul heykeli onun için çok iyi bir başlangıç olacaktı.
Meşakkatli iki yıl boyunca devasa mermer blok üzerinde çok çalışmıştı. Çoğu zaman yemeden içmeden kesilmiş, uykusuz kalmıştı. İlk kış hastalanmış, ancak yüksek ateşe rağmen çalışmaya devam etmişti. O ilk yıl boyunca Kardinal Bilhères, çalışmaların ne aşamada olduğunu kontrol etmek amacıyla sık sık atölyesini ziyaret ediyordu. Mermerin aldığı şekli gördükçe övgülerini eksik etmeyen yaşlı