Yeni bir hayat. Murat Toktamışoğlu
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Yeni bir hayat - Murat Toktamışoğlu страница 11
Hayatta birçok şey için oturup saatlerce, günlerce, aylarca planlar yapıyoruz. Kendimiz dışında herkesi, her şeyi ciddiye alıyor, dinliyor, tanımaya çalışıyor, çözüm bulmaya uğraşıyoruz. Kendimize de biraz zaman ayırmayı başarsak, günde bir kez sessiz bir köşede içimizden gelen sesi dinlemeye çalışsak, bundan vazgeçmesek, sürekli yinelesek, bir alışkanlık haline getirsek uyumu yakalayabilir miyiz? Bunu yapabilirsek bebek adımları ile yaşamda yeni bir yolda ilerlemeye başladığımızı da görebiliriz.
Bence denemeye değer.
1. Eskiden doğru olduğuna inandığınız ancak bugün size doğru gelmeyen inanç ve düşünceleriniz neler?
HAYAT DENİLEN HAPİSHANE…
Hepimiz hayat dediğimiz hapishanenin içinde kendi ateş çemberimizin kıskacında yaşıyoruz akrepler gibi. Hani akrep etrafındaki ateş çemberini geçemez ve sonunda kendi kendini sokarmış ya işte tam akrep misali hayatımız.
Hepimiz bu çemberin içinde kıvranıp duruyoruz. İşin şaşırtıcı yanı bu ateş çemberini yapan da biziz. Gittikçe daralan çemberin sıkıcı, ruhumuzu yıkıcı, her günü birbirine benzeyen kopya hayatlarından kaçmak istemeyen kaç kişi var aramızda? Her yaşadığımız gün bir öncekinin aynı değil mi sanki? Neredeyse neler olacağını bile saniye saniye bildiğimiz bir yaşam…
Bu sakin, bilinen hayattan dolu dolu bir hayata kaçımız kaçmak istemiyoruz ki? Peki alıkoyan nedir bizi bunu yapmaktan?
Kulağıma Candan Erçetin’in “Arada Bir” şarkısı geliverdi birden.
“Arada bir bir yanım
Kaçsam diyor uzağa
Katsam diyor önüme
Canımı yorganımı
Arada bir bir yanım
Düşsem diyor tuzağa
Geçsem dünyanın derdini
Varsam cennetime diyor
Ama o öbür yanım var ya öbür yanım
Amman öbür yanım korkak diğer yarım
Kurtulmak kolay mı kendinden
Sıyrılmak kolay mı derdinden
Arda bir bir yanım
Yıksam diyor şu dağı
Görsem diyor ardını
Yarimi yarınımı
Arada bir bir yanım
Küstüm diyor o yana
Senden dost olur mu
Korkarsan kaybettin diyor”
İşte diğer yarımız bizi alıkoyan. Düşlerimizde gitmek istediğimiz yer, yaşamak istediğimiz hayat puslu bir görüntüdür çoğu zaman. Bir hayaldir asla gerçekleşeceğine inanmadığımız. Hüznümüzün nedeni biziz aslında. Olması gerekenlerle, olmasını istediklerimiz arasına sıkışıp, ezilen insanlarız.
Normal denilen yaşamın olması lazım gelenlerine karşılık, içimizdeki ateş ve içimizden fışkıranlar. Kendimizden sıyrılamamanın sıkıntısı, gerginliği yer bitirir bizi.
Görünen yüzlerimizin altında görünmeyen yüzler taşıyoruz. Hayatımızı kendimize yarı kapalı hapishane haline getiriyoruz. Yüzümüzü parmaklıklara dayamış şekilde sürünerek yaşıyor, kendimizden korkuyoruz, diğer yarımızdan değil.
Sadece arada bir bir perdeyi aralıyor ve dalıyoruz hayallere, asla gerçek olabileceğine inanmadan.
1. Hayatı size hapishane yapan şeyleri düşünün, neler bunlar?
2. Bu hapishaneden kurtulmak için bir planınız var mı?
3. Yoksa plan yapmak için neden bekliyorsunuz?
MUTLULUĞUN SIRRI…
Yine Simyacı’dayız. Mutluluğu aramaya çıkan çoban Santiago’nun yolculuğunun bir bölümünde bir öykü anlatır yazar, “Mutluluğun Gizi”.
“Bir tüccar Mutluluğun Gizi’ni öğrenmesi için oğlunu insanların en bilgesinin yanına yollamış. Delikanlı bir çölde kırk gün yürüdükten sonra, sonunda bir tepenin üzerinde bulunan güzel bir şatoya varmış. Söz konusu bilge burada yaşıyormuş. Bir ermişle karşılaşmayı bekleyen kahramanımız girdiği salonda hummalı bir manzarayla karşılaşmış: Tüccarlar girip çıkıyor, insanlar bir köşede sohbet ediyor, bir orkestra tatlı ezgiler çalıyormuş; dünyanın dört bir yanından gelmiş lezzetli yiyeceklerle dolu bir masa da varmış. Bilge sırayla bu insanlarla konuşuyormuş ve bizim delikanlı kendi sırası gelmesi için iki saat beklemek zorunda kalmış.
Delikanlının ziyaret nedenini açıklamasını dikkatle dinlemiş bilge, ama Mutluluğun Giz’ini açıklayacak zamanı olmadığını söylemiş ona. Gidip sarayda dolaşmasını, kendisini iki saat sonra görmeye gelmesini salık vermiş. “Ama sizden bir ricada bulunacağım” diye eklemiş bilge, delikanlının eline bir kaşık verip sonra bu kaşığa iki damla sıvı yağ koymuş. “Sarayı dolaşırken bu kaşığı elinizde tutacak ve yağı dökmeyeceksiniz.”
Delikanlı sarayın merdivenlerini inip çıkmaya başlamış, gözünü kaşıktan ayırmıyormuş. İki saat sonra bilgenin huzuruna çıkmış. “Güzel” demiş bilge, peki yemek salonumdaki Acem halılarını gördünüz mü? Bahçıvan Başı’nın yaratmak için on yıl çalıştığı bahçeyi gördünüz mü? Kütüphanemdeki güzel parşömenleri fark ettiniz mi?”
Utanan delikanlı hiçbir şey görmediğini itiraf etmek zorunda kalmış. Çünkü bilgenin kendisine verdiği iki damla yağı dökmemeye çabalamış, başka bir şeye dikkat edememiş.
“Öyleyse git, evrenimin harikalarını tanı” demiş ona bilge. “Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.”
İçi rahatlayan delikanlı kaşığı alıp sarayı gezmeye çıkmış. Bu kez, duvarlara asılmış, tavanları süsleyen sanat yapıtlarına dikkat ediyormuş. Bahçeleri, çevredeki dağları, çiçeklerin güzelliğini, bulundukları yerlere yakışan sanat yapıtlarının zarafetini görmüş. Bilgenin yanına dönünce, gördüklerini bütün ayrıntıları ile anlatmış. “Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?” diye sormuş bilge. Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş. “Peki” demiş bunun üzerine bilgeler bilgesi. “Sana verebileceğim tek bir öğüt var: Mutluluğun Giz’i dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan.”
Yaşamda çevremize, ailemize, işimize karşı sorumluluklarımızı temsil eden kaşıktaki yağı dökmeden de anı yaşayabilmeyi, güzellikleri görmeyi becerebilirsek, mutlu olmayı öğrenmeye başladık demektir.
Mutlu olma arayışında bir grup insan, çevresini, sorumluluklarını bir kenara iterek, yaşama karşı sorumluluklarını umursamadan sadece ve sadece anı yaşamaya, günü yakalamaya