Ben-Hur. Lew Wallace
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Ben-Hur - Lew Wallace страница 26
Partisinin idolü olan Hannas gücünü sadık bir şekilde imparatorun lehine kullanmıştı. Bir Roma garnizonu Antonia Kulesi’ni elinde tutuyor, Romalı bir muhafız sarayın kapılarını koruyor, Romalı bir yargıç hem medeni hem de ceza hukukunda adalet dağıtıyor, Romalı bir vergi sistemi acımasızca uygulanıyor, hem şehri hem ülkeyi kasıp kavuruyor, halk binbir yolla hırpalanıp incitiliyor ve özgür bir yaşamla bağımsız bir yaşam arasındaki farkı öğreniyordu. Ama Hannas onları nispeten sükûnet içinde tutuyordu. Roma’nın gerçek bir dostu yoktu ve bu kaybı hissediyordu. Papaz elbisesini yeni atanan İsmail’e teslim edip tapınağın avlusundan Ayrılıkçıların meclislerine yürüdü ve yepyeni bir oluşumun başkanı oldu.
Vali Gratus, on beş yıldır sönmüş olan ateşin tekrar yanmaya başladığını gördü. İsmail göreve geldikten bir hafta sonra Romalı, Kudüs’te onu ziyaret etmeyi gerekli gördü. Yahudiler surların üzerinden onun muhafızlarının şehrin kuzey kapısından girip Antonio Kulesi’ne doğru ilerlediklerini yuhalayarak izlerken, ziyaretin gerçek niyetini anladılar. Garnizona tam bir lejyoner alayı eklendi, artık boyundurukları hiç çekinmeden sıkılaştırılabilirdi. Eğer vekil ibret olsun diye cezalandırmayı gerekli görürse, vay ilk suçlunun hâline!
II
MESSALA VE YAHUDA
Önceki açıklamaları aklında tutan okur Sion Dağı üzerindeki sarayın bahçelerinden birine bakmaya davet ediliyor. Temmuz ortalarında bir öğle vakti, yaz sıcağı kavurucu.
Bahçe dört bir yanından yer yer iki katlı binalarla kuşatılmıştı, alt katın kapıları ve pencereleri verandalara açılıyor, üst katı ise güçlü parmaklıkların koruduğu balkonlar süslüyordu. Yer yer rüzgârın geçişine izin verecek şekilde dizilen alçak sütunlar evin diğer bölümlerinin büyüklüğünü ve güzelliğini ortaya koyuyordu. Zeminin düzeni de aynı derecede göze hitap ediyordu. Yürüyüş yolları, çimen ve fundalık kesitleri, keçiboynuzu, kayısı ve ceviz ağaçlarıyla bir grup oluşturan birkaç büyük ağaç ve nadir bulunan hurma türleri vardı. Eğimli arazi dört bir yandan bir havuz ya da mermer bir havzaya doğru iniyor, havuz yer yer küçük kapılarla bölünüyor, bu kapılar açıldığında sular yürüyüş yoluna sınır çizen olukların içine akıyor, böylece burayı bölgenin diğer yerlerinde hüküm süren kuraklıktan koruyordu.
Havuzun yakınlarında, tıpkı Ürdün ve Ölü Deniz civarlarında yetişenlere benzer bambu ve zakkum kümesini besleyen küçük bir temiz su havuzu vardı. Bu ağaç kümesiyle havuzun arasında, biri on dokuz, diğeri on yedi yaşlarında iki delikanlı esintisiz havada tepelerine düşen güneşe aldırmadan oturup hararetli bir sohbete dalmıştı.
İkisi de yakışıklı olan delikanlıların ilk bakışta kardeş oldukları söylenebilirdi. Siyah saçlı, kara gözlü ve esmerdiler. Otururken yaşlarına uygun cüssede görünüyorlardı.
Yaşça büyük olanın başı çıplaktı. Üzerinde sadece dizlerine kadar inen bol bir elbise ve sandaletler vardı, yere serilen açık mavi bir pelerin üzerinde oturuyordu. Elbisesi, yüzü gibi esmer olan kollarını ve bacaklarını açıkta bırakmıştı. Tavırlarındaki zarafet, yüz hatlarındaki incelik ve sesinin tonu sınıfını ortaya koyuyordu. Boynundan, kol ve etek kenarlarından kırmızı biyeyle çevrili, yumuşacık yünlü kumaştan gri elbisesi, belini kuşatan püsküllü ipek kuşağıyla onun bir Romalı olduğunu belgeliyordu. Konuşurken ara sıra kibirle arkadaşına bakışı ve sanki astıymış gibi hitap edişi bağışlanabilirdi, çünkü Roma’nın soylu bir ailesinden geliyordu, bu da o yaştayken kibri haklı gösteriyordu. Birinci Sezar ile büyük düşmanları arasındaki korkunç savaş esnasında bir Messala Brütüs’ün arkadaşı olarak kalmıştı. Filippi Savaşı’ndan sonra onurundan ödün vermeden fatihle uzlaşmıştı. Ama daha sonra Octavius imparatorluğu için mücadele verirken Messala onu desteklemişti. Octavius, İmparator Augustus olunca onun hizmetlerini unutmayıp ailesini şana şerefe boğmuştu. Diğer her şeyin yanı sıra Yahudiye vilayetliğe indirildiğinde imparator eski dostunun oğlunu, o bölgede zorunlu olan vergilerin idaresi için görevlendirerek Kudüs’e göndermişti. Bu adam o zamandan beri görevine devam ediyor ve sarayı başrahiple paylaşıyordu. Şimdi sözü edilen genç de onun oğluydu, delikanlı büyükbabasıyla zamanının Romalıları arasındaki ilişkiyi hiçbir zaman unutmuyordu.
Messala’nın arkadaşı ondan biraz daha zayıftı ve beyaz ketenden Kudüs’e özgü bir kıyafet giyiyordu. Başındaki sarı bir bağcıkla sabitlenmiş örtü alnından ensesine kadar iniyordu. Irk farklılıkları konusunda yetenekli bir gözlemci, kıyafetinden çok yüz hatlarını inceleyecek olursa onun Yahudi soyundan geldiğini anlardı. Romalının alnı çıkık ve dar, burnu sivri ve kartal gagası gibi kıvrık, dudakları ince ve düz, gözleri soğuk ve kaşlarına yakındı. Öte yandan İsraillinin alnı kısa ve geniş, uzun burnunun delikleri açık, alt dudağını saklayan üst dudağı kenarlarından kıvrımlıydı; yuvarlak çenesi, iri gözleri ve şarap kırmızısı oval yanakları yüzüne bir yumuşaklık, güç ve ırkına özgü bir güzellik katıyordu. Romalının sert ve yalın, Yahudi’nin ise zengin ve şehvetli bir çekiciliği vardı.
“Yeni vali yarın geliyor dememiş miydin?”
Soruyu daha genç olan delikanlı, o zamanlar Yahudiye’nin kibar çevrelerinde hüküm süren Yunanca dilinde sormuştu. Bu dil saraydan ordugâha ve okullara, sonra kim bilir nasıl ve ne zaman tapınağa, oradan da tapınağın uzağındaki bölgelere doğru ilerlemişti.
“Evet, yarın.” diye cevap verdi Messala.
“Kim söyledi?”
“Senin başpapaz dediğin saraydaki yeni vali İsmail’i dün gece babama söylerken duydum. Seni temin ederim ki, bu haber gerçeğin ne olduğunu unutmuş bir ırktan gelen bir Mısırlıdan ya da zaten halkı gerçeği hiç bilmeyen bir İdumealıdan28 gelseydi daha güvenilir olurdu, ama emin olmak için bu sabah kulede bir bölük komutanını gördüm, karşılama hazırlıklarının devam ettiğini söyledi; silahtarlar miğferlerini ve kalkanlarını temizliyor, eşyaları parlatıyorlar, uzun zamandır kullanılmayan daireler garnizona ilaveten temizlenip havalandırılıyormuş.”
Cevabın veriliş zarafeti kalemin gücünü aştığından burada kolaylıkla ifade edilemiyor. Okurun hayal gücü yardımına koşmalı ve Romalıların bir niteliği olan saygının hızla bozulduğu ya da daha ziyade demode olduğu hatırlanmalıdır. Eski din neredeyse bir inanç olmaktan çıkmıştı; olsa olsa bir düşünce ve ifade alışkanlığıydı ve özellikle tapınakta hizmet vermeyi çıkarlarına uygun bulan rahipler ve şiirlerinde bildik tanrılardan bir türlü vazgeçemeyen şairler tarafından aziz tutuluyordu. Felsefe dinin yerini aldığından hiciv hızla saygıyla yer değiştirmişti, Latin düşüncesinde her konuşma ve her tartışmada yiyeceğe tuz, şaraba aroma kadar gerekli görülüyordu. Roma’da aldığı eğitimden yeni dönen genç Messala da bu alışkanlık ve tavrı benimsemişti. Göz kapaklarının kenarlarının zor algılanır hareketi, burun deliklerinin kararlı kıvrımı ve ruhsuz ifadesi genel ilgisizliğini anlatan en iyi araçlar gibi görünüyordu. Özellikle de anlamlı duraklamalar dinleyenin yakıcı hicvi anlamasını sağlamak için önemliydi. Verilen cevapta da, Mısırlı ve İdumealıya yapılan göndermenin sonunda böyle bir duraklama olmuştu. Yahudi gencin yanaklarının rengi koyulaştı, hiç sesini çıkarmadan dalgınlıkla havuzun derinliklerine bakarken konuşmanın geri kalanını duymamış
28
İdumealıdan: Yahudi İncil’inde Esav’a ve onun soyundan gelen kavme verilen isimdir. (ç.n.)