Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

ümitsiz, gamlı, karanlık fikirlerden kurtararak insanlık üstünde bir yücelerin yücesi bahtiyarlık cennetine ulaştırabilirdi. Böyle bir büyük mucizeye gücü yetecek eli taparcasına, diz çökerek öpmek için gidiyor, gidiyor, gidiyordu.

      Bu gerçek, arzusunun ve gözünün önünden kaybolduktan sonra kendini günlerce oyalayacak bir hayale kapılıyor, ona gizli gizli, haftalarca en ateşli öpüşlerini hediye ederek yalvarıyor, tapınıyor ama gitgide bu hayal, onun tapınan gözleri önünde eski parlaklığını kaybediyor, yavaş yavaş siliniyor, sona erince birdenbire bir yenisi parlıyordu.

      İrfan, böyle şık ve güzel bir kadına rastladığı zaman bazen maddeye tapan bir insan olmaya çalışarak kendi akrabasından süslenip çıkan genç kadınları gözlerinin önüne getiriyor, bunların dışları kadar içyüzlerini de bildiği için o ipekli çarşafların, o dantela korsajların altında ne kadar hırçın kalplerin gizlendiğini ve o bir günlük süsün, düzenin, evlerde aylarca süren ihmallere, ilgisizliklere, düzensizliklere çare olamayacağını ve duyguca, terbiyece, yaşayışça mevcut birçok noksanı affettiremeyeceğini düşünüyordu.

      İrfan’ın böyle bahtiyarca tesadüflerden sonra uğradığı sevdalardan, çektiği üzüntülerden, azaplardan, bütün bu sinirlere ait, hayal mahsulü zevklerden, çektiği işkencelerden kimsenin haberi yoktu. Hep kendi kendine gelin güvey oluyordu. Yirmi iki yaşına kadar itiraf edilmemiş sevdalar, karşılık görmeyen ahlar, inlemeler, ağlamalar, açık bir gerçeğe yönelmeyen tapınmalarla yorulmuş, delice denecek hayaller arkasından koşmuştu. Aşk konusunda pek utangaç ve cesaretsizdi. Daima böyle hayallere âşık oluyor, bir gerçek önünde sevgisini itiraf edeceği gün iyi karşılanmayacağı hakkında düştüğü garip bir zan kendisini öldürüyor, her cüretini kırıyordu. Kendileri için bu kadar gizli yaşlar döktüğü hâlde henüz güzel bir kadının azıcık iltifatına kavuşamamış bulunması üzüntüsünü arttırıyordu. Bu konuda mutlaka talihini bir denemek lazımdı.

      Gene bu güzellerden birine rastladığı bir gün kararlaştırdığı denemesini yapmaya kalkıştı. Bütün cesaretini toplayarak kadının kulağı dibinde tutkunca birkaç kelime mırıldandı. O kadar acemiceydi ki birbirini takip eden her kelimede sesi kuvvetten düşüyor, sözler açıklığını kaybediyor, sonunda anlaşılmaz birer mırıltı hâlini alıyordu. Genç kadın İrfan’ın bu tereddütlü, çekingen, şaşkınca tecavüzüne karşı cevap olarak derin bir garipseme manasıyla kaşlarını kaldırdı, dudaklarını büzdü, delikanlıyı aşağılayıcı bir alaylı bakışla süzdü. Şemsiyesini indirip tek kelime söylemeden yürüyüverdi.

      İrfan, bu sessiz hakaret karşısında öldü, bitti, eridi. O günden sonra kadınlara düşman oldu. Erkeklere göre kadınların eksikliği, zayıf davranışları birçok tabii hâllerdeki gelişmemişliği üzerine makaleler yayımladı. Bu yayınlara darılan birkaç hanım gene basın sesiyle kırgın cevaplar verdiler. Bahis kızıştı. Basın dünyasında İrfan kadın düşmanlığıyla biraz tanındı. Ama ne yapsa, ne etse kadınlardan büsbütün hıncını alamıyordu. 1326 yılı Mayıs başlangıcında dünyamızın Halley yıldızının kuyruğu içinden geçeceği gibi heyecan verici bir haber çıktı. Canlarına, herkesin hayatından ziyade ehemmiyet veren kimseler telaşa düştü.

      Bazı genç hanımların tasaları, uykularının rahatlarını kaçıracak dereceye vardı. Hatta korkunun büyüklüğünden ağlayanlar olduğu bile işitildi. En ziyade korkanların kadınlar arasında bulunduğunu inceleyen İrfan, “İşte tamam, kadınlardan güzel bir öç almanın sırası geldi.” dedi. İhtiyar, genç, bütün yakınlardaki kadınları toplayarak birkaç konferans vermeyi kararlaştırdı. Bu konferansa astronomi üzerine pek sade, halkın anlayacağı, ilkel bilgilerle başlayacak, hanımları gittikçe heyecanlandırmak maksadıyla gitgide şiddet kazandıracaktı.

      Bu kararını yerine getirmek için gereken hazırlığa başladı.

      3

      İrfan’ın babası Defterdar Galip Efendi, karısına ve evladına geçinecek kadar gelir bırakıp dört beş yıl önce ölmüştü. Bu aile eski yaşayışlarını hemen hemen bozmadan Aksaray’daki evlerinde oturuyorlardı.

      Bir gece, evin camekânlı büyük sofasında lambalar yakıldı. İskemleler, küçük minderler hazırlandı. İlim ve bilgi sahiplerinden İrfan Bey’in yakında dünyanın geçireceği büyük tehlike yahut uğrayacağı ağır akıbet üzerinde vereceği bu meraklı konferansta bulunmak için yedi mahallenin ihtiyar, genç, çarşaflı, çarşafsız, çocuklu çocuksuz hanımları sökün etti. Emeti, Bedriye, Hayriye, Mebrure hanımlar hep toplandılar. O koca sofa, kapı eşiklerine, merdiven basamaklarına kadar doldu.

      İrfan, zayıfça, orta boylu, kadınların tabiriyle sürahi yüzlü, çalık benizli, ağzı burnu yerinde, açık kumral, bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlıydı. Üst dudağının ortası biraz kabarık, âdeta topça durması, gözlüğünün altında miyop olanlara mahsus bir yolda kıpışık kıpışık bakması kendisine devamlı bir sual sorma hâli verirdi. Kadınlara karşı yatıştırılması imkânsız bir düşmanlığı olmakla beraber gene onların takdirli bakışlarını ve rağbetlerini çekmek üzere şiddetli bir içgüdüden kendini alamadığı için saçlarını taramış, en biçimli bonjurunu giymiş, koyu lacivert boyun bağı üzerine inci iğnesini iliştirmeyi bile ihmal etmemişti.

      Kuyruklu yıldızın küremize çarpmasından önce İrfan’ın, hâlden anlayan, filozof yaratılışlı güzel bir kadına çatması ihtimali vardı.

      Bir köşeye koydurmuş olduğu yazıhanenin önüne geçti. Not defterini eline aldı. Başladı. Ama söz işittirmek ne mümkün?.. Sofa, kadınlar hamamı gibi bir uğultu içinde inliyordu. Güç hâlle bu uğultuyu biraz hafifletmeyi başararak ağır ağır girişti:

      “Hanımlar! Mademki bu dünyaya geldik, büyüdük, aklımızı şuna buna erdirmeye başladık, bizim için öğrenilmesi gereken bazı şeyler vardır. Bunlar için az çok bilgi edinmeliyiz ki oldukça medeni bir adam hâli almaya az çok layık olalım. Mesela yaşamak için her gün yemek yeriz. Ama bir lokmayı ağzımızda niçin çiğneriz? Bu çiğneme esnasında o lokma nasıl bir değişikliğe uğrar? Yutunca karnımızda nereye gider? İnceli kalınlı bağırsaklarımızı nasıl dolaşır? Bu yediğimiz şeylerden vücudumuz gıda payını nasıl ayırıp alır? Bunu bilmeyiz. Bilmek için de biraz düşünmek eminim ki şimdiye kadar hiçbirinizin aklına gelmemiştir.”

      Kadının biri yanındakinin kulağına eğilerek: “Kuyruklu yıldızdan söz edilecekti. Bey mideden başladı. Acaba yıldız karnımıza mı girecek?” dedi. İki taze fıkırdaşmaktayken yaşlıca hanımın biri İrfan Bey’in sözüne cevap olarak biraz kaba, kısık sesiyle:

      “A, aklımıza nasıl gelmez evladım? Vücudumuzun içinde ne türlü aletler vardır diye ben daima merak eder dururum… Ama bizim için bunu görmek kabil mi?”

      Okuldan yeni çıkma genç kızın biri, kız arkadaşının kulağına: “Konferansçı beyefendi lütfen bize bir kart versin de anatomi dersi görmeye tıp fakültesine gidelim…” fısıltısında bulundu. Kısık kısık gülüştüler…

      İhtiyar hanım sözüne devamla:

      “Kurban Bayramlarında evimizde koyun kesildiği zaman pencereden bakarım. Hayvanın içi alet dolu. Gırtlağı, ciğerleri, el kadar yüreciği, hele o bağırsakları, kulaç kulaç çekerler

Скачать книгу