Sevenler Yolu. Burhan Cahit Morkaya
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sevenler Yolu - Burhan Cahit Morkaya страница 2
Avukat Rıza Sedat eski bir macera hatırlar gibi gözlerini süzdü:
“Evet, zaman ne çabuk geçiyor. Ben Nermin Hanım’ı, kızlığından tanırım. Feneryolu’nda otururlardı. Hiç unutmam o zaman birçok isteyen arasında bizim Doktor Cevdet de vardı. Oğlan az kalsın mesleğinden olacaktı. Vapurda, yolda görebilmek için muayenehanesini bıraktı. Nihayet ümidi kesince bir sıhhiye müdürlüğü aldı, Anadolu’ya gitti. Kurtuldu. Kısmet Ahmet Melih’inmiş.”
“Nermin Hanım da zengindirler. Babası eski sefirlerdendir. Yakın vakitlere kadar İstanbul’un en şık en güzel kadını yine oydu ya… Son senelerde bozuldu. Bizim kadınlar böyledir zaten. En dayanıklısı otuzdan sonra gevşer ve diriliğini kaybeder. Otuzla kırk arası şöyle bir olgunluk, hâlleri de vardır ki, fena değildir. Hani ballanmış, yumuşamış incir gibi. O zaman öyle bayıltıcı, ezici bir lezzetleri vardır ki doyum olmaz. Fakat bu mevsim çabuk geçer. Ecnebi kadınlar sporla, rejimle bu mevsimi uzatmanın kolayını buluyorlar. Bizimkiler de aksine süsle, tuvaletle, boya ile bu çöküntünün önüne geçmeye çalışırlar. Çürük binaya boya fayda eder mi?”
Avukat Rıza Sedat güldü:
“Düşman geliyor, diye Yedikule duvarlarını badana ettiren vezir gibi.”
“Bravo. Yaşını doldurmuş kadın için de erkek bir düşmandır. Onu avlamak için bütün hünerini, hilelerini göstermeye mecburdur. Genç kız ve genç kadın hiç zahmet çekmeden erkeği mağlup eder. Fakat dişilik, çekicilik kudretini kaybeden bir kadın için erkeği zapt etmek ne güçtür. Ve bu galebeyi kazanabilmek için kadın neler neler feda etmez.”
Nâzım Cemal etrafına bakarak cevap verdi:
“Salonda bu seriden bir düzineye yakın kadın var.”
“Allah yardımcıları olsun.”
Doktor Cevdet hizmetçinin dolaştırdığı tepsiden likörünü alırken Nâzım Cemal Bey’e sordu:
“Demek şimdi de bir daktilo buldun ha! Bari kendi yazıhanene al.”
Nâzım Cemal başını salladı:
“İşte onu yapamam. Hoşuma giden kızı yazıhanemde çalıştırdığım gün ipin ucunu kaçırdım demektir. Yüzgöz olunca iş çığırından çıkar. Sonra onu idare etmek de güç olur. Dışarıda başka eğlencelere de başlar. O zaman Nâzım Cemal’in daktilosunu baştan çıkaranların dedikodusunu dinle artık… Neme lazım azizim. Biz yaşını başını almış insanlarız. Gençlikte yaptığımız gibi muvaffakiyetlerimizi âleme ilan edecek değiliz ya. O bir nevi sarhoşluktur ki insan ilk sevgilerin neşesiyle kabına sığamaz. Sevincini herkese duyurmak ister. Biz artık işin profesyoneli olduk azizim. Şan olsun diye değil, zevk olsun diye çapkınlık ederiz.”
Elinde sigara kutusu ile dönen Ahmet Melih Bey’in yüzü gözü karışmıştı:
“Bizimki çok sinirli azizim. Herhâlde söylediklerimizi duymuş olacak. Bir şey sormak bahanesiyle konuşmak istedim. Barut gibi.”
Nâzım Cemal şeytani bir tebessümle dudaklarını büktü:
“Hâlbuki bahsettiğimiz kadınlarla Nermin Hanımefendi’nin bir münasebetleri yok. Kendileri…”
Ahmet Melih sözünü kesti:
“Münakaşaya ne lüzum var canım? Biz ne kadar nazik olsak hakikati değiştiremeyiz ya.”
Mühendis Ragıp işi tatlıya bağlamak istedi:
“Kabahat bizde. Böyle bahisleri kadınlardan en aşağı birkaç kilometre uzakta açmalı. Kendimizi Nâzım Cemal’in bekâr apartmanında zannettik. Kalkın salona geçelim. Hanımları kızdırmaya gelmez.”
Nâzım Cemal başını salladı:
“Olamaz. Hele şu sigaralarımız bitsin. Malum ya kadınlar her şeyde bizimle beraberlik iddia ederler de bir sigara kokusuna bile tahammül edemezler. Kâfirler iyi, hoş mahluklar ama hâllerini bilmezler.”
Mühendis Ragıp tekrar yerine oturdu:
“Daha doğrusunu isterseniz azizim, kadınlar yatak odasının dışında hiç de lüzumu olmayan mahluklardır. Eski erkeklerin rahat yaşamalarına sebep kadını sadece dişi olarak tanımış olmalarıdır. Kadın içimize ve işimize girdikçe ne karıştırıcı, ne bozucu, ne sinirlendirici olduğu anlaşılıyor. Tanıdık zenginlerden birine Büyükdere’de bir villa yapıyorum. Projeleri hazırladım. Parayı esirgemeyeceğini bildiğim için ben de özendim, günlerce uğraştım. Arz üstünde araziyi, manzarayı, rüzgârları, güneşi hesap ederek çok güzel bir plan yaptım. Bütün meslek arkadaşlarım da beğendiler. Fakat adamcağız biraz kılıbık. ‘Bir kere de hanım görsün!’ dedi.
Hakkıdır tabii. Dedim ki: ‘Hanımefendi arzu ederlerse kendilerine plan üstünde izahat verebilirim.’
Çok memnun oldu. Ertesi gün öğle yemeğine çağırdı. Planları aldım, gittim.
Sizin de tanıdığınız hanımefendi, ilk hamlede planı pek güzel buldu. Tebrik etti. Ben planda alt katta bir de kadın odası yapmıştım. Yeni Alman mimarisinde bu kabul edilmiş. Ev hanımının her gün rahatça oturacağı oda. Bunu da çok beğendi.
Kendi kendime, ‘Aşk olsun. İşte sanattan anlayan zeki bir kadın.’ dedim.
Acele etmişim. Bu gün tamam üç hafta oldu azizim, hâlâ plan üstünde münakaşa ediyoruz.”
Mühendis Ragıp ayrı ayrı arkadaşlarının yüzüne bakarak devam etti:
“Evet tamam üç hafta oldu. Önce yatak odasının pencerelerine itiraz etti. Ben yatıldığı zaman bile karşı sırtların manzarasını kesmeyecek alçak ve uzun pencereler çizmiştim. O bir yerde görmüş kübik pencere istedi. ‘Aman hanımefendi. Öyle pencereler ancak antrelere, hollere, banyo dairelerine yapılır.’ dedim. Neden sonra razı oldu. Bu sefer salondan geçilen okuma odasını parmağına doladı. Okuma odasına ne lüzum var. Orasını salona ilave etmeli. Bir suare verdiğim zamanlar misafirlerim rahat rahat dans etsinler diye tutturdu. Ben onu düşünmüş, soldaki kış bahçesinin camekânını sökülüp kaldırılır şekilde hafif ve geniş yapmıştım. Bunu da kabul ettirdim. Şimdi verandanın münakaşasını yapıyoruz.”
Mühendis Ragıp ümitsiz bir hareketle sigaranın külünü üfledikten sonra, içini çekti:
“Şimdiye kadar birinci katı yapmıştık. Hanımefendi daha ne saçma şeyler icat edecek bilmem?”
Nâzım Cemal göbekleşen karnını hoplattı:
“Kabahat ona akıl danışan erkekte. En makul kadın bile muhakemesi ile değil hissi ile yaşar azizim. Biz fikir arkadaşı, hayat arkadaşı yok bilmem ne diye kadınlara paye veriyoruz. Onlar da bundan cesaret alıp vara, yoğa parmaklarını sokuyorlar. Herkese kudretine, kabiliyetine göre vazife vermeli. Bostancıbaşıdan