Sevenler Yolu. Burhan Cahit Morkaya
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sevenler Yolu - Burhan Cahit Morkaya страница 5
O henüz intikam hisleriyle yaşarken Ahmet Melih başladığı taze macerayı eskitmiş, evinin sakin havasına avdet etmiş bulunduğu için arzuları yaşamadan sönerdi.
Ve on sekiz yıl, bu, hep böyle devam etmişti.
Sevilmek ihtiyacını duyduğu zamanlarla kocasının başka kadınlarla maceralar geçirdiği zamanlara tesadüf etmiş olsaydı bu iki kuvvetli his belki de onu tehlikeye atacaktı. Hayatta tesadüflerin ne görülmez ve hissedilmez mühim rolleri olur!
Şimdi yuvarlak aynanın önünde bu on sekiz yıllık ömrünün sade, hareketsiz fakat sevimli ve bilhassa acısız nasıl akıp gittiğini düşünüyordu. Bu hayatın ilk yılları oldukça hareketli geçmişti. Bir çocukları olmuştu.
Dört yıl her genç annenin duyduğu bütün o içli sevgiyi İlhan’ın üstüne toplamıştı. Fakat çocuklara hiç acımayan o zalim ölüm henüz dillenen ve asıl sevilecek çağa giren yavruyu ellerinden alınca önce hayata bir küskünlük geldi. Aylarca odasından bile çıkmadı. Nihayet doktorun ısrarıyla yaptıkları Avrupa seyahati, araya giren daha başka düşünceler bu ilk acıyı unutturdu.
Babası Viyana’da siyasi vazifede iken iki yıl kadar orada kalmıştı. Genç kızlığının en neşeli zamanına ait bu hatıraların saklı kaldığı şehirde her şeyi unuttu. Seyahatten döndükleri zaman ahbapları onu eskisinden daha şen ve güzel buldular.
Kadın kalbinde her acının bir panzehiri vardır. Fakat cinsî cazibesinin eriyip tükenmesinden gelen acıya şifa verecek şey ne olabilirdi?
Nermin Melih, on sekiz yıl kendine gülen aynanın önünde bu akşamki kadar zavallı olduğunu hatırlamıyordu.
Şair Fazlı’ya nükteler, teşbihler ilham eden cıngılı yeşil gözlerinde bile eski parlaklık kalmadığını bu akşam anlamıştı. Zaten daha iki yıl önce o gümrah kestane saçları arasında yakaladığı küstah bir beyaz teli bir hırsız gibi kimseye göstermeden koparıp yok ettikten sonra sık sık tesadüf ettiği bu muzır mahluklara karşı çetin bir mücadeleye başlamıştı.
Bu akşamki ziyafet için hazırlanırken titiz bir dikkatle saçlarını kontrol etmiş, tamam on bir tane beyaz teli dibinden koparıp atmıştı. Şimdi güzel başına bakarken o kestane saç dalgaları arasında yine bir beyaz telin zalim bir düşman gibi kendine güldüğünü gördü. Şimşek süratiyle hareket eden parmakları tabiatın masum bir çiçeğinden başka bir şey olmayan bu teli kopardı, attı.
Fakat bu ipek gibi ince beyaz tel onun sinirlerini oynatmaya kâfi gelmişti.
Az endişeli, az heyecanlı geçen evlilik hayatının hareketsiz yılları şimdi kesilip biçilmeden eskimiş ve modası geçmiş bir top ipekli kumaş gibi gözlerinin önünde açılıp çözülüyor; soluk, renkli, buruşuk parçaları birbirine karışıyordu. Gençliğini ne budalaca geçirmişti!
Zevke ve heyecana karşı o ne kapalı kanaatti!
Yalnız beğenilmenin duyurduğu zevkle iktifa etmek ne çocukça bir kanaatti!
Hâlbuki kendisinden çok daha az güzel kadınlar ne çılgın sevgilerin nöbetleri içinde kana kana hayatı ve aşkı tatmışlardı…
Nermin Melih bunları düşünürken bu akşam kış bahçesinde kulağına çalınan dedikoduları hatırladı.
Nâzım Cemal Bey nelerden bahsediyordu?
“Sevilmek çağını atlamış, çekicilik kudretini kaybetmiş bir kadın erkek için canlı bir felaket olur.”
Acaba şimdi o da kocası için bir felaket mi? O hâle geldi mi? Çekicilik kuvvetini kaybetti mi?
Birkaç yıldır üzerinde toplanan erkek bakışlarının ağırlığı, kesafeti kalmadığını kendi de hissediyordu. Bunu önceleri artık itiyat hâline gelen kendi durgunluğuna veriyordu. Fakat belliydi ki genç ve orta yaşlı erkek bakışları dolmuş bir tramvay gibi önünde durmadan geçip gidiyordu. Eskiden Beyoğlu’na indiği zamanlar onun otomobilinden inişini veyahut bir mağazadan çıkışını görmek için yolunu kesen, hatta otomobil kapısını açmaya koşan, sakat iğneci çocuk gibi kalabalığı yarmaya çalışan erkeklerin şimdi sadece başlarının bir hareketi ile iktifa ettiklerini görüyordu.
Vakıa eski çevikliğinin, eski alımının kalmadığını kendisi de biliyordu. Biraz yağlanmıştı. Yüzünün hatlarında eski elastikiyet kalmamıştı. Fakat terzisi, manikürcüsü, iskarpincisi ve emektar oda hizmetçisi her vesile ile temin ediyorlardı ki o daha çok gençtir.
Kendisini yokluyor. Vücudunu âdeta yıpranmamış, içindeki kadınlık arzularını hâlâ ilk evlilik zamanlarındaki kadar taze buluyordu.
Yalnız bir defa ana oluşunun da tesiri vardı. Hayatı rahat geçmişti. Üzüntüsü yoktu. Etleri, sinirleri cinsî ve tabii acıları o kadar az duymuştu ki bu maddi tazyik ve işkenceleri tatmak ihtiyacını bile hissettiği zamanlar olmuştu. Fakat varlığının en az yaşayan köşesi kalbi idi. O, yıllarca kapalı kalmış bir bonbon vazosu gibiydi. Bunu açmak kimseye nasip olmamıştı. Hayatında etine ve kemiğine en çok yaklaşan kocası bile kalbinin tılsımını bulup açamamıştı.
Acaba Nâzım Cemal’in dediği gibi o çekicilik kudretini kaybetmiş miydi? Kalbini yokluyor, aynada gözlerinin içine bakıyor, bütün kadınlık hislerini kontrol ediyor, fakat kendisiyle meşgul oldukça endişeleri artıyordu.
Hakikat, artık bir erkeği kendisiyle meşgul edemeyecek hâle gelmiş miydi? Şüphenin verdiği ızdırabı başka ne verebilir? Bu öyle zalim bir şüphe ki mağrur bir kadını hırsından kahredebilir.
Elindeki aynaya şimdi düşman gibi bakıyordu. Ne kendisi ve ne bu yuvarlak cam parçası bu elim şüpheyi silecek cevap verebilecekti.
Çekicilik kudretini kaybedip kaybetmediğini anlamak için bitaraf gözlerin ifadesi lazımdı. Fakat ne olursa olsun, son birkaç yılın taze hatıraları bu şüpheyi kuvvetlendiriyordu.
Kendisi de hissediyordu ki erkekler üzerinde eski tesiri kalmamıştı.
Balolarda kendisine verilen şerefli mevkilerin yavaş yavaş başkaları tarafından işgal edildiğini; dans davetlerinin azaldığını görmek ve kendi yanında gençlikleri ve güzellikleriyle şöhret kazanmış kadınlar üzerinde mütalaa yürütüldüğünü duymak kendi şöhretinin artık durduğu, güzelliğinin maziye ait bir hatıra olmaya başladığını anlatmıyor muydu?
Aynayı şiddetle elinden fırlattı.
Fil dişi çerçeveli, yuvarlak, billur parçası hakikati söylemenin cezasını üç parça olmakla ödedi.
Şimdi kumral başını yumuşak yastıklara gömmüş, derin bir yeis içinde ağlıyordu.
Buhran uzun sürdü.
Aşağıda kıranta, bekâr arkadaşlarıyla maceralardan, yeni eğlencelerden konuşa konuşa bol bol içen Ahmet Melih Bey misafirlerini geçirip odasına çıktığı zaman o hâlâ aynı vaziyette dalgın yatıyordu. Ahmet Melih’in