Sevenler Yolu. Burhan Cahit Morkaya
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sevenler Yolu - Burhan Cahit Morkaya страница 9
“Değil mi beyefendi?” dedi. “Herhâlde sıkılıyorlar ama ben kendilerine söyledim. Gerek sizden, gerek Ahmet Melih Beyefendi’den bahsettim. Zaten isimlerinizi tanıyorlar. Fakat ne kadar olsa… Toyluk işte.”
Ruhsar Hanımefendi’nin toy diye tanıtmak istediği iki kadının bu âleme, bu hayata gözlerini yeni açmış ev kuzuları olmadıkları besbelliydi. Nâzım Cemal toyluktan bahsedilince iki kadını ilk defa şöyle alıcı gözüyle baştan aşağıya süzdü. Hafifçe gülümsedi:
“Çabuk açılırlar merak etme!”
Ve kadehleri ikinci defa dolduruyordu ki kapının zili koridorda aksetti.
“Geldiler.”
Mühendis Ragıp’la Ahmet Melih Bey gelmişlerdi.
Artık meclis tamam sayılırdı.
Yalnız Avukat Rıza Sedat yoktu. Ahmet Melih:
“İki defa telefon ettim.” dedi. “Acele bir iş için Feneryolu’na gitmiş. Gelir gelmez haber verecekti. Hatta kâtibe tembih ettim. Yazıhaneye uğramadan evine giderse, evine haber bırakacak.”
Mühendis Ragıp genç kadınlardan Necla ile ahbap çıkmıştı. Bu eski dostluk hepsinin arasında paylaşıldığı için salonun havası değişiverdi. Necla birdenbire açılıvermişti. Şimdi Nâzım Cemal’in teklifsizliği hepsine sirayet etmişti. Birkaç dakika içinde senli benli oluverdiler.
Ruhsar Hanımefendi bir aralık Ahmet Melih’e yaklaşarak kulağına fısıldadı:
“Mukaddes sizi sorup duruyor. Kendisini gördüğünüz yok galiba.”
Ahmet Melih’in yüzü güldü:
“Hakkı var. O kadar işim vardı ki arayamadım. Birkaç kere yazıhaneye de telefon etmiş. Kocası İstanbul’da mı acaba?”
“Zannetmem, İstanbul’da olsaydı beni aramazdı.”
“Bir telefon etsek bulabilir miyiz acaba?”
“İsterseniz arayayım. Yalnız bunlar varken bilmem gelir mi?”
“Zarar yok. O gelsin. Arka odaya alırsın. Ben bir bahane ile çıkarım.”
Biraz sonra kapıda tekrar görünen Ruhsar Hanımefendi ötekilere belli etmeden Ahmet Melih’e işaret etti. Dışarı çağırdı. Koridorda fısıldaştılar.
“Gelecek. Arka odada küçük bir masa hazırlatayım mı?”
Ahmet Melih birdenbire keyiflenmişti. Prenses’in arkasını okşadı:
“Yamansın vallahi. Öyle iyi düşünürsün ki! Bizimkiler eğlenirken, kaçamak yapmak öyle hoş olacak ki!”
Hanımefendi bu iltifattan gururlanmış gibi omuzlarını oynattı:
“Öyledir efendim. Erkekler böyle kaçamak eğlencelerden daha çok zevk alırlar.”
Beraber salona döndükleri vakit iki genç kadının Mühendis Ragıp’la Nâzım Cemal tarafından paylaşıldığını gördüler.
Nâzım Cemal, Necla’yı dizlerine oturtmuş bir kadehten içirmeye çalışıyordu.
Artık eğlence hararetlenmişti. Tatlı tatsız şakalar, yerli yersiz nükteler, kadınların hoppalığı, erkeklerin yapışkanlığı başlamıştı.
Bir aralık kapının çalındığını duyunca hep birden haykırdılar.
“Meşhur avukat geldi.”
Ev sahibi dışarı çıktı, fakat yalnız olarak döndü.
“O değil mi?”
“Hayır. Kapıcı bira getirdi.”
Ve ötekiler yanlarındaki kadınlara avdet ederlerken Ahmet Melih’e işaret etti.
Ahmet Melih birkaç gün sonra çıkacağı yeni İzmir seyahatine beraber götürmek istediği Mukaddes Hanım’ın geldiğini anlamıştı.
Arkadaşları, o kadar dalmışlardı ki bir bahane bulmaya bile lüzum görmeden yavaşça dışarı çıktı. Her ihtimale karşı onları meşgul etmesi için de ev sahibine işaret etti.
Mukaddes Hanım, kibar âleminin bu güzel kadını, küçük odada bekliyordu.
Bu evli bir kadındı. Güzeldi. İyi konuşur, lisan bilir, musikiden anlar ve her şeyden fazla çok şık giyinmesini bilirdi. Fakat bu şık giyinmek, her eğlenceye gitmek, çay, dans saatlerini kaçırmamak pek kolay değildi. Şık bir kadının haftanın birkaç gününde danslı çaylara, sinemaların ilk gösterişlerine, tiyatrolara ve her mevsim eksik olmayan balolara iştirak edebilmesi için kolay kolay sarsılmayacak bir bütçesi olması lazımdı. Hâlbuki kocası nihayet aylıklı bir adamdı. Genç ve güzel karısının pek alıştığı arzularını karşılayacak vaziyette değildi. Ara sıra poker masasında oldukça mühim yekûnlar bırakan bu şık kadın, başı sonu belli bir aylıkla idare edilemezdi. Vakıa kocası çalıştığı müessese hesabına memleket içinde uzun seyahatler yapıyor, aylığından başka ücret de alıyordu. Ve ancak bu seyahatler Mukaddes Hanım’ın bütçesini biraz doldurabiliyordu. Bu seyahatler kocasından ziyade kendisi için istifadeli olduğundan o İstanbul’da yalnız kalmaya can atıyordu.
Kocası bir hafta evvel yeni bir yolculuğa çıkmıştı. Bir ay sürecek olan yeni seyahat Mukaddes Hanım’ın kış hazırlıkları için pek hayırlı olacağa benziyordu. Bunun en hayırlı alameti bu akşam Ahmet Melih Bey’i bulmuş olmasıydı.
Bu gece de pek şıktı. Giydiğini yakıştırmasını bilen bir kadının kendini beğendireceği erkeğin karşısına çıkması için ne yapmak lazımsa yapmıştı. Ve zaten ne zamandır onu özleyen Ahmet Melih için bu kadar zahmete bile lüzum yoktu.
Bu üçüncü görüşmeleriydi.
Ahmet Melih onu büyük bir baloda tanıdığı zaman aralarında hafif bir aşinalık belirmişti. Genç kadın bir delikanlı ile dans ederken kendisini vaktiyle takip eden meşhur palamut tüccarına iltifat etmeyi unutmamıştı. Ahmet Melih bundan sonrasını Hanımefendi’nin gayretine bıraktı ve bir hafta sonra idi ki Nişantaşı’nın bu şık kadını bu apartmanda onu bekliyordu.
Küçük odada baş başa kaldıkları zaman Ahmet Melih sevgilisine kavuşmuş toy bir liseli heyecanıyla genç kadının ellerine sarıldı. Gözünü onun büyük mavi gözüne dikti. Ve içini çekti:
“Ne güzelsin!”
Genç kadın tatlı bir göğüs geçirdi:
“Sizi o kadar göreceğim geldi ki!”
“Ya benim.”
“Ama hiç aramadınız.”
“İmkânı var mı? Senin için düşündüğümü bilsen.”
Gözleri