İntibah. Namık Kemal
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу İntibah - Namık Kemal страница 7
Ali Bey ahlakında olan hicap ile gönlündeki şevk ve incizabın şiddet-i tesiratı içinde –iki mıknatıs arasına düşmüş bir cüz-i madenî gibi– sükûtu ıstırabı calip ve ıstırabı sükûtuna galip bir hâl-i mütereddidane ile nihayet derecelerde icbar-i nefs ederek gözlerinin üst kapağını biraz yukarı kaldırmaya muktedir olunca karşısında ne görsün: Üstat elinden çıkma sanemlerden mütenasip yapılı, siyaha mail samurî saçlı, incerek düz kaşlı, noktalı yeşil gözlü, siyah ve uzun kirpikli, hafif sarı üzerine mevçli koyu al yanaklı, irice çekme burunlu, ufak ağızlı, (şiddet-i şeheveti gösterir surette) ateşî kırmızı kalınca dudaklı, her karşısına geleni kucaklayacak gibi önüne mail yürür, insanın kalbine girecek gibi manzuruna dikkatle bakar bir âfet duruyor.
Her türlü hevesat-i nefsaniyyenin şiddet-i galeyanı zamanında, o terbiyede bulunan bir delikanlı mahbub-i kalbi, ruh-i hayali olan öyle bir nadire-i rüzgârın birinci meclis-i mülakatına tesadüf ederse hayretten, giryeden başka neye muktedir olabilir?
İşte Ali Bey bu derece müşkül, böyle tesiratının izhar ve ızmarı nakabil bir beht içinde kalarak bir sözde arz-i murat istedikçe havf-ü tereddüt ile dudağını ısırmaktan başka bir şeye muktedir olamamak ve bir nigâh-i tahassürle keşf-i râz eylemek arzusuna düştükçe gözlerini girye-i tahayyürden kurtaramamak azabâbâdıstırabında iken hanımefendi tarafından feth-i kelama müsareat olunur.
Yaktın ey ateşzen-i arâm yanmış gönlümü
Nev-heves kıldın şu kendinden usanmış gönlümü 34
Hanımefendi ki ismi Mehpeyker’dir, ahlak ve terbiyece bütün bütün Ali Bey’in hilafına olarak gayet namussuz, gayet alçak bir ailede perveriş bulmuş ve zaman-i rüşte baliğ olur olmaz rezailin envaında mürebbilerine üstat olmuştu. Biraz okuyup yazmakla uğraştığı ve ekser-i evkatını meşhur aşiftelerin meclis-i ülfetinde geçirdiği cihetlerle tabii bir kat daha kuvvet bulan zekâvet-i dessasanesi ise bir derecede idi ki ziynette peri güzelliğinde, Haccaç dirayetinde bir iblis yaratılmış olsaydı, istediği adama tahakkümde bu nazenin kadar ya maharet gösterir ya gösteremezdi.
Bununla beraber nihayet derecede şehvetine mağlup olduğu gibi, ahlakça dahi sevdiği adamları tâht-i tahakkümünde tutmaya talip idi ve hatta bu yoldaki teşebbüsatının kâffesinde her istediğini yapmış idi.
Bir güzeli severdi fakat yılan bir çiçeği nasıl severse bu da öyle severdi; bir adamı nasıl sararsa bu da öyle sarmak isterdi! Mezar vücudu nasıl kucaklarsa bu da öyle kucaklamaya çalışırdı; nasıl kucakladığına dünya yüzü göstermezse bu da öyle ihtisas etmek arzusunda bulunurdu.
Ali Bey ise hüsn-i tabiatle muttasıf olan kadınlarca en şiddetli sevdalar tahrik edecek derecelerde yakışıklı bir delikanlı olduğundan Mehpeyker daha ilk işaretini aldığı gün kendini zapt edemeyecek mertebelerde meftunu olmuştu. Bir derece ki sairleri ile ülfet etmek istedikçe bir kanun-i zaruret bildiği, taharri-i mal ve tahkik-i meşrep mukaddematını icraya bile kalkışmaksızın ve hatta velev Ali Bey fakir ve bethuy (fena huylu) olsa dahi gene dirig-i visal etmemek kararından içtinap etmeksizin mülakata gelmişti.
Bu azm-ü şevk ile Ali Bey’e yaklaşınca birkaç kere çocuğu yukarıdan aşağı süzerek telaş ve ıstırabından söze başlamaya, iktidarsızlığını anladıktan sonra hevesat-i şehevaniyesinde zuhur eden galeyanı –bin türlü tecrübelerinden hasıl ettiği melekât-i riyakârane ile– gönlünde hapsederek masumane ve sadedilane (bönce) bir tarz ile şu yolda muhavereye başladı:
“Beyefendi! Bir terbiye görmüş zata benziyorsunuz. Cuma günü buraya teşrif buyurmuştunuz. Arabama bir layıksız işaret ettiniz. Ben de size kalabalıktan sakınınız yollu bir işaret verdim. O güne kadar hiç seyir yerlerinde göründüğünüz yok iken bugün gene geldiniz. Gene eski yerinize oturdunuz. Karşıdan arabam görünür görünmez, eskiden beri bildiğiniz bir dostunuz geliyormuş gibi, bin türlü telaş göstermeye başladınız. Bütün seyir halkı gözlerini bize dikti. Bendeniz de şayet bir münasebetsizlik çıkar korkusuyla arkadan gelmeniz için işaret verdim. Siz ise hemen arabanın yanına yapıştınız. Kendinizi kaybettiniz. Buraya kadar bir hâlde geldiniz ki tarif olunmaz. Niçin bana bu kadar musallat oluyorsunuz? Görenler ne söyler? Beyhude yere beni lekelemekten ne hasıl olur?”
Mehpeyker bu sözleri söylerken Ali Bey’in simasında hasıl olan şiddet-i hicap ve infiale göz ucuyla dikkat ederek ve çehresindeki asardan kalbinin sırf heyecan hâlinde ve her türlü teessüratı kabul istidadında bulunduğunu layıkıyle derkeyleyerek cevaba intizar yollu bir dakikacık sükût ettikten sonra gene kelama bed’ ile mahzun mahzun:
“Benim bir parça yüzüme bakılırsa Allah’a emanet, siz de ay parçası gibi bir delikanlısınız. Sizin bana şayet meyliniz var ise ben de size müptela olabilirim. Sonra hâlimiz neye varır?” deyince Ali Bey’in bütün bütün ihtiyarı elinden gider. Biçare çocuk, bulunduğu yere yığılmamak için yanındaki ağaca dayanır. Kalbinin heyecanından çehresine gelen ısfırar ile bal mumundan dökülmüş tasvir gibi donakalır.
Yâre küstahane dil arzetti dâg-i sineyi
Ateşîn pirahen oldu germi-i haclet bana 35
Mehpeyker hafahane-i vicdana görmekte malik olduğu hiddet-i nazar ve muamelat-i naz-ü niyazda hasıl ettiği rüsuh kuvvetiyle Bey’in gönlündeki hissiyatı tamamiyle gözünün önünden geçirdikten sonra gâh söylediği lakırtılara pişmanlık izhar eder gâh muhabbetini hissettirdiğinden dolayı gönlünde husule gelen memnuniyyet-i hafiyyeyi setre çalışır gâh muamele-i âşikaresine karşı hüsn-i mukabele bekler yollu birtakım şivelere dökülerek her bakışından bir başka ima, her hareketinde bir işve-i diğer göstere göstere Bey’i bulunduğu beht-i hazin içinden kurtarmaya çalıştı. Bu suretle yavaş yavaş çocuğun çehresine toz pembe yaşmaklar kadar hafif bir reng-i al yayılmaya başladı. Vücudu biraz yerinden hareket eyledi. Sözleri kalbinden parça parça kopar da ağzından öyle dökülür imiş gibi kesik kesik: “Bilmem nasıl teşekkür etsem! Bendeniz neyim ki meylinize nail olabileceğim! Muradınız bir biçareyi taltif etmek yahut eğlenmek değil mi? Kulunuz… Kulunuz ona da razıyım!” deyince tercüman-i hissiyat olan her türlü evzaı taklitte en mahir oyunculara hocalık etmeye muktedir olan Mehpeyker, hüzn-i derununu şetaret-i ca’liyye ile örtmeye çalışır yolda hafif hafif fakat acı bir tebessüm ederek:
“Beyim kadınlar sahibini, hâkimini bilir. Biz bir vakit efendilerimizle eğlenmeye cesaret edemeyiz. İşimiz yalnız onlara eğlence olmaktır. Demin ‘Sizin bana şayet meyliniz varsa…’ dediğime baktınız da gerçekten sizi kendime meftun zannedecek kadar sadedilliğime mi hükmettiniz? Bilirim efendim, beyler buraya vakit geçirmeye gelirler. Her şeyle eğlendikleri gibi, biraz da önlerine tesadüf eden kadınlarla eğlenirler. Neden canım sıkılsın? Siz görülmedik bir şey çıkarmadınız ya… Âdeti yerine getiriyorsunuz.” yollu mukabele eyledi.
Kız
34
35