İntibah. Namık Kemal

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İntibah - Namık Kemal страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
İntibah - Namık Kemal

Скачать книгу

girdikten sonra o illetten kurtulur da dünyanın tezyinat-i rengârengini görürse güneşi nasıl sever, ben de sizi öyle severim. (Mehpeyker’in yüzüne haifane bakarak ve fakat bir şey hissedemeyerek) Ah! Affedin! Affedin! Canınızı mı sıktım? Haysiyetinize mi dokundum? Allah bilir ne söylediğimi ne de söyleyeceğimi bilirim. Şimdiye kadar böyle bir belaya düşmedim ki tecrübem olsun da makama münasip davranayım. Niçin kaşlarınızı öyle çatıyorsunuz? Benziniz uçtu. Ben sizinle ne vakit eğlendim ki öyle acı acı lakırtılar söylüyorsunuz? Ah! Yorgunluk bir taraftan, uykusuzluk bir taraftan, kalbin helecanı bir taraftan… Üzerimde bir ağırlık var, vücudumun âzası birbirinden ayrılıverecek sanıyorum. Buraya geldim. Sanki hafif bir iltifatınızla teselli bulacaktım. İptida ‘Arkama düşüyorsun.’ diye, sonra da ‘Eğleniyorsun diye azarladınız.’ yollu söylendi.

      Lakırtısının son kelimeleri lisanından çıktığı sırada, gözlerinin her birinde yıldız gibi bir damla yaş parlamaya ve allı sarılı yanaklarının üzerinde şafak bulutuna tesadüf etmiş şihab gibi seyrine doyulmaz bir letafetle başladı.

      Nasıl çıldırmadım hayretteyim hâlâ sevincimden

      Lisanından seni sevdim sözün gûş ettiğim demler 36

      Teessürat-i şedideye gene teessürat-i şedide ile galebe olunur. Mehpeyker ise bu dakikayı layıkıyle bilirdi. Kinayat en ciddi sözlerin bile şiddetini arttırır. Hanım ise bu hakikatten dahi gafil değildi. Binaenaleyh Ali Bey’in vicdani infialatının hararetiyle erimiş bir maden gibi her kalıba dökülmeye kabiliyet hâlinde görünce o parlak gözlerine bir mahzuniyet getirerek ve zihni arzu ve nedametin keşmekeş-i tereddüdünde mustarip imiş gibi nazarını daima yere doğru dikerek şiddet-i infial ve fıkdan-i sabırdan mürekkep bir tavr-i hazin ile: “Öyle ya biz buraya beyefendinin musallat olmasından kendimizi kurtarmak için geldik! Kendiyle görüşmek istemesek arabamızın penceresini kapayamazdık! Kendinden kaçmak istesek gidecek başka seyir yeri bulamazdık! Yanına gittim, karşımda dargın gibi durdu. Bir kelime söylemedi! İptida lakırtı açmaya ben mecbur oldum. Onda da ‘Arkamda niçin geziyorsunuz?’ gibi mukaddimeler yapmaya ne ihtiyaç var idi? Niçin ‘Şayet ben de size müptela olurum.’ demeliydim? ‘Beyim senin bana meylin var ise ben seni çıldırasıya seviyorum. Zevkin ne ise emret.’ diyerek birdenbire kalbimi önüne açıvermek üzerimize vacip değil miydi? Kendi ‘Benimle eğleniyorsun.’ dedi. ‘Hayır, siz bizimle eğlenirsiniz.’ diyecek oldum. Hiç beyefendilerle öyle latife mi olur? Kendini azarlamışım! Baksana kıyametler kopuyor.” gibi uzun uzadıya birtakım sitemlere başladı.

      Ali Bey lakırtısının her cümlesi bittikçe gâh itizara gâh cevaba gâh niyaza hazırlanır idi. Fakat Mehpeyker gözlerini yerden ayırmadığından ne evzaıyle arz ettiği istizanları göstermeye muktedir olabilirdi ne de lakırtısını kesmeye cesaret ederdi.

      Söz buralara varınca Mehpeyker bir-iki dakika gene gönlüyle dövünür gibi mustaribane bir sükût hâlinde kaldıktan sonra birdenbire Ali Bey’in yüzüne gayet âşikane bir nigâh ederek ve hemen kucaklamaya kasdetmişçesine üzerine doğru bir temayül göstererek: “İşte söyledim. Gönlünüz oldu mu? İşte yüreğimi açtım, içinde ne varsa önünüze döküyorum. Bana kadınlığı, terbiyeyi unutturdunuz. Elvermedi mi? Bir daha mı söyleyeyim? İşte seviyorum. Ne yapayım? Gönlüme hükmüm geçmez ya! Kaderimden, haysiyetimden, vücudumdan, canımdan, dünyamdan, ahiretimden ziyade seviyorum.” diye dilnevazane bir muamele-i takatsuza âgaz eyledi. “Seviyorum” kelimesi ağzından her çıktıkça dudakları ismet kadar güzel, şehvet kadar lezzetli bir renk bağlardı.

      Yetmez mi temaşa-yı cemal el de sunarsın

      Ey âşık-ı mihnetzede buldukça bunarsın 37

      Bu muamele-i dilfiribe karşı Ali Bey âdeta gaşyolmuş idi. Bir-iki dakika lakırtı söylemeye değil vücudunun bir kılını bile kımıldatmaya muktedir olamadı. İnsan için beyin kalbine girmek kabil olmalıdır ki o sırada birinci defa olarak hasıl ettiği hissiyat-i latifenin ne lezzetli şeyler olduğunu anlayabilsin.

      Bey biraz kendini toplayınca şükrandan, meserretten, bahtiyarlıktan, saadetten açtığı bahisler o kadar âşıkane, o kadar şairane idi ve hususiyle simasının şekli ve azasının evzaıyle o kadar kuvvet bulmuştu ki kâffe-i tesiratiyle beraber kâğıt üzerine nakletmek ne eshab-i kalem için mümkündür ne de ressamlara müyesser olur.

      Mehpeyker ise Bey’i tarz-i şehevanisinde ve fakat gayet şiddetli bir derecede sevdiğinden muhabbetinin bu derece hüsn-i kabul olunduğunu görünce tabii gönlüne istila eden inbisatın tesiratiyle sima ve lisanında hasıl olan taravet ve pürgûluğa rüsuh-i işvekâranesiyle bir revnak-i diğer vererek ve kendi açıldıkça Bey’i dahi açarak aralarında iki saat kadar bir sohbet-i can güzeran etti ki mecalis-i ruhaniyana layık olacak kadar latif idi.

      Birbirine sarılmışça irtibat ile neşvement olan iki kalb-i sevdapezir mevkiin letafetine, baharın füyuzatına, seyrin eğlencesine, tenhalığın lezzetine, muhabbetin tesirat ve halatına dair her ne hissettiler ise birbirine teşrihatiyle beraber tebliğ eylediler.

      Ali Bey’in infialatı yeni başlamış bir sevda-yı ismetkâranenin hayalat-i hailesinden ibaret olarak tasavvuratının dehşetini şairane nükteperverlik, safdilane serbestlik perdeleri altında saklamaya çalışırdı.

      Mehpeyker’in hissiyatı ise hüsn-i kabul görmüş bir meyl-i şehevaninin ezvak-i sürurundan mürekkep olmakla gönlünün şetaretini câli bir hiffet-i masumane ve gelip gidici bir hacalet-i kâzibe ile setrederdi.

      Mehpeyker, iki lakırtıda bir kere ömrün lezzetinden bundan sonra hissedar olacağına dair müferrih birtakım sözler söylerdi.

      Ali Bey, o güne kadar Mehpeykersiz geçen ömrü için hazin hazin birtakım teessüfler eylerdi.

      İkisi de gönlünce bir zaman geçirmek için aşk ve hevesten mürekkep bir nice tasavvurat ve müzakerat ile meşgul oldukları sırada Ali Bey, mülhemane bir tarz ile gayet ciddi bir yolda söze başlar da der ki:

      “Tev’em yaratılmış iki gönül niçin birbirinden ayrı yaşamaya mecbur olsun? Sizde adi bir adamı değil padişahları bahtiyar edecek kadar hüsn-ü cemal var. Bendeniz de sizi bahtiyar edemez isem muhabbet ve mutavaat kuvvetiyle mahzun bırakmamaya olsun çalışırım. En ufak eğlenceleriniz dünyada en büyük zevkim olur. Bir valideciğim var, pek haluktur; elbette benim iptilamı görünce size benden ziyade hürmet eder. Emrederseniz hemen bugünden…”

      Mükâleme bu dereceye varınca Mehpeyker bütün bütün tarzını tebdil ederek çehresindeki teravet-i ferah yerine karaltıya mail bir hafif renk-i meyusiyet peydah oldu. Ağzındaki nazlı nazlı tebessümler, etrafındaki fıkırdak fıkırdak şiveler arasına bir mekânet, bir durgunluk karıştı. Gözlerini mahzun mahzun Ali Bey’e dikerek:

      “Biz daha bugünden işin ta nihayetini düşünmeye başladık. Sakın o ümit ile kendinizi yormayınız. Benim önümde bir felaket uçurumu vardır ki onu geçip de hiçbir erkekle birleşmem mümkün değildir. Bir daha ağzınızdan öyle bir söz işitirsem beni kıyamete kadar göremezsiniz.” diyerek kat-i kelam eyledi.

      Mehpeyker’in bu sözleri şayet izdivaç teşebbüsüne kalkışır ise tahkikat-i mutade sırasında sevabık-i ahvali tabiatiyle meydana çıkacağından ve o hâlde Bey’e malik olmak değil ondan bütün bütün inkıta etmek lazım geleceğinden dolayı şeytanatkârane bir haltiyat olduğunu Ali Bey anlayabilmek

Скачать книгу


<p>36</p> Şu senin ağzından “Seni sevdim.” sözünü işittiğim demlerSevinçten nasıl oldu da çıldırmadığıma hâlâ şaşıyorum.
<p>37</p> Güzelliği seyretmek yetmez mi ki bir de el uzatıyorsun?Ey mihnete uğramış âşık; buldukça bunuyorsun.