Profesör Challenger’ın Tüm Maceraları. Артур Конан Дойл
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Profesör Challenger’ın Tüm Maceraları - Артур Конан Дойл страница 7
4. BÖLÜM
“Dünyadaki En Büyük Olay”
Kapı henüz kapanmıştı ki Bayan Challenger yemek odasından ok gibi fırlayıverdi. Ufak tefek kadın, öfke içinde burnundan soluyordu. Buldog köpeğinin yoluna çıkan öfkeli bir tavuk gibi kocasının önünü kesti. Benim dışarı çıkışımı gördüğü belliydi ama henüz, geri döndüğümü görmemişti.
“George, seni hayvan!” diye bir çığlık attı. “O nazik delikanlıyı yaraladın!”
Başparmağıyla arkaya doğru dönerek, “İşte burada, arkada, hiçbir şeyi de yok.” dedi profesör.
Haklı olarak kafası karışmıştı kadının.
“Özür dilerim, sizi görmemiştim.”
“Merak etmeyin efendim, her şey yolunda.”
“Yüzünüzü yaralamış sizin ama!.. Oh, George, zorbanın birisin sen! Bütün bir hafta boyunca rezalet, başka bir şey yok! Herkes seninle alay ediyor, eğleniyor. Benim bile sabrımı taşırdın. Yeter artık, anlıyor musun?”
“Kirli çarşaf!” diye kükredi profesör.
“Bu işin gizli yanı kalmadı. Bütün caddenin, belki de bütün Londra’nın… Çık dışarı Austin, burada işin yok! Senin hakkında konuşmadıklarını mı zannediyorsun? Nerede kaldı senin şerefin? Sen ki şimdi büyük bir üniversitede, etrafında binlerce talebenin saygıyla döndüğü bir kraliyet profesörü olmalıydın. Nerede kaldı senin şerefin George?”
“Ya seninki, sevgilim?”
“Sabrımı fazla zorluyorsun. Bir kabadayı; adi, kavgacı bir kabadayı oldun sen!”
“Kendine gel, Jessie!”
“Hırlayan, gürleyen, kudurmuş bir zorba!”
“Bu kadarı da fazla. Kefaret vakti!” dedi profesör.
Eğilip onu kucakladığı gibi salonun köşesindeki siyah mermerin yüksek kaidesine oturtunca şaşırıp kalmıştım. Kaide en az iki metre yükseklikteydi ve öylesine inceydi ki kadıncağız üzerinde zorlukla durabiliyordu. Hayatımda böyle gülünç bir şey görmemiştim; suratı öfkeyle buruşmuştu, ayakları sallanıyordu ve vücudu düşme korkusuyla katılaşmıştı.
“İndir beni!” diye inledi.
“ ‘Lütfen’ de.”
“George, seni gidi zorba seni. Hemen indir beni diyorum sana!”
“Bay Malone, çalışma odama gelin.”
“İyi ama efendim…” dedim kadıncağıza bakarak.
“Bak, Bay Malone senin için ricada bulunuyor Jessie. ‘Lütfen’ dersen aşağı inersin.”
“Zorba herif seni! Lütfen! Lütfen!”
“Kendine hâkim olmalısın, tatlım. Bay Malone, basından. Sonra yarınki paçavrasında seni yazıp komşu civarda bir düzine fazla satar bak. Yüksek düzeyli yaşam üzerine ilginç bir hikâye… O kaide üzerinde kendini bayağı yüksekte hissettin, değil mi? Sonra da bir alt başlık: ‘Tuhaf bir ev idaresi…’ Ne de olsa Bay Malone da bir leş yiyicisi, tıpkı benzerleri gibi… Porcus ex grege diaboli… Şeytanın sürüsünden bir domuz. Öyle değil mi Malone, ha?”
“Gerçekten de çekilir gibi değilsiniz ama!..” dedim kızgınlıkla.
Homurtuyla bir kahkaha attı.
“Şimdi bir koalisyon yapacağız!” diye gürledi karısının yanından dönüp bana bakarak ve kocaman göğsünü şişirerek.
Hemen arkasından da sesinin tonunu birdenbire değiştirip, “Bu uçarı aile şakasını mazur görün Bay Malone.” dedi. “Sizi buraya ciddi bir konuyla ilgili olarak geri çağırdım, yoksa böyle aile arası latifelere bulaştırmak için değil.” Haydi küçüğüm, git şimdi ve endişelenme.” Dev gibi ellerini kadının omuzlarına yerleştirmişti.
“Söylediklerinin hepsi doğru. Senin tavsiyelerini dinleseydim daha iyi bir adam olurdum, doğru, ancak asla bir George Edward Challenger olamazdım. Bir sürü iyi adam var, ama G. E. C. sadece bir tane. Onun için ondan iyi istifade etmeye bak.”
Kadını aniden öyle bir gürültü çıkararak öptü ki bu beni deminki şiddet gösterisinden bile daha çok utandırdı.
“Şimdi, Bay Malone…” dedi, sesinde büyük bir vakarla, “Bu taraftan, eğer lütfederseniz.”
On dakika önce büyük bir kargaşayla terk ettiğimiz odaya yeniden girmiştik. Profesör, kapıyı arkamdan dikkatle kapatarak oturmam için bir koltuk işaret ettikten sonra burnumun ucuna bir puro kutusu dayayıverdi.
“Hakiki San Juan Colorado.” dedi. “Senin gibi heyecanlı insanlar böyle keyif verici şeylerden anlar. Tanrı aşkına, onu ısırayım deme sakın! Kes, keserken de saygı göster! Şimdi arkana yaslan ve sana ne anlatmayı uygun görüyorsam dikkatle dinle. Kafana takılan bir şey olursa sorularını daha münasip bir zaman için saklamaya bak. Öncelikle gayet yerinde bir dışarı atılmadan sonra evime dönüşün…”
Sakalını çekiştirerek, meydan okuyup hır çıkarmak istermiş gibi bir ifadeyle dik dik bana baktı:
“Evet, haklı olarak dışarı atılmandan sonra eve yeniden dönüşüne geleyim. Bunun sebebi, o baş belası polise verdiğin cevapta yatıyor. Bu cevabında, belirtmem gerekir ki bağlı olduğun meslek grubuna rağmen, bir iyi niyet ışığı sezdim. Olaydaki hatayı kabullenmekle ne kadar düşünceli olduğunu gösterdin, bu da benim takdirimi kazanmana yetti. Ne yazık ki mensubu olduğun alt sınıf insan takımı, her zaman benim zekâ ufkumun aşağılarında yer almıştır. Ama sözlerin, seni aniden üste çıkardı. Benim ciddiye alabileceğim bir seviyeye yükseldin. İşte bu sebepten seni tekrar eve davet ettim, seninle daha normal şartlarda tanışmayı düşündüğümden. Küllerini lütfen sol dirseğinin yanındaki bambu masanın üzerinde duran küçük Japon tepsisinin üzerine silkiver.”
Bütün bunları sanki sınıfına hitap eden bir profesör gibi gürleyerek söylemişti. Benimle yüz yüze gelebilmek için döner sandalyesini çevirmiş ve kocaman bir kurbağa gibi oflayıp puflayarak üzerine oturmuştu. Kafasını arkaya atmış, kibirli göz kapakları, gözlerini yarı yarıya örtmüştü. Şimdi aniden yana dönünce yüzünün tek görebildiğim yeri, dağınık saçları ve dışarı çıkıntı yapmış kırmızı bir kulaktı. Masasının üzerindeki kâğıt yığınını eşeleyip duruyordu. Sonunda elinde epey hırpalanmış görünen, resim defterine benzer bir defterle bana döndü:
“Seninle Güney Amerika hakkında konuşacağım.” dedi. “Hiçbir yorum yapmanı istemiyorum. Her şeyden önce şunu anlamanı istiyorum ki kesin iznim olmadıkça sana şimdi anlatacağım hiçbir şeyi, hiçbir şekilde halka açıklamayacaksın. Bu izin ise ben beni bildiğim müddetçe asla verilmeyecek. Bu anlaşıldı mı?”
“İşte bu çok zor.”