Profesör Challenger’ın Tüm Maceraları. Артур Конан Дойл

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Profesör Challenger’ın Tüm Maceraları - Артур Конан Дойл страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Profesör Challenger’ın Tüm Maceraları - Артур Конан Дойл

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Küstah gözlerinde kuşkuyla baktı bana.

      “İyi de senin şerefin hakkında ne biliyorum ki?” dedi.

      “Sözüm sözdür, efendim!” diye hiddetle bağırdım. “Çok ileri gidiyorsunuz! Hayatımda hiç böyle hakarete uğramadım ben!”

      Bu parlayışım, sinirlendirmekten çok, onun ilgisini çekmişti.

      “Yuvarlak kafa.” diye mırıldandı, “Brakisefal, gri gözlü, siyah saçlı, hafif bir negro havası mevcut. Bir Kelt’sin herhâlde?”

      “İrlandalıyım efendim.”

      “İrlandalı İrlandalı mı?”

      “Evet, efendim.”

      “Tabii, bu her şeyi açıklıyor. Bir bakalım; güvenimin zedelenmeyeceğine dair bana söz vermiştin, değil mi? Bu güvenin tam bir güven olmayacağını söylemeliyim. Yine de sana ilgini çekecek birkaç işaret verebilirim. Başlangıç olarak, herhâlde iki sene önce Güney Amerika’ya bir gezi yaptığımdan haberdarsındır; bilimsel tarih itibarıyla dünyada klasik olacak bir gezi. Gezinin amacı Wallace ve Bates’in vardığı bazı sonuçları teyit etmekti, ki bunu ancak onların rapor ettiği verileri, aynen onların yaşadığı şartlar altında yaşayarak sağlayabilirdim. Yolculuğumun başka hiçbir getirisi olmasa bile bu açıdan önemli sayılacaktı. Ancak orada bulunduğum sırada başımdan geçen garip bir vaka, olayın boyutunu tamamen değiştirerek önümde yepyeni ufuklar açılmasına neden oldu.

      Herhâlde farkındasındır ki -veya belki de yarım yamalak eğitim verilen böyle bir devirde farkında değilsin- Amazon’un etrafındaki bazı bölgeler sadece kısmi olarak keşfedildi ve bazıları bütünüyle harita dışı olan çok sayıda akarsu ana nehre akmakta. Amacım, bu az bilinen sapa bölgeyi ziyaret edip burada yaşayan hayvanlar hakkında bilgi toplamaktı. Buradan elde ettiğim materyal, hayatımı adadığım büyük zooloji şaheserinin birkaç bölümünü oluşturacak. İşimi bitirmiş geri dönerken, ana nehre dökülen belli bir akarsuyun -adı ve konumu bende saklı- yakınındaki küçük bir yerli köyünde geceyi geçirme fırsatı buldum. Burada arkadaş canlısı fakat zekâ düzeyleri ortalama bir Londralıdan daha yüksek olmayan bir ırktan gelen Cucama kabilesine ait yerliler yaşıyordu. Nehrin yukarısına doğru ilerlerken aralarından çoğunu tedavi etmiş ve kişiliğimle onları oldukça etkilemiştim. Bu yüzden geri döndüğümde hevesle beni beklediklerini görmem, beni pek de şaşırtmamıştı. İşaretlerinden anladığım kadarıyla birisinin acil olarak tıbbi müdahaleye ihtiyacı vardı. Reisi takip ederek kulübelerden birine girdiğimde, yardımına çağrıldığım adamın o anda canını teslim ettiğini gördüm. Beni asıl şaşırtan şey ise bu adamın yerli değil, beyaz biri olmasıydı. Hem de nasıl beyaz; mısır püskülü rengi saçları ve albinoları andıran bazı özellikleri vardı. Paçavralar içindeki bir deri bir kemik görüntüsüyle uzun süren zorluklara maruz kaldığı her hâlinden belliydi. Yerlilerin anlattıklarından çıkarabildiğim kadarıyla adam, köye yalnız başına, ormandan gelmişti ve geldiğinde de hayatının son demlerini yaşamaktaydı. Adamın sedirin yanında duran sırt çantasını açarak içindekileri bir gözden geçirdim. Bir etiketin üstünde ismi yazılıydı: Maple White, Lake Caddesi, Detroit, Michigan. İşte bu isme her zaman şapkamı çıkartmaya hazırım. Bu iş bittiği zaman, şeref listesinde onun adının benimkiyle aynı mevkide yer alacağını söylemem hiç de abartı olmayacak.

      Çantanın içindekilerden, bu adamın ilham peşindeki bir ressam ve şair olduğu anlaşılıyordu. Kâğıtlara yazılı pek çok dize gözüme çarpmıştı. Bu gibi konularda uzman olduğumu iddia edemem ama sanki bunlar bana eften püften, değersiz şeylermiş gibi gelmişti. Bunların yanı sıra alelade nehir manzaralı resimler, boya kutusu, bir kutu renkli tebeşir, birkaç fırça, şu hokkanın üzerinde duran oyuk kemik, Baxter’ın ‘Güveler ve Kelebekler’ adlı bir cilt kitabı, ucuz bir revolver ve birkaç da mermi fişeği vardı. Şahsi eşya olarak ya hiçbir şeyi yoktu ya da yolculuğu sırasında bunları kaybetmişti. İşte bu garip Amerikalı bohemin bütün varlığı bundan ibaretti.

      Hırpani ceketinin ön cebinden çıkıntı yapmış bir şeyler gözüme çarptığında, aslında yüzümü ondan öteye çevirmek üzereydim. Gözüme ilişen şey, resim defteriydi ve o zaman da şimdi gördüğün gibi tahrip olmuştu. Sana diyebilirim ki elime geçtiğinden beri bu esere gösterdiğim ihtimamı Shakespeare’in ilk baskı koleksiyonu bile görmemiştir. Şimdi bunu sana veriyorum; içindekileri sayfa sayfa incele.”

      Kendisine bir puro aldıktan sonra arkasına yaslanarak müthiş dikkatli bakışlarla bu dokümanın bende nasıl bir etki yapacağını gözlemeye koyuldu.

      Bir açıklama bulmak için defteri açmıştım ama bunun nasıl bir şey olacağını doğrusu pek düşünemiyordum. İlk sayfada, altında ‘Posta vapurundan Jimmy Colver’ yazılı bir işaret olan, kısa bir gemici paltosu giymiş çok şişman bir adamın resminden başka hiçbir şey olmaması biraz hayal kırıcıydı. Bundan sonraki birkaç sayfa, yerliler ve onların yaşamlarına dair resimlerle doluydu. Bir sonraki resim neşeli, etli butlu, şapkalı bir papazın resmiydi. Karşısında çok zayıf bir Avrupalı oturmuştu ve altında “Rosario’da Fra Cristofero’yla öğlen yemeği” yazılıyordu. Sonraki sayfalar kadın ve bebek resmi çalışmalarıyla doluydu. Ardından, altlarına açıklamalar yazılmış bir dizi hayvan çizimi geliyordu: “Kumsalda ki Deniz Ayısı”, “Kaplumbağalar ve Yumurtaları”, “Miriti Palmiyesi Altında Siyah Ajouti”. Bu açıklamanın yanına domuza benzer bir tür hayvan çizilmişti ve son olarak çift sayfaya çizilmiş, bayağı itici görünümlü ve uzun burunlu, büyük, keler cinsi hayvan çalışmalarına gelmiştim. Bunlardan pek bir şey anlamamıştım ve bunu da profesöre belirttim.

      “Tabii, bunlar sadece krokodiller, değil mi?”

      “Alligatorlar! Alligatorlar! Güney Amerika’da gerçek krokodil neredeyse yok gibidir. İkisi arasındaki fark…”

      “Yani hiç olağanüstü bir şey göremedim diyordum. Sizin söylediklerinize değecek bir şey…”

      Sakince gülümsedi.

      “Bir sonraki sayfayı dene.” dedi.

      Hâlâ profesöre katılmıyordum. Bu, kabaca renklendirilmiş, tam sayfa bir manzara resmi çalışmasıydı; bir açık hava ressamının daha sonra yapacağı daha kapsamlı çalışmalara eskiz olarak yaptığı cinsten. Resimde, yukarıya doğru bükülmüş, koyu kırmızı renkteki bir dizi tepelikte sona eren, soluk yeşil ve tüysü bir bitki örtüsü görülüyordu. Tepelikler, sanki, daha önce gördüğüm siyah mermer oluşumları gibi ilginç girinti ve çıkıntılara sahiptiler. Arka plandaki bir duvarın üzerine kadar uzanmışlardı. Hepsinden ayrı bir noktada, muazzam bir ağaçla taçlandırılmış piramidimsi bir kaya bulunuyordu. Ağaç, sanki bir yarıkla sarp kayadan ayrılıyormuş gibi duruyordu. Bütün bu manzaranın ardında mavi, tropikal bir gökyüzü vardı. İnce, yeşil bir bitki hattı, girintili çıkıntılı tepeliğin zirvesine yayılmıştı.

      “Ee?..” diye sordu.

      “İlginç bir oluşum olduğu belli.” dedim. “Fakat muhteşem olduğunu söyleyebilecek derecede jeoloji bilgim yok.”

      “Muhteşem mi?” diye yineledi. “Eşsiz bu! İnanılmaz! Bu dünya üzerinde kimse böyle bir şeyin mümkün olduğunu hayal etmemiştir. Şimdi diğer sayfa.”

Скачать книгу