Aşk Politikası. Burhan Cahit Morkaya
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Aşk Politikası - Burhan Cahit Morkaya страница 4
“Yarın yemekte Aysel'le annesi var. Hamdi amca da gelecek. Sakın bir yere gideyim deme. Bu ziyafeti, ben senin mektepten çıkman şerefine yapıyorum. Beni kepaze etme ha!”
Calibe Hanım oğlunun ne dik başlı olduğunu biliyordu. Bu daveti, daha bir hafta evvelden söylese, onu zapt etmek, yarın sofrada bulundurmak imkânı olmayacaktı. Zaten bugünden haber vermesi bile, onu aksilendirmeye kâfi geldi. Necati, avuta kaçırmış bir topa bakar gibi annesine dik dik baktıktan sonra dudaklarını büktü:
“İş sanki, ziyafet çekecek de âlemi başına toplayacak. Şu ziyafet parasını bana versen de ben Maksim’de kendi kendime ziyafet çeksem olmaz mı?”
“Saçmalama da dinle! Dayın teftişte idi. Eğer gelmişse yarın o da bulunacaktır.”
“Âlâ, yarın burası ukala dolacak demek… Hamdi amca gelirse fena değil, yemekten sonra onunla kirişi kırarız.”
Calibe Hanım fena hâlde sıkılıyordu:
“Hamdi amca ile gideceğine, kendi akranınla, Aysel’le git bari… Kızcağız Erenköy’de sıkılıp duruyor. İstanbul’a gelmişken biraz gezsin, gözü gönlü açılsın.
“Onunla gezilmez ki, sağa bakar, sola bakar, adamın sinirini oynatır.”
Calibe Hanım artık dayanamadı:
“Elin sürtük karıları ile barlara, bahçelere gidersin de yanında pırlanta gibi kızla gidince mi sıkılırsın? Aysel gibi hem ciddi, hem nazik, terbiyeli kıza rastgeldin mi acaba?”
Necati cevap vermedi… Beyaz pantolonunun üstüne açık lacivert ceketini giydi. Başı açık dışarı çıktı.
O gün apartmanda mühim hazırlık vardı. Yemek salonunda, masanın yedek tahtaları konup genişletilmiş, üzeri çiçekle işlenmişti. Kemal Bey çok neşeliydi. Hamdi amca erkenden gelmiş, Necati ile salonda çene çalıyor; Calibe Hanım her şeyin yerinde ve zamanında olması için sağa sola koşuyordu.
Saat on bir buçukta Aysel, annesi, babası geldiler. Nedim Bey teftişten bir akşam evvel geri dönmüş, bu ziyafeti kaçırmak istememişti. Bu samimi aile içtimai, Kemal Bey’e, hayatında yeni bir devreye girmiş hissini veriyordu. O, şimdi yetişmiş oğlunun şerefine yapılan bu toplanışa riyaset etmekten gelen bir gururla, salondan salona geçiyor, hâline, tavrına biraz daha babayanilik vermeye çalışıyor; herkese kızım, evladım diye hitap ediyordu.
Bu ziyafet aynı zamanda ne vakitten beri birbirini görmeyen aile azasını da bir araya topladığı için, büyüklü küçüklü herkes memnundu. Büsbütün kendi âleminde yaşayan Hamdi amca bile, bu aile içtimainden hoşlanmıştı. Geldiğinden beri viski çekiyordu.
Babası, bugün kendi eliyle Necati’ye bira ikram etti. Onu, birkaç defa, burnunun ucunu görmeyecek kadar sarhoş görmüştü. Fakat bugün ilk defa kendi eliyle ona içki vermiş olmak salahiyetini kullanmak keyfine gidiyordu.
“İç, koca oğlan iç bakalım, dedi. Bir bardak biradan bir şey çıkmaz.”
Bugün için baba eliyle başlayan siftah o kadar uğurlu gelmişti ki; daha öğle olmadan Necati bir Taşdelen damacanası gibi çalkanıyordu.
Aysellerin gelişi Hamdi amca ile Necati’nin büfe seferlerine biraz fasıla verdi.
Calibe Hanım uzaktan oğluna işaret ediyor, misafirlere ikram etmesini, öyle manken gibi durmamasını anlatmak istiyordu. Necati biraz canlandı, dayısı rakı getirdi. Aysel’i büfeye çağırdı:
“Haydi bakalım hanımabla, bira mı, viski mi, rakı mı, şarap mı, vermut mu ne istersin? Bugün ev gardenbar oldu. İstersen sana bir de kokteyl yapayım. Hem öyle iyisini bilirim ki; Amerikalılar kırk çeşidini yaparlarmış, ben kırk bir türlüsünü bilirim. Cin de var. Buz da var.”
Aysel, onun meyhane miçosu gibi içkileri tarif edişine gülüyordu. Bu saf ve hilesiz çocuğun hâlleri onun hoşuna gidiyordu:
“Pekâlâ, dedi. Son kırk birinci türlüden bir kokteyl yap da ben de biraz piyano çalayım.”
Zaten ötekiler ısrar ediyorlardı. Genç kız zarif bir süratle piyanonun önüne oturdu. Hamdi amca:
“Aman kızım, alaturka olsun.” diye yalvardı. “Bizim apartmanda altlı üstlü alafranga çalıyorlar. Bıktım, usandım. Hem de şöyle eskilerinden bir şey çal kuzum.”
Kemal Bey, yuvarladığı rakının üstüne bir dilim armut yamayarak latife etti.
“İhtiyarlık bu, insan yaşlandıkça böyle, gençliğine ait havaları dinlemek ister.”
Amca öksürdü:
“Gönül taze olduktan sonra yaşın ne kıymeti olur. Elli üç yaşındayım ama etrafı hâlâ gül pembe görürüm. Sonra… Haydi ne ise, çoluk çocuk yanında söyletmeyin beni. Oğlum Necati, şuradan bana bir viski daha uçur bakalım.”
Aysel, piyanoda amca beyin meşrebine göre eski bir şarkıya başlamıştı.
Artık aile yuvasının neşesi kemaline gelmişti. Hepsi gülüyor, konuşuyor, şakalaşıyordu. Nedim Bey, Necati Bey’e:
“Seni yanıma alayım, kâğıt, kalem inhisarının istikbali çok parlak, para kazanırsın.” diyordu. Hamdi amca:
“Ne münasebet!” dedi. “Necati, olsa olsa ispirto inhisarına memur olur.”
Babası hafif tertip keyiflenmişti. İlave etti:
“Fena olmaz. Talihi varsa, şarap tetkikatı için Avrupa’ya da gönderirler. Gençliğimizde böyle memuriyetler yoktu. işi ticarete döktük. Şimdi Allah için memurlara o kadar iyi bakıyorlar ki; Avrupa’ya seyahat bile var.”
Hamdi amca, rahatı yerinde, kimseye minneti olmayan insanlara mahsus bir laubalilikle sesini yükseltti:
“Yok efendim yok. Memuriyette ne olsa insan kabiliyetini gösteremez. Ben öyle büyük memurlar tanırım ki; eğer vaktiyle serbest işe girmiş olsalardı, dehşetli zengin olurlardı. Memuriyet bana kalsa otomobile binip de yavaş gitmek gibidir. Yavaş gidecek olduktan sonra beygir arabası neyine yetmez. Hayat bir yarıştır. Yarış heyecanlıdır. Bu zevki, bu heyecanı duymadıktan sonra yürümek, yerinde saymaktan farkı olmaz ki!”
Yaşı elli beşi bulan Hamdi amcanın bu fikirlerine hepsi gülüştüler. Kemal Bey:
“Hâlâ mı amca bey hâlâ mı?” dedi. “Bu yaşa kadar hep koştun, hâlâ yorulmadın mı?”
O, viskinin kalanını boşaltarak cevap verdi:
“Ne demek efendim, yorulmak demek; bitmek, yok olmak demektir. Dünya, Galata Tüneli gibidir. Bir deliğinden girip ötekinden çıkıncıya kadar bütün ömrümüz geçer. Bu kısa yolda ne kadar gülersek o kadar yaşarız. Ağladığımız, sıkıldığımız günleri hayattan çıkarırsak geriye ne kalır ki?
Bu mütalaya Aysel de iştirak