Aşk Politikası. Burhan Cahit Morkaya
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Aşk Politikası - Burhan Cahit Morkaya страница 5
“Dedenin biri, şark vilayetlerinde seyahat ediyormuş. Yolu bir kızılbaş köyüne rastlamış. Akşam üzeri köye yaklaşırken mezarlığın yanından geçmiş. Sofuluğu tutmuş, şunlara bir fatiha okuyayım, demiş. Dede fatihasını okurken gözü mezar taşlarına ilişmiş, garip garip yazılar… Okumuş, birinde ‘Üç gün yaşayıp vefat eden Ahmet Ağa’, birinde ‘Yedi gün yaşayıp ölen Hüseyin Efendi’, birinde ‘On gün yaşayıp vefat eden İmam Riza Efendi! yazılı.”
Bu tarihlerden bir şey anlamayan dede merak etmiş. Köye girince doğru kahveye varmış. Ağalar, dedeyi ağırlamışlar, yedirip içirmişler, çubuklarını tellendirirken sormuşlar:
“Dedem nereden gelip nereye gidiyorsun?
“Garp’tan geldim, Şark’a gidiyorum.” demiş. “Erenlerin sağı solu olmaz. Nerede akşam, orada sabah.”
Ve köylünün daha başka şey sormasına meydan vermeden hemen ilave etmiş:
“Kuzum ağalar, köyünüze gelirken yolum mezarlıktan geçti, rahmetlilere bir fatiha okuyayım dedim. Bir de baktım, mezar taşlarında, üç gün yaşayıp ölen filan ağa diye yazılar var. Bundan bir şey anlamadım.”
Köylüler susmuşlar. Aksakallı zeki bir ihtiyar cevap vermiş:
“Sana malum olması lazımdı, dedem. Biz fena günlerimizi yaşamaktan saymayız. O gördüğün mezar sahiplerinin her biri altmış, yetmiş sene yaşamışlardır. Fakat bütün ömürlerinde ancak beş günü, on günü ağız tadıyla kasavetsiz geçirmişlerdir. Onun için taşlarına öyle yazılıdır. Mesela ben seksen yaşındayım, ömrümde on iki gün mesut yaşadım, ölürsem böyle yazılacak.”
Bu cevabı alan dede tekke köşelerinde, köy kahvelerinde sürünerek geçen ömrünü düşünerek teessürle cevap vermiş:
“Erenler!” demiş. “Benim adım Ali, babamın adı Veli. Bu gece köyünüze misafirim. Fakat bir emri hak vaki olursa ‘Hiç yaşamadan vefat etti.’ diye yazın e mi?”
Amca beyin hikâyesi, o kadar hoşa gitti ki hep birden kadehlerine sarıldılar:
“Ah ne doğru ne doğru, aman içelim, içelim, gülelim.”
Ve zaten çok samimi bir yol alan aile eğlentisi, bütün neşe ve harareti ile devam etti.
Calibe Hanım, oğlu ile Aysel arasında bir gönül davası açmak ve iki gencin birbirine uygun bir çift olduklarını, bütün aile erkânına ispat etmek fikriyle tertip ettiği bu içtimai, çok keyifli ve şenlikli oldu, fakat ne Aysel de, ne de Necati de birbirini anlamak için kalbi bir temayül alameti görülmedi. Necati içtiği biraların tesiri ile biraz daha açılmış, babasının yanında bar hayatından bahsediyor, Aysel ikide bir piyanoya oturup patırtılı dans havaları çalıyordu.
Bu ziyefette en neşeli görünen yine amca beydi. Onun en muhtaç olduğu, bazen kalbinin en hassas noktalarında yoksuzluğunu duyduğu aile hayatı, bugün onu içine almıştı. Kendi apartmanında her gün hizmetçi elinde hazırlanmış yemeği, yalnız başına yerken, bazen sıkıldığını anlıyor, yaşlandıkça yalnızlığın acılarını tadıyordu.
Bugün ailenin belli başlı azasını bir arada görünce, hayatında bu yeni hissettiği boşluğun dolduğunu anlıyor, bu neşe ile söylüyor, içiyor, gülüyordu.
Yemek yerlerken bütün bu toplanışın gayesini düşünen Calibe Hanım, genç kızın yanına oturttuğu oğluna çıkıştı:
“Aysel’in tabağını değiştirsene çocuk. Kadın yanında oturan erkekler, onların hizmetlerini görürler, öyle heykel gibi ne duruyorsun!”
Onun bu telaşına amca bey cevap verdi:
“Hakkın var kızım. Onları gören âdeta kırk yıllık karı koca zannedecek! Baksana; birbirlerine yabancı gibi.”
Amca bey pot kırmış gibi işi latifeye boğmak için çalışırken Calibe Hanım kaşlarını çattı:
“Niçin amca, karı koca olanlar birbirlerine yabancı mı olurlar? Ne tuhafsınız amca bey.” Ve bu fırsatı kaçırmamak için hemen ilave etti:
“Necati nasıl oğlumsa, Aysel de kızım sayılır. Onların şimdi, gülüp eğlenecek zamanları. Öyle değil mi ağabey?”
Nedim Bey, lakırdının aldığı bu cereyanı pek kavrayamamış gibi başını salladı:
“Öyle ya!” dedi. “Gençlik bulunur şey mi?”
Kemal Bey:
“Hele şimdiki gençlik!” diye ilave etti. “Akılları başlarından bir karış yukarı.”
Calibe Hanım itiraz etti:
“Bizimkiler öyle değil. Maşallah, ikisi de akılları başlarında gençler. Birbirlerine o kadar uygunlar ki!”
Amca bey, muhaverenin şeklinden Calibe Hanım’ın maksadına intikal etmişti. Deminki kırdığı potu tamir etmek için lakırdıya karıştı:
“Uygun da söz mü? Aysel de, Necati de tam birbirlerinin dengi.”
Calibe Hanım:
“Oh, söyle, söyle!” der gibi gözleriyle amca beyi teşvik ediyordu. Ömrünün sonbaharına kadar bekâr kalmış bir adamdan, böyle taze bir izdivaç için yardım beklemek tehlikeli bir şeydi. Nitekim Calibe Hanım’ın umduğu teşvik ve yardımı, amca bey, kendi felsefelerine göre bir tekerleme ile berbat etti:
“Zaten dünyada kadın erkek bir akılda, bir seviyede, bir yaşta oldular mı, mesele kalmamıştır.”
Calibe Hanım sevinçle tasdik etti:
“Öyle ya, öyle ya!”
Fakat amca bey, maksadını bir cümle ilavesiyle şöyle izah etti:
“Böyle insanlar, evlendiklerinin haftasında iki eski dost hâline geçerler.”
Bu hükümden bir şey anlamayan Calibe Hanım merakla dinliyordu. Amca bey eski şen, pervasız vaziyetini takınmış, gülerek devam etti :
“Birbirlerinin tam dengi oldukları için söyleyecek sözleri, tattıracak zevkleri kalmamıştır da ondan!”
Bu son cümle bütün planı altüst etti. Calibe Hanım o kadar kızdı ki; sert bir cevapla aile içtimaini perişan etmemek için dudaklarını sıktı. Yalnız Kemal Bey, temkinli bir ev sahibi gibi, iki kelime ile vaziyeti kurtarmaya çalıştı:
“Bu bir telakki meselesi… Siz Nedim Beyefendi, bir elma daha almaz mısınız?”
Bu, bahsin kapandığına işaretti. Sofraya nagihani çöken soğukluk, bilhassa Aysel ile Necati’yi, âdeta birbirine dargın iki mektep çocuğu hâline getirmişti.
Yemekten sonra sohbet zemini, hep havai dedikodulara bağlı kaldı. Davetliler hep beraber gittiler. Calibe Hanım, bugün, amca beyin