Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4. Артур Конан Дойл
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Sherlock Holmes’un Anıları Bütün Maceraları 4 - Артур Конан Дойл страница 8
İkilinin izi aniden dönerek King’s Pyland’e doğru yönelmişti. Holmes keyifle ıslık çaldı ve izleri takip ederek yolumuza devam ettik. Gözlerini izlerden ayırmıyordu ama ben tesadüfen biraz ilerisine göz attığımda aynı izlerin karşı yönden geri geldiğini görünce şaşkınlığımı gizleyemedim.
“Bir puan kazandın, Watson!” dedi Holmes dikkatini çektiğimde. “Bizi uzun bir yürüyüşten kurtardın. İzler bizi tekrar buraya getirecekti. Dönüş izlerini takip edelim.”
Çok uzağa gitmemiz gerekmedi. İzler, Mapleton ahırlarının kapısındaki kaldırımda son buldu. Yaklaşınca bir seyis koşarak yanımıza geldi.
“Burada başıboş dolaşanları istemiyoruz!” dedi.
“Sadece bir soru sormayı ümit ediyordum.” dedi Holmes işaret parmağı ile başparmağını yeleğinin cebine koyarak. “Yarın sabah saat beş, Bay Silas Brown’ı görmek için fazla erken bir saat mi olurdu?”
“Siz çok yaşayın efendim ama o saatte ayakta olacak biri varsa o da patronum olurdu. ama bakın efendim, sorunuza cevap vermek için kendisi geliyor zaten. Hayır efendim, hayır, sizin paranıza dokunduğumu görürse gözünden düşerim. ama isterseniz sonra alabilirim.”
Sherlock Holmes cebinden çıkardığı yarım kronu tekrar yerine koyarken kızgın bakışlı, yaşlıca ve elindeki avcı kırbacını sallayarak gelen bir adam yaklaştı.
“Neler oluyor, Dawson?” dedi. “Dedikodu yok! İşine bak sen! Ve siz, ne istiyorsunuz?”
“Sizinle on dakika konuşmak istiyorum, sevgili bayım.” dedi Holmes en tatlı hâliyle.
“Önüme gelen her serseriyle konuşacak vaktim yok! Burada yabancı istemiyoruz. Şimdi gidin, yoksa köpeği peşinize salacağım!”
Holmes biraz eğilerek kulağına bir şeyler fısıldadı. Adam, şiddetle irkildi ve şakaklarına kadar kıpkırmızı kesildi.
“Yalan!” diye bağırdı. “İğrenç bir yalan!”
“Pekâlâ. Bu konuyu herkesin içinde mi tartışalım, yoksa içeride mi konuşalım?”
“Ah, gelmek isterseniz oraya geçelim.”
Holmes gülümsedi. “Seni birkaç dakikadan fazla bekletmeyeceğim, Watson.” dedi. “Şimdi, Bay Brown, emrinizdeyim.”
Yirmi dakika sonra Brown, kıpkırmızı olan yüzü iyice solmuş bir hâlde Holmes ile birlikte tekrar göründü. Bu kadar kısa sürede Silas Brown’da hasıl olan değişikliği hiç kimsede görmemiştim. Yüzü kül rengine dönüşmüş, alnı boncuk boncuk ter ile parlamış ve avcı kırbacı esen rüzgârda sallanan bir dal misali titremeye başlamıştı. Zorba, buyurgan tavrı gitmiş, onun yerine sahibiyle gezinen bir köpek gibi arkadaşımın yanında sinmişti.
“Talimatlarınız yerine gelecektir. Hepsini yapacağım.” dedi.
“Hata olmamalı.” dedi Holmes ona dönüp bakarak. Diğeri, gözlerindeki tehdidi görünce irkildi.
“Ah, hayır, asla hata olmayacak! Orada olacak. Değişikliği önceden mi yapayım?”
Holmes biraz düşündükten sonra kahkahalarla gülmeye başladı. “Hayır, gerek yok.” dedi. “Yapılacakları yazacağım. Kurnazlık yok, yoksa…”
“Ah, bana güvenebilirsiniz, bana güvenebilirsiniz!”
“Evet, sanıyorum öyle. Her neyse ben yarın haber veririm.” Holmes kendisine uzatılmış titreyen ele ilgisiz kalarak topukları üzerinde aniden döndü ve King’s Pyland’e olan yolculuğumuza devam ettik.
“Bay Silas Brown kadar zorba, korkak ve sinsi bir karaktere çok nadir rastlamışlığım vardır.” dedi Holmes ikimiz yorgun argın yürürken.
“O zaman at onda değil mi?”
“Tehditler savurarak kendini haklı çıkarmaya çalıştı ama o sabah yaptığı her şeyi bir bir anlatınca onu izlediğim kanaatine vardı. Mutlaka onunkiyle eşleşen ayak izlerindeki karemsi burun izi dikkatini çekmiştir. Başkasının emrinde çalışan birinin cesaret edemeyeceği bir şey yapmıştı. Sonra, onun anlayacağı dilde ilk gidenin o olduğunu, fundalıkta başıboş gezen bir atı fark ettiğini, onu yakalamak için peşinden gittiğini ve adını aldığı beyaz alnından onu tanıdığında nasıl şaşırdığını anlattım. Parasını yatırdığı atı ancak Gümüş Şimşek’in yeneceğini bildiğinden şeytana uyduğunu söyledim. Atı ilk olarak King’s Pyland’e geri götürmeyi düşündüğünü ama sonra yarış bitene kadar saklamaya karar vererek Mapleton’da gizlemeyi düşündüğünü tek tek açıkladım. Her ayrıntıyı anlattığımda oyunundan vazgeçip kendi postunu kurtarmaya karar verdi.”
“Ama ahırları aranmıştı.”
“Ah, onun gibi bir dolandırıcının mutlaka başvuracağı bir hilesi vardır.”
“Atı, zarar vermek için her türlü nedeni olan bu adamın elinde bırakmaktan korkmuyor musun?”
“Sevgili arkadaşım, artık ona gözü gibi bakacaktır. Merhamet dilenmek için tek ümidinin onu korumak olduğunu gayet iyi biliyor.”
“Albay Ross hiçbir şekilde merhametli davranacağı izlenimini uyandırmadı bende doğrusu.”
“İş Albay Ross’ta bitmiyor. Kendi metotlarım var ve ona olayların istediğim kadarını anlatırım. Gayriresmî olmanın avantajlarından biridir bu. Fark ettin mi bilmem Watson ama albayın tavırları bana biraz kibirli geldi. Onunla biraz alay ederek eğlenme niyetindeyim. Ona at konusunda bir şey anlatmanı istemiyorum.”
“İznin olmadan asla konuşmayacağımı bilirsin.”
“Tabii. Bütün bu olanlar John Straker’ı kimin öldürdüğü konusunun yanında çok önemsiz ayrıntılar.”
“Şimdi bu konuyla mı ilgileneceksin?”
“Aksine, gece treniyle Londra’ya geri döneceğiz.”
Arkadaşımın sözleri karşısında yıldırım çarpmışa döndüm. Sadece birkaç saattir Devonshire’daydık ve çok başarılı giden bir soruşturmayı yarıda bırakmasını aklım almıyordu. Seyisin evine dönene kadar ağzını bir daha bıçak açmadı. Albay ile müfettiş bizi oturma odasında bekliyorlardı.
“Biz gece ekspresi ile geri dönüyoruz.” dedi Holmes. “Sizin muhteşem Dartmoor havanızı soluduğumuz için şanslı sayılırız.”
Müfettişin gözleri fal taşı gibi açılırken albay, dudaklarını küçümseyen bir şekilde büktü.
“Zavallı Straker’ın katilini bulma konusunda umudunuzu kestiniz demek.” dedi.
Holmes omuzlarını silkti. “Çok ciddi zorluklar var önümüzde.”
dedi. “Atınız geri dönecek ve salı günkü yarışa katılacak; bu nedenle jokeyinizi