Taraskonlu Tartaren. Альфонс Доде
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Taraskonlu Tartaren - Альфонс Доде страница 3
Oh! Yazın ağır günlerinde öğlenden sonra, yalnız başına kılıçlarının arasında okumaya koyulduğu zaman Tartaren kaç kere söylenerek kalkmış, kitabını bir tarafa fırlatmış, bir silahı duvardan indirmek için oraya doğru koşmuştu. Zavallı adam! Taraskon’da kendi evinde olduğunu unutuyordu. Başında bir sargı ve donu ile okuduklarını mevki-i fiile koyuyor ve kendi sesiyle kendini teheyyiç ederek18 elinde bir kama ve bir balta olduğu hâlde serserice dolaşıyordu:
“Onlar şimdi gelsinler!”
Onlar mı?.. Onlar kim?..
Onları Tartaren’in kendisi de iyi bilmiyordu. Onlar bütün tecavüz eden, muharebe eden, ısıran, pençeleyen, kesen, hırlayan, bağıran mahluklardı. Onlar… Bedbaht beyazların bağlanmış oldukları harp direği etrafında dans eden Siyu Hintlileri idi.
Onlar… Roşöz Dağları’nda sallanan ve kanlı bir dil ile kendini yalayan boz ayıları; sahra-i kebirdeki Tuareg vahşileri; Malezya korsanları; Abruzzi haydutları… Hulasa onlar… Onlardı!.. Yani: harp, seyahat, sergüzeşt ve şan ve şeref…
Lakin heyhat! Cesur Taraskonlu onları ne kadar çağırsa, onlara ne kadar meydan okusa, onlar hiç gelmiyorlardı. Lakin ne ehemmiyeti var… Onlar Taraskon’a gelip de ne yapacaklardı.
Bununla beraber Tartaren daima onları bekliyordu. Hususiyle akşam kulübe giderken…
V
Tartaren Kulübe Giderken
Din düşmanları tarafından muhasara edilmiş bir kaleden huruç hareketi yapan Tapınak Şövalyeleri… Çin kaplanının hücum için hazırlanması… Comanche muhariplerinin muharebe sahasına girmesi… Bütün bunlar… Tepeden tırnağa kadar silahlanarak akşamın saat dokuzunda askerler kışlaya girdikten bir saat sonra kulübe giden Taraskonlu Tartaren’in yanında hiçti.
Gemicilerin dediği gibi: Harbe hazırlık.
Tartaren sol eline demir dikenli bir ellik, sağ eline şişli bir baston; sol cebine bir topuz; sağ cebine bir revolver; ensesinin üstüne gömlekle fanila arasına Malezya hançeri koyardı. Hiçbir vakitte zehirli oklar taşımazdı. Çünkü bunlar çok namert silahlar…
Kabinesinin karanlığı ve sükûtu içinde dışarı çıkmazdan evvel bir müddet talim yapardı. Kılıçla keser, duvara nişan alır, adalelerini hareket ettirirdi. Sonra maymuncuğu alır, acele etmeden vakar ile bahçeden geçer (İngilizler gibi, efendiler, İngilizler gibi! Bu hakiki bir cesarettir.) bahçenin nihayetinde ağır demir kapıyı açar. Lakin birdenbire ve şiddetle açar, o suretle ki kapı duvara çarpardı. Onlar kapının arkasında olsaydılar yamyassı olurlardı. Fakat maatteessüf onlar kapının arkasında değiller.
Kapı açılınca Tartaren dışarı çıkar, süratle bir sağa, bir sola göz atar, kapıyı kapayarak iyice kilitler, yola düzülürdü.
Avinyon yolu üzerinde bir kedi bile yok. Kapılar kapalı, pencerelerde aydınlık sönmüş. Her şey kapkaranlık. Yalnız uzaktan bir fener Rhone Nehri’nin sisleri içinde ışıldıyordu.
Azametli ve sakin Taraskonlu Tartaren bu suretle gece yoluna devam ederdi. Mevzun19 bir surette ökçelerini, bastonunun ucundaki demiri tıkırdatır, kaldırımlardan kıvılcımlar çıkarırdı. Bulvarlarda, caddelerde, dar sokaklarda, yolun ortasından yürümeye dikkat ederdi. Gayet iyi bir ihtiyat tedbiri. Bu tedbir tehlikenin geldiği tarafı ve bilhassa Taraskon sokaklarında geceleyin pencerelerden düşen tehlikeyi görmeye müsaitti… Ondaki bu kadar ihtiyatı görünce Tartaren’in korktuğunu zannetmeyiniz… Hayır! Yalnız kendini muhafaza ediyordu.
Tartaren’in korkmadığına en iyi delil nehir yolu ile kulübe gidecek yerde şehir yolu ile gitmesidir. Yani daha uzun, daha karanlık bir alay adi küçük sokaklardan gider, bu sokakların nihayetinde Rhone Nehri meşum bir surette parıldardı. Zavallı adam daima ümit ediyordu ki, bu batakhane yollarının bir dönemeç yerinde onlar karanlıktan çıkıp üzerine atılacaklar ve sırtına yüklenecekler. Onlar bunu yapsalardı, adamakıllı mukabele görürlerdi. Lakin heyhat! Kaderin bir istihzası eseri olarak hiçbir zaman, ama hiç mi hiç bir zaman Taraskonlu Tartaren fena bir şeye tesadüf etmek talihine mazhar olmadı. Hatta bir köpeğe, bir sarhoşa bile tesadüf etmedi. Hiçbir şeye!
Bununla beraber bazı kere yanlış bir tehlike işareti, bir ayak sesi, boğuk sesler duyulur, Tartaren kendi kendine “Dikkat!” der; karanlıkları araştırarak yerinde dimdik durakalır. Rüzgârdan nem kapmaya çalışır, Hintliler gibi yaklaşan ayak seslerini duymak için kulağıyla yeri dinler. Ayak sesleri yaklaşır; sesler vuzuh peyda eder. Hiç şüphe yok, geliyorlar. Onlar buradadırlar. Tartaren’in gözleri ateş püskürür. Göğsü sık sık kabarır. Bir kaplan gibi kendi kendine toplanır ve muharebe naraları atarak saldırmaya hazırlanır. Birdenbire karanlıkların içinden Taraskonluların tatlı sesleri onu sükûnetle çağırırlar:
“Vay! Tartaren!.. Eh, Allah’a ısmarladık, Tartaren!..”
Lanet olsun! Bu gelenler Eczacı Bézuquet ile ailesidir. Costecalde’ların evinde romanslarını söylemekten geliyorlar. Tartaren “Bonsuar! Bonsuar!” diye homurdanır. Aldandığına hiddetlenir. Kızgın ve bastonu havada gecenin karanlıklarına dalar.
Kulübün sokağına varınca cesur Taraskonlu enine boyuna kapının önünde dolaşarak onları biraz daha bekler. Nihayet onları beklemekten yorulur ve onların gelmeyeceğinden emin olarak karanlığa meydan okurcasına bir nazar fırlatır ve hiddetle “Hiçbir şey yok, hiçbir şey olmayacak!” diye mırıldanır ve bunun üzerine kahraman adam kumandanla bezik oynamak için içeri girer.
VI
İki Tartaren
Bu sergüzeşt hırsı, bu kuvvetli heyecan ihtiyacı bu seyahat, bu sefer çılgınlığıyla nasıl oluyordu da Tartaren, Taraskon’u hiç terk etmemiş bulunuyordu. Çünkü bu bir vakıa idi, kırk beş yaşına varıncaya kadar cesur Taraskonlu bir kere olsun şehrinin haricinde yatmamıştı. Hatta Marsilya’ya kadar o maruf seyahati bile yapmamıştı. O seyahat ki her iyi Provance’lı rüşte vasıl olduğu zaman bunu yapar. Hiç olmazsa Beaucaire kasabasına kadar giderdi. Hâlbuki Beaucaire Taraskon’dan çok uzak değildir. Arada geçecek bir köprüden başka bir şey yoktur. Maalesef bu şeytan köprüyü o kadar sık rüzgâr götürür, o kadar uzun, o kadar narindi ve Rhone Nehri burada o kadar geniştir ki vallahi, anlarsınız ya Taraskonlu Tartaren sağlam toprağı tercih ederdi.
Size şunu da itiraf etmek lazımdır ki, kahramanımızda birbirinden farklı iki tabiat vardı. Bilmem hangi âlim,
16
İhata etmek: Kuşatmak. (e.n.)
17
Layemut: Ölümsüz, ölmez. (e.n.)
18
Teheyyiç etmek: Coşturmak, heyecanlandırmak. (e.n.)
19
Mevzun: Biçimli, düzgün, oranlı, uyumlu. (e.n.)