Küçük Beyaz Kuş. Джеймс Мэтью Барри
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Küçük Beyaz Kuş - Джеймс Мэтью Барри страница 4
“O mektubu düşürmemiş olsaydım, David A. adında bir çocuğun bu dünyaya gelmeyeceğini sanırım anlamadın, evladım.” dedim sertçe. Fakat dehşete düşeceği yerde ışıl ışıl bakarak, “O zaman hâlâ Kensington Bahçeleri’nde uçan bir kuş mu olurdum demek istiyorsun?” diye sordu.
David Londra’nın bu tarafındaki tüm çocukların bir zamanlar Kensington Bahçeleri’nde uçan kuşlar olduğunu zannediyor. Ona göre çocuk odalarının pencerelerinde parmaklık ve şöminelerin önünde uzun bir siper olmasının sebebi, çoğu insanın, artık onların kanatlarının olmadığından ve pencereden ya da bacadan uçamayacaklarından bihaber olması.
Kanatları olan çocukları yakalamak zordur. David çoğu insanın bunu yapamadığını zannediyordu. Yaz günlerinde benimle Kensington Bahçeleri’nin bir köşesine gidip kek kırıntılarıyla onları yakalamaya çalışan zavallıları izlemekten keyif alırdı.
Hangi hayatın daha iyi olduğu konusunda pek bir fikirleri olmasa dahi, kuşlar yakalandıklarında başlarına ne geleceğini gayet iyi bilirler. Bu yüzden boş bebek arabanızı ağaçların altına bırakıp da biraz uzaktan izlerseniz kuşların gelip heyecanla cikcikleyerek battaniyeden yastığa nasıl sektiklerini görürsünüz; çünkü bebekliğin onlara yakışıp yakışmayacağını anlamaya çalışıyorlardır.
Kensington’un en güzel manzarası, bebekler bakıcılarının kucağından kurtulup da yanlarında yetişkin olmadan kuşları besledikleri zamanki manzaradır. Aralarında gülüşüp konuşurlar; birbirleri hakkında bilgi alıp eski arkadaşlarından haber sorarlar sanki ama tam olarak ne dediklerini kestiremiyorum; yaklaşınca uçuveriyorlar hepsi de.
David’i ilk kez Bebek Yolu’nun arkasındaki çimenlikte görmüştüm. O sıcak yaz günü, içinden ışıltılı su damlacıkları sızdıran bir hortumun üzerine ilişmiş bir ardıç kuşuydu. David, suyun içinde ayaklarını çırpıyordu. Bu hikâyeyi çok severdi David, ama tamamen unutmuşum neredeyse. Yavaş yavaş hatırıma düşüyor olaylar. En sonunda Round Pound civarında ayağı ip ve dallardan oluşan bir düzeneğe takılmış ve yakalanmıştı. Hiç bıkmıyor bu hikâyeden. Fakat fark ediyorum ki artık ben değil, o anlatıyor ve ipe takılma kısmına geldiğinde sanki hâlâ canı acıyormuş gibi küçük bacağını ovalıyor.
David tekrar bir ardıç kuşu olabilme ihtimalini fark ettiğinde çabucak bana seslendi: “Düşürme o mektubu!” ve sanki gözlerinin içerisinde saklı küçücük ağaç dallarını görebiliyordum.
“Anneni düşün.” dedim sert bir şekilde.
“Ben sık sık uçarak gider onu görürdüm.” dedi. “İlk yapacağım şey ona sarılmak olurdu. Ya da yok, önce su sürahisinin üstüne konar biraz su içerdim.”
“Ona söyle, baba.” dedi korkunç bir acımasızlıkla, “Sürahinin suyu dolu olsun, çünkü içmek için çok fazla eğilmek zorunda kalırsam düşüp boğulurum.”
“Nasıl mektubu düşürmeyeyim, David? Zavallı annen oğlu olmadan ne yapardı?”
Bu onu biraz etkiledi ama hemen toparladı kendisini. Dedi ki annesi uyurken onun süslü geceliğinin üstüne konar gagasıyla onu öpermiş.
“Sonra annen uyanır ve oğlunun yerinde sadece bir kuş olduğunu görürdü.”
Mary’nin yaşayacağı bu keder ona yetmişti. İçini çekerek, “Peki mektubu düşürebilirsin.” dedi.
İşte sonra, daha önce de bahsetmiş olduğum gibi mektubu düşürdüm ve her şey böyle başladı.
III
Küçük Mürebbiyenin Evi
Mektubu düşürdükten bir ya da iki hafta sonra arabayla giderken şehrin uğultusunun içerisinden o lanet olası “Ha ha!” sesini duydum. İkisini yeniden o zaman gördüm. Taksitle piyano satan bir mağazadan çıkıyorlardı. Onlarla ilgili ilk izlenimim taksitle piyano alabilmelerinin yarattığı, kızın yüzündeki sevinç ifadesi ve delikanlının mağrur bir şekilde başını dik tutuşuydu.
Belli ki hemen evleneceklerdi. Aslında her şey çok bayağı geliyordu ama hoşgörülü tavrımı sürdürdüm. Zira mutsuz zamanlarda normalde olmadığı kadar narin bir havaya bürünmeyi çok iyi becerdiği için, bu kadının mutsuzluğu beni rahatsız ediyordu.
Bir sonraki görüşümde, Londra’nın en hareketli yerlerinden biri olan bir ucuzluk mağazasının camından açgözlü bir şekilde içeriye bakıyorlardı. Delikanlı hesap kitap yaparken, Mary bir parça kâğıda hararetli bir şekilde notlar alıyordu ve en sonunda hiçbir şey alamadan hüzünlü bir şekilde dışarı çıktılar. Oldukça neşeliydim. “Hadi evlen bakalım küçük hanım.” dedim kendi kendime. “Mutfak kepçesi alamadığı için evlenememenin yarattığı ümitsiz bakışlar; kaçınılmaz olarak tekrar mürebbiye ajansına dönüş…”
Fakat hanımefendiyi pek iyi tanıyamamışım.
Birkaç gün sonra kendimi onun arkasından yürürken buldum. Eteklerinde ne olduğunu bilmediğim, onu tanımamı sağlayan sanatsal bir şeyler vardı. Kese kâğıdına sarılı kuş kafesi gibi kocaman bir parça eşya taşıyordu. Onunla birlikte bir biblo dükkânına girdi ve onsuz olarak geri çıktı. Sonra da koşar adım ucuzluk mağazasına doğru yürüdü. Her türlü gizem bende nefret uyandırmıştır. O nedenle bir şeyler bakacakmış gibi yaparak biblo dükkânına girdim ve paketi yarı yırtılmış hâlde tezgâhın üzerinde duran, Mary’nin istediği eşyaları alabilmek için sattığı şeyi gördüm. Bilin bakalım neydi? İki katlı, alt katında çay saatinde oturan oyuncak bebekler, üst katında uyuyan bebekler, başka bir bölmesinde biri diğerine banyo yaptıran iki oyuncak bebeğin bulunduğu muhteşem bir oyuncak bebek evi. Bazı yerlerinin boyası atmış olsa da genel olarak çok iyi muhafaza edildiği anlaşılıyordu. Mary’nin çocukluk neşesi olduğu belliydi ama şimdi evlenebilmek için Mary tarafından satılıyordu.
“Yakın zamanda elimize geçti.” dedi görevli oyuncağa baktığımı görünce. “Artık ona ihtiyacı kalmadığını söyleyen bir hanımefendi tarafından.”
Sanırım Mary’ye hiç bu kadar kızmamıştım. Oyuncak evi satın aldım ve kendilerine bunu satan hanımefendinin adresini bildikleri için mağazada yazdığım şu kısa mektupla birlikte bu oyuncak evi kendisinin adresine postalamalarını istedim:
Küçük hanım, gülünç olmayın. Elbette ki buna ileride de ihtiyacınız olacak. Ben; mektubu düşüren adam.
Sonradan keşke bunu bir düğün hediyesi olarak gönderseydim diye hayıflandım ama artık çok geçti. Onu bir sonraki görüşümde ise birkaç aylık evliydiler. Bir kasım ayında akşam saat dokuzdu ve yirmi yıldır sosyetik mi yoksa alenen salaş bir yer mi olacağına karar verememiş mağazalarla dolu bir sokaktaydık. Bir tarafında hunharca katledilen moda, diğer tarafında