Vampir Öyküleri. Артур Конан Дойл
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Vampir Öyküleri - Артур Конан Дойл страница 15
Onun dönüşünü beklemeye kararlıydım, bu yüzden ateşe birkaç odun daha atarak raftan bir roman aldım. Ancak düşüncelerim kitaptan daha ilginçti, bu yüzden kitabı bir kenara bıraktım. Tanımlanamaz bir korku ve huzursuzlukla beklemeye başladım. Saat gece yarısını gösterdi, sonra da buçuğu, ancak arkadaşımdan hâlâ bir işaret yoktu. Önce kapının dışında ayak sesleri, sonra da kapıda bir tıkırtı duyduğumda saat gece biri gösteriyordu. Arkadaşım anahtarını her zaman yanında taşıdığı için şaşırdım, yine de aşağı koşarak kapıyı açtım. Kapıyı açar açmaz en kötü korkularımın gerçekleştiğini anladım. Barrington Cowles dışarıdaki parmaklıklara dayanmıştı, başı göğsüne düşmüş olan arkadaşımın duruşu büyük umutsuzluğa işaret ediyordu. Kapıdan içeri girerken sendeledi ve ben kolumu uzatıp onu yakalamasam yere düşecekti. Bir kolumla ona destek olurken, diğer elimde lambayla onu yukarı, oturma odamıza çıkardım. Tek kelime etmeden sofaya çöktü. Böylece ona düzgün bir şekilde bakabildim; gördüğüm değişim beni dehşete düşürdü. Yüzü ölü gibi bembeyaz ve dudakları da kansız ve kuruydu. Alnı ve yanakları nemli, gözleri cam gibi donuk ve yüzündeki ifade allak bullaktı. Korkunç ıstıraplar çekmiş, sonunda da sinirleri tamamen yıpranmış bir adam gibi görünüyordu.
“Sorun nedir, sevgili dostum?” diye sordum sessizliği bozarak. “Yanlış giden bir şey değildir umarım? Sen iyi misin?”
“Brendi,” diye soludu. “Bana biraz brendi ver.”
Bardağını doldurmak için ona uzandığımda titreyen eliyle sürahiyi benden kaptı ve kendine neredeyse koca bir bardak doldurdu. Genellikle az içen biri olmasına rağmen, hiç su eklemeden tek yudumda bardağındakini bitirdi.
Bu, ona iyi gelmiş gibi görünüyordu çünkü yanakları tekrar renklenmeye başlamıştı. Yavaşça arkasına yaslandı.
“Nişan iptal edildi, Bob,” dedi sakin kalmaya çalışarak, ancak sesindeki titremeyi gizleyememişti. “Hepsi bitti.”
“Hadi neşelen biraz!” dedim onu cesaretlendirmek için. “Bu kadar karamsar olma. Nasıl oldu? Neden?”
Elleriyle yüzünü kapatarak, “Neden mi?” diye inledi. “Sana söylesem bile, Bob, bana inanmazdın. Bu, çok korkunç dehşet verici, ağıza alınamayacak kadar berbat ve inanılmaz! Ah, Kate. Kate!” Şimdi kederle öne arkaya sallanırken, bir yandan da kendi kendine mırıldanıyordu. “Seni bir melek olarak hayal ettim, oysa sen bir…”
“Bir ne?” diye sordum.
Önce bana boş gözlerle baktı, sonra aniden patladı ve kollarını sallayarak, “Bir şeytan!” diye haykırdı. “Cehennem çukurundan yukarı tırmanmış bir gulyabani! Güzel yüzünün arkasında gizlenen bir vampir! Oh! Tanrı’m, affet beni!” diye devam etti sesini alçaltarak. Yüzünü duvara doğru dönmüştü. “Söylemem gerekenden fazlasını söyledim. Onun ne olduğunu bildiğim hâlde, hakkında bu şekilde konuşamayacak kadar çok sevdim onu. Onu hâlâ çok seviyorum.”
Bir süre sessizce uzandığı yerde kaldı. Brendinin etkisini gösterip onu uykuya daldırdığını düşünürken, yavaşça bana doğru döndü. “Hiç daha önce kurtadamları duymuş muydun?”
Duyduğumu söyledim.
“Bir hikâye var,” dedi düşünceli bir şekilde. “Marryat’ın kitaplarından birinde, gece bir kurda dönüşüp kendi çocuklarını yiyen güzel bir kadın hakkında. Bu düşünceyi Marryat’ın aklına sokan neydi acaba?”
Bir süre bunu düşündükten sonra biraz daha brendiistedi. Masanın üzerinde bir şişe afyon tentürü vardı ve ısrar ederek brendisinin içine birkaç damla karıştırmayı başardım. Hepsini içtikten sonra tekrar arkasına yaslandı. “Her şey bundan daha iyidir,” dedi. “Ölüm bile bundan iyidir. Suç ve zalimlik, zalimlik ve suç! Her şey bundan daha iyidir. Kelimeleri anlaşılmaz olana dek bu şekilde mırıldanmayı sürdürdü, sonunda ağırlaşan göz kapakları yorgun gözlerinin üzerine düştü ve derin bir uykuya daldı. Onu, uyandırmadan yatak odasına taşıdım ve sandalyelerden kendime bir yatak yaparak bütün gece boyunca yanında kaldım.
Sabah uyandığında Barrington Cowles ateşler içindeydi. Birkaç hafta boyunca ölümle yaşam arasında gidip geldi. Edinburgh’un en iyi doktorlarını getirttik ve nihayetinde güçlü bünyesi ve kararlı yapısıyla hastalığı yenmeyi başardı. Hastalığı boyunca ona baktım ve onunla ilgilendim, ancak tam olarak kendinde olmadığı ve sayıkladığı anlarda bile Bayan Northcott’la ilgili gizemi çözecek tek bir kelime etmedi. Bazen onun hakkında en sevecen ve şefkatli ses tonuyla konuşuyordu. Diğer zamanlarda ise çığlıklar atarak bir iblis olduğunu söylüyordu, bir yandan da onu kendinden uzak tutmak istermişçesine kollarını uzatıp sallıyordu. Birkaç kez ruhunu güzel bir yüz için satmayacağını söyledi ve sonra acı dolu bir sesle inledi. “Ama onu seviyorum. Onu her şeye rağmen seviyorum. Onu sevmeyi hiçbir zaman bırakmayacağım.”
Kendine geldiğinde artık değişmiş bir adamdı. Geçirdiği ağır hastalık yüzünden çok zayıflamış olmasına rağmen, gözlerindeki o parıltı kaybolmamıştı. Koyu renkli kaşlarının altında şaşırtıcı bir etkileyicilikle ışıldıyorlardı. Hareketleri tuhaf ve değişkendi; bazen fazlasıyla sinirli ve hırçın bazen de umursamazca neşeli, fakat hiçbir zaman normal değil. Garip, şüpheli bakışlarla bakıyordu etrafına, sanki bir şeyden korkan ama bunun ne olduğunu bilemeyen biri gibi. Bayan Northcott’un adını bir daha anmadı, ta ki, şimdi anlatmak zorunda olduğum o korkunç geceye dek.
Onu düşüncelerinden biraz olsun kurtarmak için onunla beraber İskoçya’nın dağlık bölgelerine, sonra da doğu kıyılarına seyahat ettim. Bu gezilerimizden birinde turist sezonu dışında ıssız ve terk edilmiş bir yer olan, Forth Körfezi’nin hemen ağzındaki May Adası’na gittik. Adada deniz fenerinin bekçisi dışında, geçimini zorlukla karşılayan fakir birkaç balıkçı ailesi yaşıyordu. Bu kasvetli yer Cowles’ı fazlasıyla etkilemiş görünüyordu, bu yüzden birkaç hafta geçirmek için balıkçı kulübelerinden birini kiraladık. Ben adayı sıkıcı buldum, ancak ıssızlık ve yalnızlık Cowles’ı rahatlatmış görünüyordu. Artık bir alışkanlık hâline getirdiği o endişeli ifade, biraz azalmaya ve eski kişiliğine dönmeye başlamış gibiydi.
Gün boyunca adanın etrafında dolaşıyor, adayı çevreleyen dik uçurumlardan aşağıya bakarak büyük, yeşil dalgaların kayalar üzerinde patlamasını izliyordu. Bir gece -sanırım adadaki üçüncü ya da dördüncü gecemizdi- yatmadan önce biraz temiz hava almak için dışarı çıkmıştık. Odamız küçüktü ve gaz lambası hoş olmayan bir koku yayıyordu. O geceyle ilgili her ayrıntıyı o kadar iyi hatırlıyorum ki! Fırtınalı bir gece olacaktı; gökyüzünün kuzeybatısı bulutlarla kararmıştı, daha ince bulutlar ayı örterek adanın engebeli yüzünde ve kasvetli denizin üzerinde gölge oyunları oynuyorlardı.
Kulübenin kapısında durmuş sohbet ediyorduk ve ben hastalığından bu yana ilk kez arkadaşımın kendine