Aile Mutluluğu. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Aile Mutluluğu - Лев Толстой страница 5
Bu yaz, genellikle odama çıkar, yatağımın üstüne kendimi atardım, eski düşkünlüğümün yerine bir endişe geçmeye başladı. Şimdiki bahtiyarlığımın endişesi. Bazen hiç uyuyamazdım. O vakit kalkar, Katia’nın yatağına oturur ve saadetimden ona bahsederdim, bu saadet gözden kaçmayacak kadar aşikâr olduğundan bundan bahisten kolayca vazgeçebilirdim. O da kendini mesut hissettiğini itiraf eder ve beni kucaklardı. Buna kolayca inanırdım, hepimizin bahtiyarlığından daha tabii, daha mantıki ne olabilirdi? Ancak Katia’nın bahtiyarlığı uykusunu kaçırmazdı. O vakit kızıyor gibi görünür, beni kaldırır ve uyurdu. Ben aksine saadetime sebep olan her şeyi düşünürdüm. Bazen yatağımdan iner yeniden dua ederdim ve benim duam Cenabıhakk’ın bana verdiği bütün saadete teşekkür için kendi ilhamıma göre yapılmıştı. O vakit odamda her şey sükûnete dalardı. Artık uyuyan Katia’nın muntazam ve sakin nefes alışından başka bir şey işitmezdim, birkaç kelime mırıldanarak ve haç çıkararak boynumda asılı ufak haçı öperdim. Kapılar kapalıydı, kepenkler çekilmemişti. Yalnız bir köşede çırpınan bir sinek vızıltısı kulağıma kadar geliyordu. Bu odayı hiç terk etmemek, bu hisleri dağıtacak ve ruhumun bu hâlini yok edecek olan günün geldiğini asla görmemek isterdim. Bana öyle geliyordu ki hülyalarım, düşüncelerim ve dualarım benimle beraber bu karanlıkta yaşayan ve yatağımın etrafını kuşatan canlı mahluklar idi ki başımın üstünde, kanatlarını açmış duruyorlardı. Lakin benim fikirlerimin her biri onun fikriydi, nasıl ki duyduklarımın her biri ondan geliyordu. Ben o vakit bunun sadece aşk olduğunu bilmiyordum, zannediyordum ki bu hâl daima devam edecek ve ben alacağıma rağmen kendimden bir parça terk etmeye mecbur olmayacağım.
III
Bir gün yemekten sonra Katia ile ben bahçeye indik ve bir ıhlamur ağacı altına konmuş bir peyke üzerine oturmaya gittik. Burasını severdik, çünkü oradan bakılınca göz, geniş bir sahayı çevrelerdi. Sergey Mihaloviç üç günden beri gelmemişti. Onu bekliyorduk ve geleceğinden emin idik çünkü kâhyaya haber vermiş ve biçilmiş ekinleri kaldırmadan evvel muayene edeceğini bildirmişti. Saat ikiye doğru onları bir çavdar tarlasını ölçerken gördük; Katia gülümseyerek ona baktı ve ona çok sevdiği kiraz ve şeftaliden gönderdi. Sonra peykeye tekrar yerleşti ve uyuklamaya başladı. Ben yaprakları özüyle parlayan bir dalı kırdım ve okumaya devam ederek yavaşça Katia’yı yelpazeledim. Bununla beraber onun geleceği keçi yolunu da gözden kaybetmiyordum. Sonia iki ıhlamur kökü arasında bebeğine yeşil bir çadır kurmakla uğraşıyordu. Havada ağır bir sıcaklık vardı, hiç rüzgâr yoktu ve sabahtan beri ufku sıkıştıran bulutlar yaklaşmış birbiri üzerine yığılmış ve bizi bir fırtına ile tehdit ediyorlardı. Daima böyle zamanlarda olduğu gibi sinirliydim. Fakat akşama doğru bulutlar dağılmış, gökyüzü açılmış, güneş tekrar görünmüştü; yalnız uzakta siyah bir nokta kalmıştı ve ara sıra mavimtırak ışık ile bir şimşek parıltısı ve bir gök gürültüsü dikkat çekiyordu. O gün için fırtınadan korkmaya gerek yoktu. Yeşillikler arkasından yer yer görülen yol üzerinde birçok araba gürültüsü işitiliyordu, yüklü arabaların ağır ve derin gürültüsü rüzgârda gömlekleri dalgalanan hasatçıların bindiği boş arabaların seri takırtısı. Kasırga şeklinde kalkan toz ne yere düşüyor ne uçuyordu. Çalıların üstünde ağaçların şeffaf yaprakları arasında havada asılmış gibi kalıyordu. Daha uzakta samanlık istikametinde sesler karışıyordu, başka tekerlek sesleri de duyuluyor; ot demetleri elden ele uçuyor, birbiri üzerine toplanarak büyük yığınlar oluşturuyor ve köylüler bunların üzerinden gelip gidiyorlardı.
Önümdeki kırda yük arabaları ilerliyordu. Sarı otlar kalkıyor ve tekerlek gıcırtıları, çağırmalar, şarkılar bana kadar geliyordu. Bir taraftan tarla gittikçe tenhalaşırken sağda demetleri bağlayıp istifleyen kadınların açık renk elbiselerini fark ediyor ve yaz mevsiminin sonbahara geçişine şahit oluyorum sanıyordum. Toz ve sıcak bizim sevgili köşemizden başka her tarafı kaplamıştı ve ateş gibi bir güneşin altında bu sıcakta ve bu tozda bütün ırgat âlemi konuşuyor, gülüyor ve çabalıyordu. Patiska mendilinin altında uyuklayan Katia’ya, bir tabakta parlayan kirazlara, güneşin aksettiği sürahinin berrak suyuna bakıyor ve garip bir saadet hissediyordum.
Kendi kendime ne yapmalı, dedim, mesut isem kabahat bende mi? Lakin bu bahtiyarlığımı nasıl bildirmeli? Kime güvenmeli, kime itiraf etmeli?
Güneş artık yoldaki ağaçların tepelerine doğru dokunmaya başlamıştı, toz düşüyordu ve etrafındaki manzara gurup eden güneşin eğik ışığı altında şenleniyordu; bulutlar tamamen kaybolmuştu. Samanlığın yakınında, başka üç ot yığını tepeler oluştuyor ve üzerinden adamlar iniyordu. Kadınlar tarakları omuzlarında, bağları kemerlerinde işten dönerek şarkı söylüyorlardı. Ve Sergey Mihaloviç gelmiyordu. Hâlbuki çok zaman evvel onun tepeden aşağı indiğini görmüştüm. Birdenbire yolun ucunda hiç beklemediğim taraftan göründü. Şüphesiz dereden dolanmıştı. Bana doğru koştu başı açık, çehresi sevinç içindeydi. Lakin arkadaşımın uyumakta olduğunu görünce dudaklarını sıktı, gözlerini kıptı ve ayaklarının ucu ile yaklaştı. Derhâl anladım ki o sonsuz bir sevinci ima eden mesut bir ruh hâli içindeydi. Bizler buna aşırı sevinç deriz. O şimdi hocanın değneğinden kaçmış bir mektep çocuğunu hatırlatıyordu ve baştan aşağı tamamen çocuk gamsızlığında ve bahtiyarlığındaydı.
“İyi akşamlar, küçük menekşe. Nasılsınız? İyi misiniz?” dedi ve elimi sıktı. “Ben pek çok iyiyim. Zannediyorum ki on beş yaşındayım, seve seve at oyunu oynayabileceğim ve pek çok lezzet alarak bir ağaca çıkacağım.”
“Nihayetsiz bir sevinçle mi?” dedim, bu sevincin beni de kapladığını hissediyordum.
Bir gözünü kırparak ve kahkaha ile gülmemek için ciddi surette kendini tutarak: “Evet.” dedi. “Lakin Katia Karlovna’nın burnunu niçin rahat bırakmıyorsunuz?”
Gerçi dikkat etmeksizin Katia’yı yelpazelemeye devam etmiştim lakin mendili düşürmüştüm ve şimdi çehresine dokunuyordum, gülmeye başladım.
Katia’yı uyandırmaktan korkuyormuş gibi göründüğüm, hakikatte ise onunla yavaş sesle konuşmaktan zevk aldığımdan mırıldanarak: “Katia uyumadığını iddia edecektir.” dedim. O da beni taklit etti. Sanki ben ihtiyatı ses çıkarmamak derecesine vardırmışım gibi o da yalnız dudaklarını kımıldatmakla yetindi. Sonra kirazları görerek onları kaptı ve gizlice almış gibi hareketle Sonia’ya koştu. Maalesef bebeğin üstüne oturdu ve Sonia kızdı. Ona bir oyun oynamayı teklif ederek barışmayı becerdi; bu oyun sadece kirazları kimin daha çabuk yiyeceğini görmekti.
“Size biraz daha kiraz getireyim mi, ister misiniz?” dedim. “Yahut beraber toplamaya gidelim mi?”
Tabağı aldı üzerine bebeği koydu biz de sobalı bahçelere doğru yürüdük. Sonia gülerek arkasından koştu ve bebeğini vermesi için eteğinden çekti. Onun dediğini yaptı ve benim tarafıma dönerek etrafımızda uyandırmaktan korktuğumuz kimse bulunmamakla beraber yavaş sesle dedi:
“Niçin küçük bir menekşe