Cadı. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Cadı - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 3
Kılavuz kadın, bir kahkaha salıvererek:
“Kendisine bakan hekimi bulup da hanımın hangi hastalıktan gittiğini sormayı doğrusu unuttum… Ay üstüme iyilik sağlık; bu da lakırtı mı ya? Seninle evlenmek isteyenler, ilk kocanın hangi hastalıktan öldüğünü soruyorlar mı?”
Beri yandan yenge Emine Hanım bağırarak:
Aman Fikriye, kimi kez öyle budalaca sorular sorarsın ki beş yaşındaki çocuk sormaz… Bırak kadını kendi hâline, lakırtısını bitirsin…”
Fikriye Hanım kızarak:
“Sormayınca meselenin pürüzlü tarafına yanaşmıyor ki kendi hâline bırakayım!.. Kısmet olursa galiba ben üçüncü hanımı olacakmışım!.. ‘Galiba’ya dikkat buyuruluyor mu? Peki birinci hanımı neden ölmüşse ölmüş… İkincisini neye boşamış? Bunu sormak hakkım değil mi?”
Kılavuz, parmağının ucuyla hâlâ yakasının içindeki pireyi araştırarak:
“O ciheti pek derin bilmiyorum… Ne yalan söyleyeyim?..”
“Kılavuz değil misin? Her ciheti bilmelisin.”
“Öyle ağır, kibar bir efendiden ‘Sen karını niçin boşadın?’ diye nasıl sorulur?.. Karı kocalıkla ilgili bir iş olmalı…”
“Bak şimdi bütün bütün merak ettim. Karı kocalıkla ilgili o gizli iş nedir acaba?”
“Karı koca, ikisi bir döşekte yatarken aralarına girip de araştırma yapmak gerekir ki bu derece içyüze girmeyi hiçbir kılavuz başaramaz sanırım. Bu denli ince eleyip sık dokumak iyi değildir. Karı bırakan erkeklerin, kocadan boşanan kadınların daima başkalarıyla evlendikleri görülüp duruyor. Birinci, ikinci, evlenmede dirliksizliğe uğrayanların üçüncü, dördüncüde gül gibi geçinip gittikleri hiç işitilmemiş bir şey midir?”
“Peki… Haydi boşanma sebebi… Bu yön kapalı kalsın. Fakat iki evlenmeden bu efendinin hiç çocuğu olmamış mı?”
Kılavuz kadın, göğsündeki pireyi daha derinlerde arayarak:
“Söz sırası hepsine gelecek. Azıcık sus kızım…”
“Ben susarsam sen bu önemli noktalarda sakız çiğneyip gidiyorsun. Çocuğu var mı? Yok mu? Söyle…”
“Var…”
“Kaç tane?”
“İki…”
“Bir de benimki üç… Hepsi bir araya gelirse… Bir curcunadır kopar!”
“Sen her şeye bir kusur buluyorsun… O, senin çocuğunu kabul ediyor da sen onunkilere neye katlanmıyorsun?”
“Sen bu adam için kırkını geçkin diyorsun ama o herhâlde elliyi de aşkın, büyükbabam yerinde bir kimse olacak…”
“Doğum tarihini görüp de kaç yaşında bulunduğunu parmağımla bir bir hesaplamadım… Ben işittiğimi, gördüğümü söylüyorum…”
“Kılavuz hanım, şimdi şu senin göğsünde dolaşan gibi bu işin içinde pek çok pire yeniği var… Meselenin nazik noktalarında kem küm ediyorsun…”
Kılavuz kadın, öfkesinden göğsünü yumruklayarak:
“Aman ne gırgırcı ne kırk merak kadınmışsın!.. Eğer bir yalanım varsa yedi atama lanet olsun! Getiriniz Kur’an’ı abdest alıp üzerine el basarak söyleyeyim. Müslüman değil misiniz? Bunun daha ötesi var mı? Bu adam gibi koca şu zamanda pek az bulunur. Hâli vakti yerinde… Ahlakı, her hâli pek olgun. Mumla aranıp da bulunmayacak bir zat… Benim de iki elim yanıma gelecek… Sizi aldatıp da ne kazanacağım?.. Özünüzü Tanrı’ya doğru tutun. Sözüme güvenin. Vallahi pişman olmazsın. Bu adam, bir eşine daha rastlanmaz yaradılışta bir erkektir. Fakat onu da söyleyeyim ki düşmanı çoktur… İşiteceğiniz tuhaf söylentilere, dedikodulara hiç önem vermeyiniz. Billahi sonra bana dua edersiniz.”
“Tanrı’ya şükürler hepimiz Müslüman’ız. Sözlerine inanmak istiyorum. Lakin sen de inkâr edemezsin ki anlattıklarının içinde lastikli sözler var. Bu kadar iyi adamın düşmanı neden çok oluyor?.. İşiteceğimiz tuhaf söylentiler nedir?..”
Kılavuz kadın, yine dövünmeye başlayarak:
“Hay sıkıntımdan şimdi çatlayacağım! Sözlerime inan. Biraz da Tanrı’ya bel bağla… Çöpsüz üzüm nerede bulunur?.. O adamın da bir iki pürüzü olmasa bu kadar mükemmel bir kocayı sana bırakmazlar.”
“Pürüzü ne imiş?”
Beri yandan yenge Emine Hanım, birdenbire parlayarak:
“Pürüzü neymiymiş?.. Elinin körü! Kadın sana yedi atasına lanetler davet ederek, antlar içerek, Kur’anlara el basarak inandırıcı söz söylüyor… Neye inanmıyorsun? Sen kendini o kadar şikâr bir şey mi sanıyorsun?.. Dünyada senin gibi baba evinde, dayı, hala evinde pinekleyen taze dul çok!.. Fakat başlarına kusan yok… Şimdiki zamanda hani koca?.. Avrupa’da akıllı Frenkler hesap etmişler… Bir erkeğe tam beş karı düşüyormuş… Galiba İstanbul’da daha çok düşüyor ki bizim mahalle bekçisi İsmail Ağa’nın bile biri Arap, öbürü beyaz iki karısı var… Sen varacağın adamın ölen, boşanan karılarını hesaplıyorsun… Ortak üzerine gidenlerin canları yok mu? Kendine gel ayol!.. Ah aman haspam! Bir kara kaşından, kara gözünden başka nen var? Seni bu arkandaki yumurcağınla kim beğenip de alacak?.. Söyle bakayım?.. Hem edep, hayâ denilen şeyler artık dünya yüzünden bütün bütün kalktı mı? Çok şükür Tanrı’ma, dayın hayattayken, ben varken evlenme konusunda sana söz düşer mi? Bu yönleri incelemek, araştırmak bize düşer. Sana ne oluyor? Aman ya Rabbi! Ne ahir zamana kaldık? Şimdiki kızlar, kadınlar velilerine lakırtı bırakmadan sözü kendileri kesiyorlar. Nerede ise yeni doğan çocuklar da göbeklerini kendileri kesecekler… Kıyamet alametleri! Biz nezaket ettik de bu işte hanımefendinin düşüncesini sorduk. Bu nezaketimizi sindiremedi. Affedersin. Hata ettik. Haydi bakayım odana. Kılavuz hanımla yalnız görüşeceğiz.”
Fikriye Hanım, çıkmak üzere kalkar. Fakat son gücenikliğini gizleyemeyerek:
“Beni başınızdan savmak için koca yerine ortaya bir canavar bile çıkmış olsa kaldırıp önüne atıvereceksiniz… Evlendirilecek kadının oyu sorulmazmış… O eski usul yengeciğim… Kadın ninelerimizin çağında belki öyle idi. Fakat şimdi değil… Zamane kızları varacakları erkekleri kendileri seçiyorlar… Pekâlâ sözlerini de kesiyorlar. Yalnız velilerine ‘Ben falan adama varacağım.’ diye kararı bildirmiş oluyorlar.”
“Ben seni alık sanıyordum ama sen epey fenlenmişsin. Bu yeni usul evlenmeleri nereden öğrendin?”
“Ben de hâlime göre gün gördüm. Çocuk anası oldum… Bebecik değilim ya!..”
Kılavuz kadın, göğsünü dağlamakta olan pireyi bu aralık yakalar. Bir öç alış gülümsemesiyle iki tırnağının arasında “çıt”