Gönül Ticareti. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Gönül Ticareti - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 3
Konuşmanın hüznü içinde ikimiz de bir dakika sustuk.
Sonunda “Nihat…” dedim. “Sen karını çok seviyormuşsun. Bu sevda seni yıkmış, moralini de bulandırmış. Karının senin idmanlandırmak istediği rejime karşı da eski bir adam vahşiliği göstermemişsin.”
“Evet, bu fikirde babamın moralinden yarı yarıya ayrıldım, buna bir yontulma diyebilirsin.”
UÇURUMUN KENARINDA
Sinir Doktoru Bay Sadi hastalarını nöbetle kabul ettiği sırada muayene odasına ince, alımlı, kibar edalı, güzel bir kadın girdi. Müşteri ve hekim hafif bir reveransla selamlaştılar.
Doktor maroken geniş koltuğu işaret ederek “Buyurunuz hanımefendi.” dedi.
Kadın zarif eğilmeli bir oturuşla koltuğa ilişti. Odaya hafif bir menekşe kokusu yayıldı. Hâlsiz bir eda ile elini alnına götürdü. Yarım dakika yumduğu gözlerini açınca nerede bulunduğunu anlamak isteyen bir araştırma ile çevresine bakındı. Sonra başını eğerek düşünür gibi bir tavır aldı.
Bir doktorun dikkati karşısına ilk çıkışta geçirilen küçük bir heyecan anıydı.
Bet beniz manolya çiçeği solgunluğunda… Yüz, elmacık kemiklerini hafifçe belirten bir süzgünlükte… Lacivert yansımalı koyu gür saçların çerçevesindeki bu yüze uzun kirpikli iki kara göz, baktıkça insanı alan üstün değerde bir tablo güzelliği vermiş. Manolya yaprağını andıran düz neftî elbisesi o çiçekle ilişkisini büsbütün artırıyor.
Robuyla uygun şapkasının kenarında o çiçekten yalnız bir gonca var.
Yüzünde pudradan bir zerre görülmüyor. Ne de dudaklarında yakısı henüz kaldırılmış çiğ bir yara kızıllığı… Boynunda kedileri, kuzuları kıskandıracak boncuk dizileri yok… Elleri manikürsüz…
Modanın yapmacılığından yaraşır yaraşmaz güzelliklerine cila arayan kadınların zevksizliklerinden kaçan bir sadelik heykeli…
Böyle sade kalabilenler tabii güzelliklerine güvenebilenlerdir. Yüzlerini ressam paletine çevirenler güzelliklerine herkesten önce kendilerinin inanmadıklarının herkese karşı bir çeşit itiraflarını yapıyorlar demektir.
Bu tuvalet düşkünleri tabii hâlleriyle sade görünmekten o kadar korkuyorlar ki vapurda, trende, tramvayda suratlarını o bildiğiniz süngere yalatmadan beş dakika rahat duramıyorlar.
Bu levent endamlı, menekşe kokulu kadının ökçesi de basitti. On iki santim topuk üzerine bindikten sonra kendilerini servileşmiş sanan bodur kadınların saflıklarıdır ki bu zararlı modayı sürdürüp gidiyor.
Bayanın yüzünde, modanın yapmacık şatafatlarına düşmeyen tabii güzelliğinden bir gurur gezindiği seçiliyordu.
Doktor bu “neurastenique” hastayı muayeneye hazırlanır bir tavır alarak “Müsaade eder misiniz?” dedi.
Bayan bu isteğe karşı olumsuz anlamda el işaretiyle bir “Hayır!” inledi.
Doktor biraz şaşırarak durdu. Hayır mı? O hâlde hastanın bu muayene odasında bulunuşu neye verilebilirdi? Doktor bu soruyu gözden göze sessiz bir bakışla sordu.
Çabuk anlayışlı zeki kadın cevap verdi:
“Benim derdim muayene ile anlaşılmaz, reçete ile iyileştirilmez. Hastalığımın ilacı eczane kavanozlarında bulunmaz. Tıbbi hidroterapi, masaj, kakodilat dö fer bromür, serum, filan falan topyekûn geçiniz hep bunları. Presyonuma bakarsınız, nabzımı sayarsınız, kalbimi dinlersiniz. Ama bu merkez organının hayati açılıp toplanma hareketi asıl derdimin korkunçluğundan size hiçbir şey anlatmaz. Onu, bana sormalısınız.”
Oturduğu koltuğun iki kenarına dayanarak sinirli bir hareketle yerinden kalktı. Yine oturdu. Doktora doğru eğildi. Derin bakışlarla onun gözlerini aradı:
“Ben bugün buraya vücut hastalıkları mütehassısı bir doktordan ilaç ricasına gelmedim. Gizli günahımı anlatacak bir papaz arıyordum. Maksadım, bir muayene cefasına değil, duvarları sağır bir günah çıkarma hücresine sığınmaktır.”
“Peki hanımefendimiz, beni bir papaz, burasını da bir günah çıkarma hücresi farz edebilirsiniz.”
Bayan baygın süzüşlerle dört yanına bakına bakına:
“Burası her sırrı yutan derin bir kuyudur, değil mi?”
“Emin olunuz öyledir.”
Manolya şimdi daha da sarardı. Küçük fakat ölüm hâlini andırır ve önemli bir sır söyleyecekmiş gibi bir gülümsemeyle yeniden doktora eğildi, ağlar gibi “Ben kocamı sevmiyorum!” dedi.
Doktor kendini tutamayarak tekrarladı:
“Kocanızı sevmiyorsunuz…”
“Sevmiyorum, öleceğim, sevmeyeceğim!”
“Nedenini sormak iznini veriyor musunuz?”
“Sorabilirsiniz.”
“Teşekkür ederim. Kaç yaşındasınız?”
“Yirmi sekiz.”
“Ya o?”
“Kırk beş.”
“Ne zamandan beri evlisiniz?”
“Dört yıl oluyor.”
“Çocuk var mı?”
“İki tane düşürdüm.”
“Bu adamı sevemeyeceğinizi ona varmazdan önce anlayamamış mıydınız?”
“Anlamıştım. Yalnız sevmemek değil, şöylece bir antipati değil, nefretler içinde boğuluyordum. Ben daha