Gönül Ticareti. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Gönül Ticareti - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 6
Ben karımı seviyorum, o da başkasına gönüllü… Ama günahını sezdirmemek için bütün şeytanca ustalığıyla beni idare ediyor. Bırakayım da büsbütün sevgilisine gitsin. Hayır! Öldüreyim de aşkım toprağa gömülsün. Hayır! Sevmek hayatın en büyük tadıdır. Sevgiyi şiddetlendiren kıskançlık bu tadı da aynı ölçüde büyülüyor. Cinsî duyguları doygunluk hâline gelmişlerin karı kocalıklarında ne tat kalır? Karım bana hıyanet cehenneminin alevleri arasında cennetin gülistanlarını gösteriyor. En bayıltıcı güllerini koklatıyor. Cennetin tatlarını cehennemin alevleriyle karıştırarak beni öldürüp öldürüp diriltiyor. Ben bu anlatılmaz zevkin ateşleri içinde Âşık Kerem gibi tüterek yanıyorum.
Dikkat ederim. Sevgilisiyle buluşmaları uzun aralıklara uğradığı zamanlarda sinirlenir. Bu özlemle âdeta hastalanır. Duygularında bana karşı olan nefrete yakın doygunluğunu bildirmemeye çalışarak kendini kollarımın arasına cansız bir bırakışı vardır. Bu fedakârlığın tepkisini gösteren bir iki hıçkırıkla sarsılır. Beni de titretir. Sorarım:
“Ne oluyorsun karıcığım?”
İnler:
“Sinir hâli.”
O anda benim sinirlerim de en son derecede gerilir. Kollarımın arasında bütün gücümle sıkar, hırpalar, didikler, dişlerim. Onun yüreğinden bu hıçkırıkları koparan kuşkusuz o hain sevdadır. Yatıştırılması bir zamancık uzamış o günahkâr sevda… Bu gerçeği benim bildiğim kadar karım da kendisini aç bir canavar hırsıyla ısırışımın nedenini anlar. İşte böyle geçiniriz.
Azizim Haşim Ulvi, öyle zehir tiryakileri vardır ki alıştıkları zehirlerin hiçbir çeşidi artık onları tutmaz olur. Sonunda avuçla arsenik yalarlar. İşte ben hayata dayanabilmeyi aşkın bu zehir dolu kadehini çekerek sızmakta buluyorum.
Haşim Ulvi kendini bir boşluğa çeken bulantılı baş dönmeleri arasında düşündü, düşündü. Muammayı çözemedi. Yılanı öldürmeli mi? Zehrine mi alışmalı?
Hangisi daha zevkli?
BENİM BABAM KİMDİR?
Mesut (41) anlatıyor:
“Görüyoruz ki tabiat bütün yaratıklarını döl yetiştirmeye, kuşak üretmeye şiddetle zorluyor, insan, hayvan dünyayı bu canlı kalabalıklarla doldurmaktan amaç nedir? Karşılık bir ses alamadığımız bu sorunun cevabını yine kendimiz düşüneceğiz.
Tabiatın bu zorlamasında kullandığı yaman kırbaç da aşktır. Hepimiz bu silahın şakırtısıyla doğduk. Bazılarımızı şairleştiren, bazılarımızı da canileştiren bu aşk kapanına içimizde tutulmayanımız da yok gibidir.
Ahlak ve kanunun vurduğu dizginlerle bu duygunun pratiğinde hayvanların serbestliğinden ayrılıyoruz. Birtakım sınırlanmalarla bağlanıyoruz. Fakat en büyük şiddetini bu uğraşta gösteren tabiatla tepişebilmekteki kudretsizliğini anlayan kanun bu sınırlamalarını gittikçe gevşetiyor. Bunun sonu neye varacak? Şimdi uygarlıkla vahşiliğin arasındayız. Her iki uç birleştiği zaman uygarlıkta mı çok ilerlemiş, hayvanlığa mı daha çok yaklaşmış olduğumuzu anlayacağız.
Ben zamanın kanuna kontrband giden5 iki günah işleyenin suçlarının sonunda meydana gelme bir ürünüm. Anamı, babamı tanımıyorum. Üç günlükken beni bez parçalarına sarıp sarmalayarak cami kapısına bırakmışlar.
Ben hangi soysuzların kanlarından akarak dünyaya gelmişim? Gecelediğim cami kapısında nasıl olmuş da kedilerin, köpeklerin dişlerinden kurtulmuşum? Bu âleme yeni açılan gözlerimi nasıl olup da fareler, kargalar oymamışlar?
Sırf hayvani zevklerine kapılıyorlar, bu aşıdan hiç beklemedikleri doğal meyve meydana çıkınca şaşıyorlar. Tabiatın insanlara bu zevki, o önemli döl işini gördürmek için verdiğini anlayınca bu zavallı ürünü hemencecik yok etmeye uğraşıyorlar.
Hayattaki ilk feryatları hela kuburlarında, bırakılmış kuyularda susturulan zifirî gecelerin kara dalga beşiklerinde uyutturulan bu küçüklerin yasını kim tutacak? İstatistiklerini kim yapacak? Anayı, babayı bu cinayetlerinde durdurmak için sosyetenin alacağı bir önlem yok mudur? Bir gün gelip de her ne biçimde olursa olsun doğurmanın ayıp sayılmayacağını kabul edecek kadar cemiyetin ahlak düşünüşünde bir değişiklik olmayacak mı? Bu sorunların bazı memleketlerde olumlulaştığını görmüyor değiliz.
İnsanlık, nüfusu bu kayıptan nasıl kurtaracak? Eski ahlakın utanç kanunlarına uyarak mı, yeni başlayan cinsel serbest rejimle mi? İnsan mı kalacağız, köpekleşecek miyiz? Dünyaya gelir gelmez ters yüzüne geri çevrilen bu ölüm hükümlülerinin haklarını savunma işinde hangi büyük avukatın sesi yükselecek?
Beni kundakladıkları paçavraların içinde şöyle bir kâğıt bulunmuş:
Türk çocuğudur. Bir hayır sahibinin eline geçip de yaşamak bahtına ererse adını Mesut koysunlar. 41 sayısını da soyadı versinler. Mesut 41. Onun masum yüzünü sıcak gözyaşlarımla yıkayarak cami kapısına, Allah evinin eşiğine bırakıyorum. Önce Tanrı’ya emanet ediyorum, sonra kullardan şefkat diliyorum.
Hey anacığım karanlık gecenin ıssızlığında sessizce mabedin sokak eşiğine bıraktığın bir haram ürününe mutluluğu nasıl yaraştırıyorsun? Bana çok acı bir alay duygusu veren bu garip dileğinin arasından gene bir analık şefkati sezer gibi oluyorum.
Anacığım, anacığım… İkimizi birbirimize bağlayan bu söz bana ne kadar hoş geliyor. Kim bilir, nasıl yenilmez sosyal nedenlerin zoruyla beni karanlık sokağın tehlikelerine bırakmamış olsaydın sıcak kucağında tatlı sütünü emerek büyüyeydim, o zaman ikimiz de mutlu olurduk.
Gece rüyalarımda, gündüz hülyalarımda kendimi cami kapısına bırakılmış bir kundakta haykırır, seni üzerime eğilmiş ağlar görüyorum. Bu benim gözlerimin önünden kovamadığım düşüncedir. Uykularımı kaçıran bir musallat…
Hiç
5
Kaçakçı davranan