Genç Rahmi’nin Hikâyesi. Emin Göncüoğlu
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Genç Rahmi’nin Hikâyesi - Emin Göncüoğlu страница 9
“Ulan Raşit, işim gücüm yok bir de sizinle mi uğraşacağım? Bugün bu kaçıncı gelişin, söyle bakayım?”
Raşit, Halil amcanın sorusunu hayli ciddiye almış bir tavırla zihnini kurcalayıp düşünmeye başladı. Sonra tam bir neticeye varamayacağını anlayınca:
“Herhâlde on on beş defa oldu.”
“Sus, sus! On on beş defaymış! Bu, en az yüzüncü defa para bozdurmaya gelişin. Ulan ben banka mıyım hıyar yavrusu, bıktım ulan bıktım sizden!”
Raşit, Halil amcanın kendisini çok sevdiğini bildiğinden, bu sözlerini hiç önemsemez ve aldırış etmezdi.
“Hadi be Halil amca! Boz şu parayı da gideyim. Bir daha gelmem söz.” derken olanca sevimliliğini takınmıştı. Yaşlı adam biraz da yalancıktan kükremelerine devam ederek:
“Ulan eşek sıpası, bu kaçıncı söz deyişin ha!” diyerek onun küçük, kıpkırmızı kesilmiş kulağına kalın parmaklarıyla yapıştı. Raşit, kulağını onun elinden kurtarmaya çalışırken bir yandan da yalvarmaya başladı:
“Vallahi bir daha gelmem, iki gözüm önüme aksın ki gelmem, bu son olsun!” diyordu.
“Bu son olsun ha, aklınca beni uyutuyorsun, değil mi?” diyerek onun yumuşak ve sıcak kulaklarını biraz daha sıktı.”
“Ah, ah!”
“Ya işte, böyle beleş hiçbir şey yok bu dünyada.”
“Ah Halil amca, ah! Çok geç kaldım. Ne olursun, bırak da gideyim. Beni dövdürmeye mi niyetlisin? Vazgeçtim, bozma, bozma tamam.”
“Gel de inan, buradan çıktıktan on dakika sonra tekrar geleceksin.”
“Vallahi gelmem, vallahi!”
Yaşlı adam “Bu kadar yeter.” diyerek küçük çocuğu bıraktı. Elindeki kâğıt parayı alarak, köşede sebzelerin yanındaki yağ kutusunun içindeki bozuk paralarla değiştirdi ve Raşit’e verdi. Tam o anda Raşit’ten biraz daha büyük ikinci çırak girdi nefes nefese içeri.
“Oğlum, Sinan abi ‘Boşuna zahmet edip gelmesin, nasıl olsa gelince parçalayacağım.’ dedi. Ne yapıyorsun lan iki saattir burada?”
Raşit:
“Ne iki saati oğlum, görmüyor musun geliyoruz işte.” dedikten sonra Halil amcanın elinden bozuk paraları aldığı gibi dışarı fırladı.
Halil amca, ikinci çırağın söylediklerine sinirlenmişti:
“O Sinan olacak pezevenk abine söyle de bundan sonra kendisi gelsin para bozdurmaya. Raşit’e parmağını vurursa, kırarım o parmağı. ‘Halil amca böyle söylüyor.’ de.”
“Ama bu da gittiği yerden gelmiyor ki!” diyerek öbür çırak da Raşit’in peşinden koştu. Onların gidişi ile küçük dükkânın içindeki yalnızlığına tekrar döndü yaşlı adam. Dükkânın önünden insanlar, eşek hamalları, taşıtlar birer ikişer geçip gidiyorlardı. Çarşı camisinin minaresinden yükselen ezan sesi titretiverdi onu olduğu yerde. Yaşlı yüzündeki küskün ifade gittikçe arttı. Kulaklarında çınlayıp duran ses, ezanın sonlarına yaklaştıkça umudu tamamen biter gibi oldu. Küçük dükkânın içinde öfkeyle sağa sola gidip geliyordu.
“Sütü bozuk oğlum, hadi gelsene! Babana, ömrünü sizler için yok eden babana yüreğin hiç mi yanmaz? Bak yaşım kaç oldu, hâlâ eşekler gibi çalışıyorum. Kim için? Sizler için değil mi hı? Zamanında gelsen de üzmesen şu yaşlı babanı olmaz mı hı? Ne kötülük ettim size benim hayırsız oğlum? Biraz da sen bel versen ya bana, yoruldum be, yoruldum. Bu içine tükürdüğümün dünyası büktü belimi, anlamıyor musunuz? Anan yordu, anam yordu, babam yordu, bacıların yordu. Bu dünyanın yükünü hep ben mi taşıyacağım? Şu mübarek ikindi namazımda gidip camide kılamadıktan sonra, bunu bana sağlayamadıktan sonra ben neyleyeyim senin gibi evladı?”
Halil amca kendi kendisiyle konuşup dururken koltuğunun altında bir deste kitap ve defterle Rahmi girdi içeri. Birdenbire Rahmi’yi önünde bulan yaşlı adamın yüreği hiddetten duracak gibi oldu. Bütün öfkesini dışarıya savurmanın tam sırasıydı. İdrar kesesinin aşırı şişmesiyle, yerinde kıvranıyordu. İçindeki öfke dışarı savrulup Rahmi’nin yüzünde bir tokat olarak patlayınca bir an boş bulunduğu için tenasül aletinden ılık bir şeylerin aşağı kaydığını zannederek paniğe kapıldı. Fakat buna rağmen Rahmi’ye ikinci bir tokat savurmayı ihmal etmedi, ama Rahmi’nin geri çekilmesiyle tutturamadı.
“İtin dölü, yetti artık! Bana çektirdiklerinizin sonu gelmeyecek mi? Bir namazı bile zamanında kılamadıktan sonra, ne yapayım senin gibi evladı?” diye söylenerek, kendini dışarı attı. Donuna ya birkaç damla kaçırmıştı ya da kaçırmak üzereydi. Bitişikteki eczanenin önünden hızla geçti. Az ötede, köşedeki küçük ayakkabı tamircisinin yanından ara sokağa saptı, gergin sapsarı bir yüzle, zıplayarak hızlı yürüyordu. Ara sokakta bir iki kişiye çarpmasına rağmen aldırmadan yoluna devam etti. Biraz önceki hızlı yürüyüşü birdenbire koşmaya dönüştü. Her tarafı titriyordu. “Kendimi kontrol edemez de, yolun ortasında çözülüverirsem” diye ödü patlıyordu. Köyden iş için şehre gelenlerin uğradığı küçük ve bakımsız kebapçı dükkânının karşısındaki caminin arka kapısından içeri daldı. Caminin küçük avlusu boştu; abdest alınan yerin sağ tarafına düşen tuvaletlere doğru yöneldi. Ezan okunalı epey olmuştu. İçerdekilerin hepsi namaza durmuşlardı. Boşuna bir çaba içinde namaza yetişemeyeceğini anladı. Keskin sidik kokusunun, nefesleri yaktığı, yerleri ıslak, çamurlu ve pis koridora girdi; sağlı sollu dizilmiş, inanılmayacak kadar kirli olan tuvaletlerin bazılarının kapıları kapalı, bazılarınınsa açıktı. Tam karşıda iki küçük boyacı çocuk hem konuşuyor hem de, önlerindeki sidikten dolayı siyah sarı bir renk almış, genzi yakan sidik kokulu duvara keyifle işiyorlardı. Halil amca elektriğe tutulmuş gibi titredi. Buranın temizliğine bakan adam bir hayaleti andıran ürkütücü yüzüyle ortalıkta görünmüyordu. Halil amca pantolonunun düğmesini açmaya çalıştı. Acele ettikçe, kendi kendini kontrol etmekte zorluk çekiyordu. Ona en yakındaki açık kapıdan içeri girdi. Fakat önünü açamadan, pantolonunun paçalarından aşağı, idrarı süzülerek indi. Daha sonra da şarıl şarıl akmaya başladı. Titreyen vücudu, titreyen parmaklarına söz geçirip kuvvetlendiremediği için önündeki düğmelerini çözememişti. Yüzündeki gerilim, ağlamaklı bir rahatlamaya dönüvermişti. Kendi idrarından oluşan küçük bir gölün ortasında kalmıştı.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Rahmi gün boyu zor sakinleştirdiği ruhunu bu defa da durumundan haberi olmayan babasının nasırlı ellerine teslim etmişti. Küçük dükkânın içinde gözlerinden süzülen yaşları, gizlemeye çalışıyor, fakat hıçkırıklarını engelleyemiyordu. Yüzünün sağ tarafı ve kulağı, yediği şiddetli tokadın etkisiyle, tekrar alev alev