Doksan Üç. Виктор Мари Гюго
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Doksan Üç - Виктор Мари Гюго страница 11
Mezar sessizliğinin ortasında yaşlı adam sesini yükselterek şöyle dedi:
“Gemi bir ihmal sonucu tehlikeye girdi hatta bir enkaza sürüklendi. Denizde olmak, düşmanla burun buruna olmak gibidir. Savaştaki bir ordudan farksızdır denizdeki gemi. Deniz pusularla doludur. Fırtına görünmese de fırtınadır. Düşmanla yüzleşirken işlenen her hatanın cezası ölümdür. Geri dönülemez bir hataydı bu. Cesaret nasıl ödüllendirilmeli ise ihmal da cezalandırılmalıdır.”
Bu sözler, meşe ağacına vurulan balta darbelerinin sesi gibi ağır ağır yankılandı. Askerlere bakan yaşlı adam bağırdı:
“Emredileni yapın!”
Göğsünde Saint-Louis’nin haçı parlayan adam başını eğdi. Kont Boisberthelot’un işaretiyle iki denizci güverte altına indi. Kısa süre sonra hamak örtüsünü getirerek geri döndüler. İki denizciye, gemi karadan ayrıldığından beri köşesinde dua etmekle meşgul olan gemi papazı eşlik ediyordu. Çavuş bir düzine askeri altışarlı iki sıra hâlinde dizdi. Topçu bu iki sıranın arasında yerini aldı. Papaz elindeki istavrozuyla ilerledi ve adamın yanında yerini aldı. “Marş!” Çavuşun dudaklarından gelen bu sesle, tayfa yavaşça pruvaya doğru ilerledi. Hamak örtüsünü kefen gibi hazırlamış iki denizci de onları takip etti.
Korvete kasvetli bir sessizlik çöktü. Uzakta bir kasırga çıkmıştı. Birkaç dakika sonra kasvetli bir ses yankılandı; çakan şimşek dışında her şey hareketsizdi. Sonra suya düşen bir insan sesi duyuldu. Yaşlı yolcu ellerini göğsünde kavuşturmuş, ana direğe yaslanmış bir hâlde duruyordu. Düşüncelere dalmış gibiydi. Sol elinin işaret parmağıyla yaşlı adamı işaret eden Boisberthelot, Vieuville’e fısıldadı:
“Vendée için aranan lider bulundu.”
VII
YELKENİ AÇAN, TALİHİNİ BEKLER
Ama korvete ne olacaktı? Bütün gece dalgalara karışan bulutlar artık o kadar alçalmıştı ki, bir çarşaf gibi denizi aşarak ufku tamamen kapattılar. Sisten başka bir şey yok; deniz seferine dayanıklı bir gemi için bile her zaman tehlikeli bir durum.
Kalın yelken sise karışmıştı.
Zaman kazanmaya çalıştılar, geminin yol açtığı tahribattan sonra top arabasının geride bıraktığı her şeyi denize atmışlardı; dağılmış toplar, top arabaları, kırılmış ahşaplar, ortaya saçılmış tahta ve demir parçaları. Geminin pencereleri açılmıştı. Muşambaya sarılı cesetler ile ceset parçalarını tahta kalasın üzerinden kaydırarak denize attılar.
Deniz yükseliyordu. Oysa yakınlarda bir fırtına görünmüyordu. Öte yandan, ufukta uzaklardan gürleyen kasırga sesi duyuluyor ve rüzgâr hem azalıyor hem de kuzeye doğru hareket ediyordu. Ama dalgalar denizin kızgınlığına işaret eder gibi hâlâ yüksekti ve zor durumdaki korvet, darbelere karşı güçlükle direniyordu. Bu yüksek dalgalar geminin sonunu getirebilirdi. Dümendeki Gacquoil, düşüncelere dalmıştı.
Tehlike zamanlarında cesur bir tavır takınmak komutanlar için alışılagelmiş bir durumdur. Zor zamanlarda bile yüzünde güller açan Vieuville, Gacquoil’e seslendi.
“Rehber…” dedi, “Fırtına yatışıyor. Aksırık nöbetlerime bakma sen. Bu işi halledeceğiz. Biraz rüzgâr olacak, o kadar.”
“Rüzgâr olursa dalga da olur.”
Gerçek bir denizci ne şen şakraktır ne de mahzun. Verdiği cevap kaygı doluydu. Su alan bir gemi için engin deniz, hızlı bir batış demekti. Gacquoil kaşlarını çatarak bu olasılığı vurgulamıştı. Art arda yaşanan top ve topçubaşı felaketinden sonra Vieuville bu denli tasasız hatta neredeyse neşeli sözler kullanmakta çok acele etmişti. Bazı şeyler vardır, denizde talihsizlik getirir. Deniz ketumdur; kimse ne sakladığını asla bilemez. Bu yüzden de her zaman tetikte olmak gerekir.
Vieuville tekrardan ciddiyetine büründü.
“Neredeyiz, rehber?” diye sordu.
“Tanrı’nın elinde.” diye cevapladı rehber.
Rehber, denizlerin hâkimidir. Canı ne isterse söyler, canı ne isterse onu yapar. Zaten böyle adamlar gevezelik yapmayı sevmez. Vieuville’in sorduğu sorunun cevabı çok geçmeden ufukta gözüktü.
Deniz aniden durulmuştu.
Sisler dağılmış; karanlık dalgalar alaca karanlığın içinde boydan boya uzanıyordu. Manzaraları bu şekildeydi.
Artık suda asılı kalmayı bırakmış bulutlar, gökyüzünü kaplamıştı. Doğan gün, doğu tarafını aydınlatmaya başlamıştı, batıda ise batmakta olan aydan soluk bir ışık saçılıyordu. Ufuktaki bu manzara belli belirsiz iki şerit gibiydi; karanlık deniz ve aydınlık gökyüzünün arasında kalmış iki aydınlık şerit. Üzerlerinde de hareketsiz ve karanlık silüetler vardı.
Batıda, ay ışığının aydınlattığı gökyüzünde, Kelt dormen(mezar) lerine benzeyen üç dik kayalık göründü.
Doğuda, sabahın soluk ufkunda, arka arkaya heybetli bir şekilde dizilmiş sekiz yelken göründü. Üç resif kaya ve sekiz yelkenli bir filo. Arkalarında kötü şöhretli Minquiers kayalıkları ve önlerinde Fransız savaş gemileri vardı. Sola gitseler dipsiz bir uçurum ve sağa gitseler onları bekleyen bir kıyım var; olası bir gemi enkazı ve savaş arasında seçim yapmak zorundaydılar. Ya korvet kayalıklara çarpacak; gövdesi hasar görecek, direkleri kırılacak ve teçhizat mahvolacaktı, ya da savaşmayı seçeceklerdi. Ama bu durumda otuz toptan yirmisinin devre dışı kaldığını ve en iyi topçularının öldüğünü de hesaba katmalılardı.
Doğan güne aldanmamalılar çünkü gece henüz bitmemişti. Bu karanlık muhtemelen uzun sürecekti çünkü çoğunlukla havada asılı, kalın ve yoğun, sağlam bir tonoz gibi görünen bulutlardan kaynaklanıyordu.
Rüzgâr, sisli havada süzülen gün ışığını dağıtmış ve korveti Minquiers üzerinde sürüklüyordu.
Çelimsiz ve bitap düşmüş hâliyle, gemi çaresizce sürükleniyordu. Dümene itaat etmiyor, dalgaların gücüyle ileriye doğru savruluyordu.
Minquiers kayalıkları ne tehlikelidir! Hele şu durumda olduğundan daha tehlikeliydi. Bu deniz hisarının kulelerinden birkaçı, denizin aralıksız hareketleri yüzünden yıpranmıştır. Uzun kılıçlara benzeyen dalgalar kayalıkların şeklini değiştirmiştir. Her gelgit bir testere darbesi gibidir. Böyle bir zamanda Minquiers’a teslim olmak, ölümü kabul etmek demekti.
Öte yandan bu gemiler, Kaptan Duchesne komutasında Lequinio tarafından “Père Duchesne” olarak adlandırılan Cancale filosunu oluşturuyordu. Durum kritikti. Top arabasıyla boğuşurken gemi bilinçsizce rotasından çıkmış, St. Malo yerine Granville yönünde yelken açmıştı. Yelken gücü bozulmamış olsa bile bu filo onun Fransa’ya geçişine izin vermezdi. Diğer tarafta da Minquiers kayalıkları Jersey’e dönüşünü engelleyecekti. Henüz fırtına olmamasına rağmen rehberin dediği gibi deniz dalgalıydı. Dalgalar, şiddetli rüzgârın etkisiyle kayalıkların dibine çarparak büyüyordu.
Denizin