UNUTULMAZ. Nurhan Incir
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу UNUTULMAZ - Nurhan Incir страница 3
“Teşekkür ederim.”
Ağzı yemekle dolu olan oğlunu işaret etti:
“Peki ya o, üzüyor mu seni?”
Eşref’e baktım, gülümsüyordum:
“Hayır üzmüyor.”
“Doğru söyle…”
“Gerçekten üzmüyor.”
“Üzerse gelip bana şikâyet edebilirsin, kulaklarını çekerim.”
Gülmeye başladım:
“Tamam söylerim.”
Ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra eliyle ufak bir alkış patlattı Eşref:
“Bravo, ikili ittifak kurup beni tek başıma sahalarda oynatacaksınız. Anne bir şey desene sen de, sahip çıksana bana.”
“Aman oğlum sen aldırma babanın şakalarına.”
Eşine dönerek devam etti:
“Sen de rahat bırak çocukları, yemeklerini yesinler.”
İştahla yemeğine devam ediyordu babası. Tekrar bana döndü:
“Kızım, Eşref seni biraz anlattı bize. Seni üzecek bir şey sorarsam af buyur.”
“Yo hayır istediğinizi sorabilirsiniz, aklınızda kalacağına cevaplarım ben.”
“Anneni ve babanı hiç görmedin mi kızım sen?”
“Hayır hiç görmedim, ilkokul ve lise öğretimimi Bilecik’te tamamladım. Yurda teslim edildiğimde bir buçuk yaşlarındaymışım. Anne ve babam hakkında çok şey öğrenmek istedim ama tek bir bilgiye ulaşamadım. Yurtta büyüyüp aklım erene kadar çok görevli değişti. Hiçbirinin bilgisi yoktu beni bırakan kişiler hakkında. Sadece bana ait olan nüfus cüzdanı bilgilerim var. Adım Füsun, anne adım Nükhet.”
Makbule Hanım boğulurcasına öksürmeye başladı. Boğazında yemek kalmış olmalıydı. Zor şer su içerek kendine geldi. Gözlerinden yaşlar akana kadar öksürtmüştü boğazında kalan şey. O kendine geldiğinde anlatmaya devam ettim:
“Baba adım Salim, esas memleketim Manisa. Bilecik’e nasıl geldim, kim tarafından bırakıldım, annem babam kimler, şu an neredeler, ne yaparlar bilmiyorum.”
Derin bir konuya girdiğini anlayan adam ufak bir öksürüşle sesini düzeltti:
“Kusura bakma kızım, seni üzdüm.”
“Hayır böyle düşünmeyin, bu benim hayatım. İnsan hayatını anlatırken üzülür belki ama anlatmaktan kaçmamalı.”
Ortamı tekrar neşelendirmek için birkaç girişimde bulundu Makbule Hanım:
“E hadi herkes yemeğini yediğine göre çaylarımızı içelim değil mi?”
Sofrayı toplamaya Makbule Hanım’a yardım ettim. Bu sırada Eşref ve babası balkona çıkmışlardı. Eşref sigara içiyor, babası da gece lambalarının aydınlattığı sokağa bakıyordu. Çay sofrası kurulduğunda Makbule Hanım balkona gidip Eşref’le Hulusi Bey’i çağırdı içeriye:
“Haydi beyler çaylar hazır.”
Çikolatalı kek yapmıştı Makbule Hanım. Güzel olduğu kadar maharetliydi de. Boş yere o kadar heyecan ve endişeye kapılmıştım, çok alıştım bu aileye, çok sevdim. Daha önce huzuru ve mutluluğu böylesine hissetmemiştim. Benim içimde hep karlar yağardı, karları durdurduğum zaman yağmurlar devreye girerdi. Ama bu ev baştan aşağıya güneşle boyanmıştı. Dört bir yanı sıcacık, insanın içini ısıtan sapsarı bir güneşle.
Çay sofrasının etrafında yerlerimizi aldık. Çayımı yudumlarken Eşref şöyle bir bakış attı bana. Sarı saçlarımı toplamış, siyah bir tokayla tutturmuştum. Minik yüzümde mutluluk görmüştü, mutlu olduğumu hissetmişti. Eşref beni bir başka seviyordu. Ürkektim, doğaldım, kibar sayılırdım, onun dikkatini bunlar çekmişti. Tüm sınıf dersteyken ansızın içeri girmiş, tüm sınıfın önünde beni sevdiğini söylemişti. Sınıfın alkışlarıyla beraber utancından kafasını önüne eğip yanaklarının pembeliğini kimseye göstermemeye çalışan bu kızı hâlâ çok seviyordu. O günkü gibi hissediyordu. Eşref’in okulda son senesiydi. Üniversiteye iki sene geç başlamış, istediği bölüm için iki sene beklemişti. Yirmi beş yaşındaydı. Aramızda altı yaş vardı. Ben henüz ikinci sınıf öğrencisiydim.
Kolundaki saate baktı Eşref:
“Saat epey geç olmuş, biz kalkalım, Füsun’u eve bırakacağım.”
“Tamam oğlum,” dedi Hulusi Bey. Masadan kalkıp hep beraber kapıya doğru yürüdük. Vedalaşma vaktinde Makbule Hanım bana sarıldı:
“Artık tanıştık, sevdik birbirimizi, yine gel kızım.”
“Tamam, çok teşekkür ederim her şey için, ben de sizleri çok sevdim.”
“Rica ederim kızım ne yaptık ki? Hep beraber güzel bir yemek yedik. İlerde daha da güzel şeyler yaparız umarım.”
Hulusi Bey söze karıştı:
“Bundan sonraki balıkları senin elinden yiyeceğiz ona göre. Pişirme sırası sende.”
Hafifçe utanarak, “Peki tamam, bundan sonra bende,” dedim.
“Sakın ha unutmayasın balıkları.”
“Yok unutmayacağım, her şey için çok teşekkür ederim, elinize sağlık her şey çok güzeldi.”
Arabaya bindik. Elimi tutup bir öpücük kondurdu Eşref:
“Bak, heyecan ve panik yapacak bir şey yokmuş değil mi? Memnun kaldın mı her şeyden? Seni üzen bir konuşma olmadı değil mi?”
“Evet, o kadar heyecanı boş yere yapmışım. Ailen çok güzel, çok sıcak, samimi, içten. Çok sevdim aileni.”
“Onlar da seni sevdiler inan bana, hem artık onlar senin de ailen.”
Arabayı çalıştırıp yola devam ettik. Bu kez şarkı çalmıyordu. Eşref bana döndü:
“Bu sene okuldan mezun olup askerlik görevini de tamamladıktan sonra artık işimi yapmaya başlayacağım. Senin de okulun bittikten sonra evleniriz. Sen okulunu bitirene kadar ben tamamen mesleğimi elime almış olurum, oturacağımız evimizi geleceğimizi her şeyimizi bir düzene koyarım. Evlendikten sonra hiçbir sorunla uğraşmayız.”
“Tamam sevgilim.”
İçim burkuldu, Eşref askere gittiği zaman kaç ay görmeyecektim onu. Okulun ilk yarısıydı henüz ama zaman çabuk geçiyordu. Eşref’in askere gideceğini düşündükçe gözlerim