DÜŞ KAPANI. Büşra Tuğba Koç
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу DÜŞ KAPANI - Büşra Tuğba Koç страница 17
“Sabahları okula geç kaldığım zaman öğretmenim…”
“Yine mi aynı konu?”
“Öğretmenim çok azarlıyor beni. Bana ceza veriyor.”
“İyi yapıyor.”
Koridordan, boş plastik şişeleri yan yana koyup uzaktan atış yapmaya çalışan Kasım’ın sesi geliyordu.
“Biliyor musun, artık alfabeyi öğrendim. Yazı yazmayı da biliyorum ama çok yavaş yazıyorum.”
Şişelerin bir kısmı büyük bir gürültü ile devrildi.
“Defterlerimden birini arkadaş defteri yaptım ama daha kimse yazmadı içine. Bir gün arkadaş edinebilirsem belki yazarlar. Beni sınıfta kimse sevmiyor. Oysa ben her birini çok seviyorum.”
Kasım oyuna dalıp yüksek sesle konuşmaya başladı. Zeynep, üvey annesinin gerildiğini fark etmedi. Kaldığı yerden devam etti:
“Sen de yazmayı biliyor musun anne? İstersen defterimin içine ilk sen yazabilirsin.”
Asiye elindeki bezi sert bir şekilde cama çarptı:
“Eeehh… Yeter, bir huzur vermediniz! Kasım, kaldır çabuk o şişeleri yerine. Benim tepemin tasını attırma. Sen de işine bak kız. Dır dır dır dır, başımın etini yedin.”
Çocuklar sus pus oldu.
“Hadi hazırlanın, çıkın dışarı. Saat altı olmadan da kesinlikle eve gelmeyin. Yürüyün hadi! İsmail, neredesin? Sen de çık çabuk. Ne bakıyorsun kız? Sen de çık. Bir iş yaptığın yok. Ancak dır dır ediyorsun.”
Zeynep’i kolundan tutarak dış kapıya doğru itti. Kardeşleri her ne kadar dışarı çıkacakları için sevinseler de, Zeynep bu tavırdan hoşlanmadı.
“Abla saklambaç oynayalım mı?”
“Canım istemiyor. Siz oynayın.”
Bir banka oturup kardeşlerini seyretti. Başını kaldırıp evin pencerelerine baktı. Asiye bazı günler sabah erkenden evden çıkıyordu. Gittiği yerden de saatlerce dönmüyordu. Eve gelince de Zeynep ve kardeşlerini görmek bile istemiyordu. Ya sürekli dinlenme bahanesiyle odasına çekiliyor ya da onları dışarı kovuyordu. Tuvalet ihtiyacı için bile olsa söylenen saatten evvel eve girmelerini yasaklıyordu.
Evde ses yapmak, hatta çok konuşmak yasaktı. Oynamak yasaktı. Evdeki işleri bitirmeden yatağa girmek yasaktı. Artmış yemekleri bitirmeden sıcak yemekten tatmak, taze ekmek yemek yasaktı. Özel eşyalara sahip olmak ya da uluorta ödev yapmak yasaktı. Bu yüzden ödevlerini gece herkes uyurken gizlice yapıyordu. Geç yatmanın bedelini okula gecikerek ödüyordu.
Zeynep’in gözleri karşı yoldan geçen bir çocuğa takıldı. Bir eliyle annesinin, diğer eliyle babasının elini tutmuştu. Onlarla gülüşerek yoluna devam ediyordu. Eve varınca annesi ona kek yaptığı için mi bu kadar mutluydu acaba, yoksa babası ona ışıklı ayakkabı aldığı için mi? Tabii ya, Zeynep akşamları çok uykusu geldiği halde çerezleri kaldırıp bulaşıkları yıkamadan yatamıyorken, bu çocuk çok üşüdüğünde üzerine battaniye çekip koltukta uyuyakalıyordu belki de. Sonra babası onu yatağına götürüyordu kesin. Aklına gelenler öyle ulaşılmaz geldi ki gözüne. Anne ve babasının elini aynı anda tutmanın nasıl bir duygu olduğunu unuttuğunu fark etti. Bu duyguyu bir daha hiç tadamayacak olmaktan korktu.
Zeynep hızla ayağa kalktı. Anne ve baba arasında kavgalar, tatsızlıklar olurdu. Konuşurlar, geçerdi. Vazoyu kırdığı gece babasının neler söylediğini hatırlamaya çalıştı. Evet, o da buna benzer bir şeyler söylemişti. “Benim annemle babam barışacaklar,” dedi. İçine, yaşadıklarına tahammül etmesine yetecek kadar umut doldu.
“Ne dedin abla?”
Taş ile yere bir şeyler çizmeye çalışan Kasım ve İsmail, ablalarına şaşkın şaşkın baktılar.
“Verin çabuk elinizdeki taşları.”
“Abla ne oldu?”
“Bir şey yok. Seksek oynayasım geldi sadece. Var mısınız oynamaya?”
“Evet.”
“Ama yere ben çizeceğim.”
Kasım zıpladı:
“Oyuna da ilk ben başlayacağım.”
O akşam da her akşam olduğu gibi ödevini yapmak için herkesin yatmasını bekledi. Ödevleri öyle geç bitti ki, ertesi sabah Zeynep yine uyuyakaldı. Gözlerini aralayıp duvarda asılı saate baktığında, başından aşağı kaynar sular döküldü. Hemen hazırlandı. İsmail, ablasının eteğine yapıştı:
“Abla, çok acıktım ben.”
“Gitmem lazım kardeşim. Geç kaldım okula.”
“Ama annem kalkmadı. Bana ekmek arası yapamaz mısın?”
Giydiği ayakkabıları çıkarıp mutfağa gitti ve kardeşlerinin ekmeklerine peynir koydu. Masaya birer bardak sütü de yerleştirip telaşla seslendi:
“Şimdi benim gitmem lazım. Sakın ben yokken gürültü yapmayın.”
Koşmaya başladı. O kadar hızlı koşuyordu ki, gelen geçen ona bakıyordu. Nefes nefese kaldı. Yine de duraklamadan koştu. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu.
“Geç kalamam… Geç kalamam…”
Okulun kapısından içeri girince adımları yavaşladı. Birkaç adım daha atıp durdu. Görünürde kimsecikler yoktu. Yine geç kalmıştı. Okulun bahçesinden sınıfını seyretti. Birazdan başına gelecekleri düşündü. Vücudu buz kesildi. Alay konusu olmaktan çok sıkılmıştı. Ne yapacağını bilemeden uzun müddet bekledi. Birkaç dakika sonra teneffüs zili çaldı. Öğrenciler teker teker okulun bahçesine doluşmaya başladılar. Kimi sek sek oynuyordu, kimiyse kovalamaca. Kimi arkadaşlarıyla ayaküstü konuşuyor, kimi köşesine çekilmiş kendi başına oturuyordu. Tıpkı Zeynep gibi.
On beş dakikalık teneffüs bitince öğrenciler teker teker okul binasına girmeye başladılar. Zeynep de aralarına karışarak ilgi çekmeden sınıfına girmeyi denedi. Başarmıştı. Kimse geciktiğini fark etmemişti. Belki de bu yöntem ara ara onu cezadan kurtarabilirdi.
Okul çıkışı eve varan Zeynep, çantasını odasına koydu ve kardeşlerinin yanına gitti. Ablasını gören Kasım gurur duyarak elindekini gösterdi:
“Abla bak.”
“Nedir o?”
“Peçeteden hayalet. İp, mendil ve kalemle yaptım.”
“Korkunç. Siz bir şeyler yediniz mi?”
“Hayır abla.”
“Asiye