ÜÇ NOKTA. Ahsen Ilhan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу ÜÇ NOKTA - Ahsen Ilhan страница 5
Sayabilirsen artık…(?)
Farkındasın değil mi? Hafıza, seni güçlü kılan bir yetenektir. Özellikle; hatırlaman gereken detayları barındıran işlerde, seni ne kadar da bahtiyar eder. Akılda kalması gereken sayfalar, ezberlenmesi elzem maddeler dostun oluverir. Bilhassa; bunlardan elde edeceğin maddî-manevî bir zenginlik seni bekliyorsa… Ayrıca; hatırlamak, aldığın her nefesi faydalı kılar. Ömrünün yollarında adım-adım yürürken topladığın tonlarca bilgiyi yere düşürdüğünü; yani unuttuğunu düşünsene… Herhangi bir bilgiyi duymak, anlamak ve onu öğrenmiş olmak, onu diğer bilgilerinin üstüne koymak, önemli bir davranıştır elbette… Fakat; yolda yürürken düşürmemek de hafızanın işidir. Yeniden kullanman gerektiğinde, koyduğun yerde bulabilmelisin değil mi? Aslında ne büyük lütuf… (Şimdi bu tanımlamayı da diğer bilgilerinin üstüne koy!)
Geçmiş bir zamanda tamamlanmamış sohbetlerin, uygun bir an sandıklardan çıkartılıp ortaya koyulması gerektiğinde, hafızan seni ortada bırakmıyorsa ne âlâ… Hiç gerekmedi diyebilir misin? Bazı insanlar, hafızayı kin duyabilmek amaçlı kullanırken; kimileri, hasleti gereği bütün güzel davranışları biriktirirler belleklerinde. Çok ilgi çekici bir tespit söylemek istiyorum tam bu noktada: Birbirini seven iki insan yol ayrımına geldiklerinde hafızası kuvvetli olan kimse; daha fazla acı çekecek olan da odur. Bütün anılar tap-tazedir hâlâ…
Şu an bir yanılgı içinde olabilirsin. İçinde bulunduğumuz konuya sadakatimden şüphen var gibi… Hâlbuki tam üstündeyim ‘yalnızlığın’. Kenarında, yamacında falan değil, tam üstündeyim.
Vaktiyle seni incitmek üzere sarf-edilmiş bir söz, bir davranış; karın boşluğunda bir yük ya da göğsünde bir demir yığını hissi bırakmıştı. Dudaklarını terk-eden sıcak kanın geride bıraktığı titreşime engel olamamıştın. Islaklığın etkisiyle büyüyen göz bebeklerine -aynı zamanda- damarlarının genişleyip daralmasını hissediyor olmanın şaşkınlığı yerleşmişti. Yutkunmana yardımcı uzuvlarında bir ihanet de seziyordun… Yine zihnine emrediyordun belki… ‘Ağlama!’ Ama yine hata ediyordun; çünkü sen ‘Ağlama!’ dedikçe o sana ters gidiyordu. Hatırlarsan ruhunu da ikna edememiştin ‘Ağlama!’ derken… Zihnin ve ruhun bu mücadeleyi verirken; kalp çok savunmasız kalmıştı. Vücudunun bu amansız değişimine ayak uyduramamış ve engel olamamıştı. Bu duruma tepkisini daha hızlı konuşarak vermişti kalbin… Sen, onun sesine öyle yoğunlaşmıştın ki etraftaki sesler buğulanıyordu. Evet, tüm bunlar incindiğin zaman olmuştu. Yanık izi gibi bir şeydi. Zamanla acısı hafiflemiş, yaran kabuk bağlamıştı. Seni inciten her ne ise zihnin de, ruhun da, kalbin de unutmuştu zamanla…
Ama hayır!
An geldi, hafızan devreye girdi.
Baş-edemediğin bu ‘hatırlayış’ hâli; seni sürekli unutmak istediğin yerlere götürüyor. Hem de üstünkörü değil, derinlemesine, en ince detayına kadar… Bu hatırlayışı; düşünmeni sağlayan zihnin başlatıyor, acıyı hissetmeni sağlayan kalbin eşlik ediyor ve nihayet ruhun ışıksız kalıyor. Baştan sona bir kez daha düşünüp bitirmek istedin acıyı… Kim bilir ne kadar zaman geçmişti üstünden; ama hafızan seni hiç yanıltmıyor değil mi? İşin kötü tarafı, ömrün yollarında adım-adım yürürken yolda da düşürmüyorsun bir türlü… Üst üste biriktiriyorsun tüm acı hatıraları… Gerekli-gereksiz çıkartıyorsun ortaya, kaldırdığın yerden. Fakat; en son buna benzer cümleler kurduğumda, bunun bir ‘lütuf’ olduğunu mu söylemiştim yoksa? Peki, sen!.. Hafızanın bir lütuf olduğunu söylediğim satırdan bu yana anlattıklarımı biriktirdin mi? O hâlde; şimdi hatırla! Sahip olduğun bu yeteneği anlattıktan hemen sonra; ‘Yanılma!.. Hâlâ yalnızlığın tam üstündeyim.’ derken; ‘acıyı hatırlamak’ ve kalbin buna eşlik etmesi ile düştüğün yalnızlıktan bahsettiğimi şimdi anladın sanırım. Kastettiğim şeyin; yalnızlık değil, senin ‘derin yalnızlığın’ olduğunu çok iyi biliyorsun.
Bütün bu süreci baştan anlatmayacağım. Fakat bağlantıyı yapabilmek için tekrara düştüğüm kısımlar olacaktır. Bunu yadırgama ihtimalin beni endişeye düşürmüyor. Çünkü hissetmeni sağlamaya adıyorum bundan sonraki cümlelerimi…
Sana diyorum ki; geçmişte zaten canını yakmış bir ânı tekrar hatırladığında, kalbine bir sızı yanaştığında, şu âna kadar saydığım bütün sebeplerden öte bir sebebin var artık! Üstelik; ruhun, başka âlemleri gezmeyi çoktan bıraktı. Vücudun, maziden gelen bu acıyı taklit ederken artık ruhun da seninle… Yani sen, hep birlikte (ruh ve beden), gerçek zamanlı olmayan bu acıyı hissederken yalnızlığının tam üstündesin. Kenarında, yamacında falan değil, tam üstünde…
Birçok cevaptan daha lüzumlu sorular sormak istiyorum sana. Bulunduğun zamana ait bir acıya -bir ihtimal- müdahil olma şansın vardır, değil mi? Bir şeyleri düzeltme; durumu, mekânı ya da gereken her ne ise onu değiştirme ihtimalin olabilir değil mi? Tabii ki sadece bir ihtimaldir; fakat ihtimal de muhtemeldir sonuçta… Ancak zamanında yaşanıp bitmiş ve acı hatıralar hanesine yazılmış bir durum için şu an ne yapabilirsin?
Ne yazık!
Sen, detayları hatırlayabilen güçlü bir belleğe sahipken; yaşananları neşeli bir âna çevirecek yetkiye sahip değilsin. Onu geç!.. En ufak bir müdahalede bulunma lüksün bile yok! Sen, yakın çevrenle birlikte (kalp-zihin-ruh), maziye yaptığın bu yolculukta -hiç şüphesiz- yalnızsın!
Bunca detayı, sürekli hatırlayıp durmak; seni zamandan ve mekândan soyutlar. Bu izolasyon, bu sıyrılma; yalnızlık değilse… Nedir?
Hevesli bir insan, hep bir sonraki adıma odaklıdır. ‘O’, ânda kalamaz. Geçmişi yâd eder, geleceğe koşar; ama ânda kalamaz. Zaten geçmiş, hep eksik gelir insana… Tamsa bile geçmiş olması onu eksik kılar. Gelecek ise çoğunlukla kaygı sebebidir. Ayrıca; hevesleri yığınla olan bir insan, bulunduğu zamana saygı göstermekte yetersizdir. ‘Ânı yaşamak’ adlı fütursuzluktan bahsetmiyorum. Detaya önem vermelisin! Ânda kalabilmek, şükür sebebidir. Haddinden fazla geçmişe hayıflanmak ya da geleceğe kaygılanmak, ya imanı zedeler ya da…
Seni yalnızlaştırır!
Zamanının ve benliğinin elverdiğinden fazlasını yaşamaya hevesli bir insanın mazisinde birçok yarım kalmış ân vardır. Gerçi, herkesin biraz vardır. Fakat onun hep vardır. Hatta onun içinde kalanlardan bir insan daha çıkar… O derece…
Şimdi, benimle kal! İnsanı yalnız bırakan durumlardan birindeyiz. Bu duruma; herkes -her zaman- dâhil olmamakla birlikte, herkes -çok zaman- dâhildir.
Ben, hiç gitmediğim kıyıları düşlerim bazen… Öyle düzenli, kusursuz, tanıdık kıyılardan bahsetmiyorum. Hani çalılardan geçerek ulaştığın, taşlık yollardan yürüdüğün, samimi deniz kıyıları vardır ya… Nerededir, kimler vardır üstünde?.. Bilemem. Bir vakit; oralarda mutluyumdur, fikrimde… Nedendir bilmem, yüzümde hafif bir pembelik