ÜÇ NOKTA. Ahsen Ilhan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу ÜÇ NOKTA - Ahsen Ilhan страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
ÜÇ NOKTA - Ahsen Ilhan

Скачать книгу

bile… Gitsen de her şeyi yanında götüremezsin. Kiminle, ne durumda, nasıl bir hisle oradaydın ki düşlerken? Sen bile çözemezsin. Bilirsin ki; düşündeki o taşın üstüne hiç basmadan bitireceksin ömrünü… Ama yine de beklersin. Belki bir gün…(?)

      Kaç türlü özlemek varsa; bu anlattığım içlerinde en garip olanıdır. Yok saymanı istediğim ‘hatırlamak acıtır’ tamlamasına dâhil bir ‘özlemek’ vardır mesela; en acısıdır esasen… En garip olanı da yaşanmamış bir zamanı özlemektir. Hissettiğin, tam anlamıyla özlemdir; ama nasıl tatmadığı bir hissi özlediğini anlamaz insan… Üstüne biraz düşündüğünde, bu durumun, senin ‘ân’da kalamamandan kaynaklandığını anlıyorsun. Öyle olunca; neden hep varmak istediğin fakat varamadığın bir durum olduğu da ortaya çıkıyor. Ruhunun hevesleri öylesine büyük ki; en mutlu ânı bile hissetmeye müsait değil. Çünkü düşlediğin her ne ise yaşadığından daha büyük bir huzuru temsil ediyor. Hani dedim ya; ömrünü o taşa basmadan bitireceksin diye… Hâlbuki benim altını çizmek istediğim mesele; o taşa bassan da fark etmeyeceksin! Kendine yüklenme yine de… Bu; şükürsüz kalbinin yarattığı bir durum değil. Daha çok yaşamaya hevesli ruhunun işi… Ama düşün ki; mutlu olduğunu bile idrak edemeyen bir insan, paylaşarak azaltamayacağı bir sessizlik içindedir. Sevdiği kişilerin yanında olduğunun idrakine varıp da bundan mutluluk duyamayan biri, yanındakileri bile özlemeye mahkûmdur.

      Kimileri gürültülü şehir kalabalıklarında kaybolmaya heveslidir. Kimi daha sakin ve yormayan akşam sohbetlerini düşler. Ama istisnasız bir şekilde, yaşadıklarıyla bağdaşmaz bu düşler… Yine de ilk bakışta hoş bir geçiştir bu… Gerçek zamandan, hayal ürünü vakitlere… Fakat sonu hüsrana benzer. İçi boşaltılmış bir kuyunun derinliği çöker içine… Doldurmaya kalksa ömrünü alır, böyle bıraksa ayrı felaket. Tam da yeri gelmişken:

      İki türlü boşluk hissi vardır dünyada… Biri, insanın içine düştüğü boşluk, bir diğeri; insanın içine düşen boşluk.

      Bunlardan ilki, zaman-zaman baş edilebilecek bir ruh hâlidir. Fakat ikincisi depreme benzer. Bu teşbihin tam yerinde yapıldığının kabul görmesi için açıklamaya girmek istiyorum: Yerkürenin dışında, atmosferde meydana gelen felaketler için bir yığın tedbir alır insanoğlu… Ne derece başarı sağlandığı, ne kadar kaçılabildiği muamma! Fakat yerkürenin içindeki felaketten kaçmak, bir muamma değildir. Nettir; kaçılamaz… Buradan hareketle, senin içine düştüğün boşluk, kalbinin ve ruhunun bir noktaya kadar kendini savunabileceği bir durumdur. Fakat içine düşen boşluktan kaçmak, olanaksızdır. O bir depremdir. Onu bütün uzuvlarında, damarlarında hissede hissede yaşarsın. İçine düşen bu boşluğun onlarca farklı sebebi olabilir. Hepsi seni aynı noktaya bağlar. Bu; savunmasız ve bir o kadar dıştan müdahale kabul etmeyen durum, seni, yalnızlığınla baş başa bırakır.

&

      Zamanın; gece ve gündüz, kış ya da bahar olarak şekillere bürünmesiyle sıkıntın var mı?

      Her gece düşünceyi kırk parçaya ayırıp yeniden topluyorsun. Sabah toparlanmış, noktaya varmış bütün cümleler, gece olunca soru işaretiyle yanı başındalar. Belki de bütün çabalar, emekler tek bir açıklıkta tıkanıyordur. Bende öyle oluyor. Hayatî boşluklar var düşüncende… Hâlbuki birkaç kelime, bütün mânâsıyla söylendiğinde boşlukları doldurur. Düşünce; sağlığı bozmaması için bir yerde noktaya varmalıdır. Yeniden ve yepyeni kimliklerle de çıksa karşına, noktaya varabilmelisin. Şimdi; unutmadan altını çizmeliyim. Ne kadar maddelere ayırabilirsen ayır düşünceni, bir olukta toplayıp şekillendirmeye çalışan zihnine yardım et! Açıklık bırakırsan, bu karmaşa tıkanmalara sebep olur. Tıkanmalar, nasıl suyun kimyasını bozarsa; düşüncenin yapısını da bozar. O hâlde gereken tek şey, hayatî boşlukları doldurmak! Tıkanmasını beklemeden doldurmak! Bunu yapabilmen için yalnızca birkaç kelime gerekir demiştim, evet! Ama hakikatte, kelimeden ibaret değildirler. Düşüncendeki boşlukları kelimelerle doldurabilirsin; fakat bütün anlamlarını sindirmelisin. Bunun için güçlü bir inanç sistemi gerekli ruhunda… Bu inanç; tümdengelim kuralına bağlanırsa noktaya varmak için sarf-edilen yolda, aşama-aşama başarı sağlayabilirsin.

      Pekâlâ! Hedefimiz noktaya varmak…

      Tamam, alt başlıkları da konuşalım. Düşünceyi noktaya ulaştırdığımızda elde edeceğimiz nedir? Çok şeydir. Düşünceye bağlı olmakla birlikte, kimi zaman ‘huzur’, ‘ferahlık’, ‘mutluluk’; kimi zaman ‘hayat’, ‘ömür’ ya da anlık bir neşe olabilir, noktaya varmanın sana katabileceği… Ama bunlar birer kelime, değil mi? Fakat hepsinin taşıdığı anlamları düşündüğünde, var olmaları ve yok olmaları arasındaki farkı daha iyi hissedebilirsin. En nihayetinde noktaya varabilmek, hiç değilse bir tebessüm sebebidir.

      Önce bulunduğumuz ahvalde, ihtiyaç duyulan kelimeleri hissetmek istiyorum. Her gece, sana sorular soran iç âleminin ihtiyacı olan kelimeler… En can alıcı olanı ‘zaman’dır. Zaman; hissedişlerin en sürekli olanı, en karmaşık ve bazen de en ürkütücü olanıdır, değil mi? Bütün düşüncelerin içinde var olması gerekir. Anlamı sezilmediği takdirde noktaya varamazsın. Mesela ‘zamana bırakmak’ ne çok duyduğun bir tamlama… Oysa ne az anlamını sezebiliyor insan… İşte; en derin ve en hayatî boşluk budur! Zaman demişken; ona paralel, onunla eş, onunla bir ahenk içinde gördüğüm diğer kelime ise ‘tevekkül’…

      Dur biraz!

      Ağırlığını hissettin mi?

      Fazlasıyla ağır…

      Ama ona sahip olmaktan ziyade onu anlatmaya yeltenmenin verdiği ağırlık… Benden çok fazlasını bekleme şimdi! Ama ben sana noktayı anlatacağım. Noktaya varmak için bütün gereklilikleri sıralayacağım. Fakat tevekkülün derin mânâsını anlatabilme yetkisini kendimde görmediğimi de açık yüreklilikle söylemek zorundayım.

      Benim de kalbime dokunmuşluğu var. Hem de zorladığım, beklediğim, istediğim bir ânda değil… Sana noktayı anlatmaya başlayıp da ‘zamana bırakmak’ tamlamasını dile getirdikten sonra ‘tevekkül’ kavramına geçişim öyle kolay olmadı. Ben sana dedim ki ‘zamana bırakmak’; anlamı ne zor sezilen bir boşluk… Hem de hayatî bir boşluk… Ve tam o ân derin bir sessizliğe bıraktım cümleleri… Konuyu tevekküle bağlamak için önce tevekkül etmem gerekti. Onu yazacağım doğru ânı bekledim. Hem de bunu yaptığımı hiç fark etmeden… Önce kendi hayatımın karmaşası içinde, kalbime dokunuşunu hissettim. Meğer nasıl da zamana bırakmışım! O; her şeyi Yaradan’ın takdirine bırakabilmenin sükûneti, paha biçilmez bir huzurdu. Onun hep orada olması için, kalbimde dokunduğu yeri hiç terk etmemesi için dua ettim. Şimdi onun dokunduğu kalbimle yazıyorum. Bunu bir daha bulamamak endişesini de yanımda getirdim; fakat şimdi o buradayken noktaya daha serin, daha kararlı varabilirim.

      Zamana bırakmak, tevekkül etmekten ayrı düşünülemez. Her ne kadar zorunlu bir zamana bırakış da olsa bu… Evet! Bazen gerçekten, başka seçeneğin olmadığı için beklersin. Bunun tevekkülle birlikte olduğunu nereden anlarsın biliyor musun? O bekleyiş; canını ne kadar yakıyorsa o kadar mecburî bir bekleyiştir. Hâlbuki; madem bir şekilde beklemekle mühürlüyüz; o hâlde bunu tevekkülle sürdürmek -yapabilirsek- eşsiz bir huzur olacaktır. Her halükârda yanacak canın… Elbette yanacak. Fakat kalpten bir teslim oluş, acıyı yumuşatacak, kalbine üfleyecektir.

      İşte

Скачать книгу