Gece ve Gündüz. Çolpan
Чтение книги онлайн.
Читать онлайн книгу Gece ve Gündüz - Çolpan страница 11
Arabacı:
– Haydi, inin artık ablalar! deyip muzafferane bir sesle haykırdı.
Fakat onun bu haykırması faydasızdı. Çünkü zincirin zayıf şakırtısı kulaklara çarpar çarpmaz kızlar kendilerini arabadan atmaya başlamışlardı. Dumanı ve isi aydınlığından daha çok olan küçük feneri tutan yaşlı kadın ile beraber Zebi’lerin yaşında bir kız “Vay, öleyim, uyuyup kalmışım! Vay, öleyim, gözüm uykudan kapanıyor!” deyip içeriden özür dileyerek çıkıp geldi. Bu taraftan:
– Vay, kurban olayım! Anahan! Canım arkadaşım! deyip Saltı perencisini eline alıp yürüdü. Kucaklaşarak görüştüler. Diğer kızlarla biraz uzaktan el ucunu değdirip görüştükten sonra Anahan yine Saltı’ya yapıştı ve ikisi birbirinin koltuğuna girip içeri doğru yürüdüler. İki arkadaşın cıvıl cıvıl konuşmaları, birbirlerine sevinçlerini ifade eden neşeli ve yüksek sesleri, diğer bütün sesleri bastırdı.
Fakat sokakta, araba üstünde başka şirin bir sohbet cereyan ediyordu ki bunlardan o iki bahtiyar kızın hiç haberi yoktu:
Saltı’nın annesi ile büyükannesi onu kendi akranı, genç kızlarla beraber uzak bir yere gönderirken, tedbir almayı da unutmamışlardı. Saltı’nın annesi kaynanasına:
– Genç kızları kendi başlarına göndermek, olur mu? Birimiz onlarla beraber gitmezsek olur mu? deyip kendisinin akıllı bir kadın olduğunu bildirdiği sırada, kaynanası çok keskin bir cevap vermişti:
– Elbette, kurban olduğum! Kendileri yalnız başlarına gidecek olurlarsa…
Tandır karşısında sıcaktan pişip, çiy taneleri gibi iri iri terlere batıp, Zebi ile beraber patır yapmakta olan Saltı’ya bu fikir çok kötü tesir etmiş ve o da derhâl kendi sesini duyurmuştu:
– Sanki bizi kurt mu kapacak? Gençlerin arasına yaşlıları katmanın ne manası var? Sıkıntıdan ölmez mi insan?
Büyükanne torununun bu şımarıklığına sadece şımarıklık olarak bakmış, bunun için:
– Kurban olayım balam, sen patırını yap! Geceye kalıyorsunuz. Bu sizin aranıza karışma işi değil! deyip yine kendi “akıllı” gelini ile fikrini devam ettirmişti.
Bu konuşmanın neticesinde kaynana ile gelin evde kalacaklar fakat iki üç aydan beri bunların yanında yaşayan dostlarından Sevribibi adlı yaşlı bir kadının da kızlara göz kulak olmak üzere onlara katılmasına karar verilmişti.
Bu yaşlı kadının yanlarına katılmasından kızlar rahatsız olmamış, belki aksine sevinmişlerdi. Bu yaşlı kadın, arabaya adım atar atmaz, kızların ortasına yerleşip, Zebi’nin dizine başını koyup uykuya dalmış ve bu şekilde köye gelindiğinde bile gözünü açmamıştı.
Kızlar kendilerini paldır küldür arabadan atıp kapıdan içeri girerken, Zebi yavaşça yaşlı kadını uyandırdı:
– Anacan, kalkın, geldik!
Anacandan cevap gelmedi. Zebi aynı alçak sesle bir daha uyandırdı, anacan hâlâ sessizdi. Arabanın ön tarafından gelen arabacı da yardımda bulundu:
– Hey! Teyze, kalkın, geldik!
Erkek kişinin güçlü sesi ile yaşlı kadın gözünü açtı fakat uykulu vaziyette:
– Şimdi kurban olduğum peki, kalkıyorum dedikten sonra yine uykuya daldı.
Zebi çok şaşırdığı için arabacının namahremliğini de unutup, az önceki şaşkın bakışlarla ona baktı. Bu sırada ay epeyce yükselmişti. Arabacı mülayimce gülümsedi. Genç delikanlının bu tatlı tebessümünü ay ışığında açıkça görebilen genç kız, bütün vücudunun hafiften titrediğini hissetti ve kızararak arkasına baktı. O bakış, arabacı delikanlıya da başka türlü tesir etmiş olsa gerek, yaşlı kadını dürterek uyandırmak için elini yukarı uzattı. O sırada yaşlı kadın yabancı bir elin kendisine değdiğini öncekinden daha şiddetli bir sarsıntıyla hissetti. Erkek kısmı ile ilk defa bu şekilde karşılaşan genç kız, o sırada biraz şaşırmıştı. Bunun için elini derhâl çekemedi ancak kendine geldikten sonra birden şiddetle geri çekti. Fakat genç delikanlının güçlü elleri onu sıkıca tutup, yaşlı kadının başından aşağı indirdi ve iki genç, bu sırada oldukları yerde kalakaldılar.
İçeride oturan bahtlı misafir kendisinden bahtlı ev sahibiyle beraber, epeyce vakit geçtikten sonra kaybolan iki misafiri takip edip sokağa çıktığı sırada, sokaktaki iki genç ellerini birbirlerinden henüz ayıramamışlardı. Yaşlı kadın ise iki gencin bu sıkıntılı karşılaşmasına kuru bedeni ile şahit olup, henüz tatlı uykusuna devam ediyordu.
Kızlar toplanarak yaşlı kadını uyandırdılar, beraberce arabadan indirdiler. Yaşlı kadın Saltı ile Anahan’ın koltuğuna girip, kendisi uykuda, sallana sallana içeri doğru yürüdü. Zebi de diğer arkadaşları gibi arabadan kendisini atarcasına inmek istedi fakat kamçılı delikanlı gelip, yine elini uzattı ve bu yüzden o kadar yüksek arabadan kendini atan en sonuncu misafirin ayak sesi hiç kimsenin kulağına çarpmadı.
Misafirler yemek telaşına fırsat vermeden, süt, yoğurt ile sade çay içip, derhâl oturdukları yerlerine uzandılar ve arabada gelirken yoruldukları için uzanır uzanmaz da uykuya daldılar.
Arabacı içeriden çıkarılan iki ekmek ile bir kâse yoğurdu yedi ve atı dışarıya bağlayıp, kendisi arabanın üstüne uzandı. Uykusu kaçmıştı. Beyninde, ömründe ilk defa olarak tuhaf ve şirin hayaller dönüyordu. Gökteki aya bakıp, yerdeki ayı düşünüyor ve biraz önceki gibi tatlı tatlı gülümsüyordu.
İçeridekiler de derin bir uykudaydılar fakat aralarında, tıpkı sokaktaki genç delikanlı gibi uykusu kaçmış, göğsündeki yeni, yabancı ve şirin duyguları anlayamamaktan dolayı şaşkın olan biri vardı. O da gökteki aya bakıp, yerdeki “tay”ı düşünüyor ve yüzü nar gibi kızarıyordu.
O sırada, köyün derbeder itleri coşmuş, her taraftan havlamaya başlamışlardı. Dar sokağın sonundaki dere de herkes uyuyup sessizliğe gömülünce, heybetli sesini alabildiğine yayıp, aç kaplan gibi “guv guv” böğürüyorlardı.
III
Anahan yoksul bir ailenin kızıydı. Babası, bu, henüz pek gençken ölmüş, annesiyle beraber ikisi ağabeyinin himayesine kalmışlardı. Ağabeyi Halmat, aklı erdiğinden beri iş peşinde koşuyordu. Henüz oyun çağında çocuk yaşlarında da bütün köyün sürüsüne bakıp, ailenin ihtiyaçları için bir katkıda bulunmaya çalışıyordu. Onun çobanlık ettiği zamanları köyün insanları hâlâ hevesle hatırlıyorlardı. Sokakta ona rastlayanlar:
– Sürümüzü yetim bıraktın! deyip başlarını esefle sallayıp geçiyorlardı. Sık sık tekrarlanan bu tür sözler onun yüzünü güldürüyor, gönlünü hoş ediyor, durmadan çalışmak için bileğine güç kuvvet veriyordu. Onun kendine ait merhum kaynatasından kalan bir parça çeltik tarlası vardı, bütün gücünü buraya sarf ediyordu. Herkesten önce